Andy Durgan - Joel Sans
15 Mayıs 2011 ‘de ağırlıklı olarak gençlerden oluşan binlerce insan, “gerçek demokrasi için hemen”, “bizler politikacıların ve bankaların elindeki metalar değiliz” sloganlarıyla tüm İspanya’da gösteriler düzenledi. Göstericiler siyasi parti ya da sendikalarla hareket etmeyi açıkça reddettiler. Bir ay sonra 19 Haziran’da, 1 milyondan fazla kişi şu an “15 Mayıs Hareketi (15-M)” ya da “İndignados” olarak bildiğimiz hareket tarafından mobilize edilerek, 50 farklı şehir ve kasabada gösterilere katıldı. 15 Mayıs protestosunu takip eden dört hafta boyunca, onbin- lerce kişi kamplara ve toplantılara dahil edildi. Gençlere atfedilen pasiflik ya da iddiasızlık bir gece içinde yok olmuş görünüyordu. 15-M’nin ortaya çıkışı, derinleşen kriz durumunda nasıl hızlı bir şekilde radikalleşilebileceğinin göstergesi oldu. Böyle bir hareketin nasıl bir anda patlayabildiğini anlamak içinse hem krizin etkilerine hem de İspanyol solunun ve sendika hareketinin yapısına bakmak gerekiyor.
Ekonomik kriz İspanya’yı fena çarptı. Ülkenin en temel ekonomik varlığı 90’lardan bu yana inşaat sektörüydü ve ucuz kredilere dayanıyordu; ta ki bu durum 2008’de aniden sona erinceye kadar. AB15 ülkeleri arasında (2008’de Orta ve Doğu Avrupa’dan 10 ülkenin birliğe kabulünden önce, “eski” Avrupa Birli- ği’nin kalbi diyebiliriz) İspanya zaten en yüksek geçici küçülme oranları, düşük ücret, düşük sosyal harcamalar ve en yüksek işsizliğe sahipti. Şu an işsizlik aktif nüfusun %21’ine tekabül eden 5 milyon kişi civarında ve bunların büyük kısmı yardım parası almıyor. Tüm Euro bölgesinde 25 yaş altı işsizlik oranlarında %20 yüksek kabul ediliyorken, İspanya’da oran %44. Çalışan gençlerse çok düşük ücretlerle ve dönemsel işlerde istihdam ediliyor. Tüm bunlar gençleri aileleriyle yaşamaya zorlayan barınma sorunlarıyla daha da kötüye gider halde.
15-M’nin politik organizasyonları reddi, başta gençler olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin politik sistem ve onun temsilcilerine yabancılaşmasının bir yansıması. Bu durum sıradan insanlara yapılan ekonomik ve sosyal saldırılara ek olarak; politik yapıların yozlaşmışlıkları ve ikiyüzlülükleri düşünüldüğünde de kolayca anlaşılabilir. Ancak bu güvensizlik Avrupa’daki başka yerlerle karşılaştırıldığında “politika” ile daha az ilgilendikleri anlamına gelmiyor. Örneğin seçimlere katılma oranı Britanya’dan daha yüksek (%70’in üzerinde).
Sosyalist parti (PSOE) iktidarı ile ilgili hayalkırıklığı bilhassa derin. İşçi sı- nıfinın yaşam standartlarına ve iş yeri haklarına yapılan kapsamlı saldırılar partiye olan desteğin altını oydu ve yerel seçimlerde sağı güçlendirdi. Soldaki tek seçim alternatifi Komünist Parti- led Izquierda Unida’nın (IU, Birleşik Sol) PSO- E’nin düşüşünden çok yararlandığı söylenemez. Son yerel seçimlerdeki küçük artış dışında, oylardaki payı 90’ların ortalarından bu yana devamlı olarak düştü (96’da %10,5’ten 2008’de %3,7’ye). Bu durumun çeşitli sebepleri var. Nispi seçim sistemi olmasına rağmen seçimler ağırlıklı olarak iki ana parti ekseninde gerçekleşiyor ve seçmen genelde IU’ya verdiği oyun çöpe gideceğini düşünüyor. Ama daha önemlisi, IU sol retoriğine rağmen, Sosyalist Parti kuyrukçusu tavrı ya da bazı durumlarda neoliberal politikaları uygulayan yerel yönetimleri destekleme eğilimleri yüzünden kendisini gerçek bir alternatif olarak anlatmakta başarısız kalıyor. IU’nun solunda sadece Bask Bölgesinde ve daha az oranda Katalonya’da, radikal sol milliyetçiliği biçiminde ciddi bir seçim alternatifi bulunuyor. Antikapitalist sol ise fraksiyonlar halinde ve Fransa, Yunanistan, Portekiz ve Britanya’daki benzerleriyle karşılaştırıldığında oldukça güçsüz.
Sendikalar da aynı şekilde heyecan vermekten uzak. Çok az sayıda işçi (işgücünün %15’i civarında) sendikalara üye. Sendikalar üye aidatlarından ziyade, işyerinden seçilen delege sayılarına dayanan bir sistem üzerinden devlet yardımlarıyla finanse ediliyor. Bu seçimlerde tüm işçilerin oy kullanması -sendika üyesi olsun ya da olmasın- çoğu işçinin sendikalı olmaya ihtiyaç duymaması anlamına geliyor. Üyelerinin aidatlarıyla dahi bağı olmayan eskiden komünist bir liderliğe sahip CCOO (İşçi Komisyonları) ve Sosyalist UGT- işyeri delegasyonunun %85’inden fazlasını ellerinde tutuyorlar- ülkede başı çeken iki sendika.
Sadece büyük işyerlerinde ve kamu sektöründe sistematik olarak temsilci seçiliyor. Bu nedenle, gençlerin yarı zamanlı ve riskli işlerde sendikalılaşmak üzere bir araya gelmesi pek olası değil. Bu durum gençlik ile zamanının çoğunu devlet ve işverenlerle anlaşmalar yapmaya harcar görünen bürokratik yapı arasındaki mesafeyi artırıyor. Yine de şunu eklemek gerekir ki, benzer bir temsiliyet sistemine ve hatta daha az üyeye sahip olmasına rağmen Fransız sendikal hareketi işçi hakları konusunda bir tepki gerektiğinde çok daha iyi işliyor. Bu yüzden İspanyol sendikalarının özgül güçsüzlüğünü açıklarken, solun sınırlılığını da göz önünde bulundurmak gerekir.
PSOE hükümetinin krize verdiği tepki bankaları kurtarmak ve ekonomiyi canlandırmak adına başarısız bir teşebbüs olarak kalan nakit enjeksiyonu oldu. Ancak bu durum, krizi özel sektörden kamuya taşıyan olumsuz sonuçlar doğurdu. Bütçe açığı %10’un üzerine tırmandı. AB en fazla %3’lük bir açığa izin verdiği için, kamu harcamalarının azaltılması yönünde ağır bir basınç gelmesi yakındı. Başkan Jose Luis Rodriguez Zapatero neredeyse tüm kamu sektöründe ücretlerde %5 ‘ik bir kesinti yürürlüğe soktu ve 2010’un başlarında uzun erimli bir tasarruf paketi uygulayacağını duyurdu.
Cevap olarak sendikalar 29 Eylül 2010’da bir günlük genel grev çağırdı. Beş milyondan fazla işçi greve çıkarken, yüzbinlercesi gösterilere katıldı. 2002’deki genel grevden daha az sayıda olmasına rağmen işsizliğin işçilerin özgüvenindeki etkileri düşünüldüğünde gerçek bir başarıydı. Ancak sendika liderlikleri bu hareketlilikten kemer sıkma politikalarına karşı bir mücadeleyi yoğunlaştırmakta yararlanmak yerine, hükümetle görüşme yapmayı tercih ettiler. Sadece dört ay sonra sonuç, emeklilik yaşını 67 üzerine çeken bir anlaşma ve işten çıkarmaları imtiyazlı bir azınlık lehine kolaylaştıran bir işçi “reform”u oldu. CCOO ve UGT, sonucunda işçilerin kendilerini savunma yeteneklerini yıpratacak güçsüz bir pozisyon üzerinden toplu pazarlık görüşmelerine girdiler.
Politik olarak bağlantısız kitle hareketleri İspanya’da yeni değil. Örneğin, AB zirvesiyle aynı zamana denk gelen 2002 Mart’ında beşyüz bin insan, çoğunlukla sadece bu gösteriler için oluşturulmuş sosyal hareketler ve otonom kolektifler tarafından “sermaye ve savaş” a karşı Barcelona’ya yürüdü. Ardından 2006’da yüksek fiyatlı barınmaya karşı yapılan gösterilerin önünü açan mail ve SMS kampanyasını takip eden “V de Vivienda” (Barınma için B) ortaya çıktı. Tıpkı 15-M gibi bu hareket de gençlik üzerinden gelişiyordu ve kendisini “apolitik” olarak tarifliyordu. Fransa ve Yunanistan’la karşılaştırıldığında sınıf mücadelesi seviyesi düşüktü. Genel grev dışında, 2010 sonlarında hareketler oldukça küçük ve radikal sola indirgenmiş haldeydi. Kimse ne olacağını kestiremiyordu.
Hareket Yükseliyor
Çoğu kitle hareketi gibi, 15-M de “kendiliğinden” olmayan ama birbirini takip eden olayların sonucu olarak ortaya çıkan bir hareketti. 2002-4 arasında Irak Savaşı ve sağ kanat Partido Popular (PP) hükümeti karşıtı eylem tecrübeleri birçok gösterici için başlangıç noktası oldu. Benzer şekilde, V de Vivienda ve 20089 arasındaki Bolonya Süreci karşıtı öğrenci protestoları da 15-M’nin merkezini oluşturan deneyimli genç aktivistlerin çekirdeğini oluşturdu.1 29 Eylül genel grevi sendika yapıları dışında kalan gençlik kesiminin grev ve eylemleri örgütleyen yerel toplantılara dahil olmasını sağladı. Kesinti karşıtı platformlar grevden sonra bazı yerellerde bilhassa antikapitalist sol tarafından devam ettirildi. Örgütlenmeye dair bu deneyim özellikle Barcelona’da 15-M’yi besledi.
Bu sürece katkıda bulunan diğer etkenler de 2010 sonunda eski tüfek Fransız aktivist Stephane Hessel’in müjdeleyici kısa kitabı “Indignez-vous!”un yayın- lanışı ve asıl olarak illegal internet indirmelerini durdurmayı amaçlayan ve adını Kültür Bakanı Angeles Gonzalez-Sinde’den alan “Sinde” yasasının 2011 Ocak’ta geçmiş olmasıydı. Daha önemlisi, Arap Devrimleri karşı koymanın mümkün olduğuna dair inancı körükledi. Tahrir Meydanı işgali özellikle ilham verici bir direniş örneği haline geldi. Ardından Mart’ta, “güvencesiz gençlik”in talepleri Portekiz’de internet üzerinden yayıldı ve Lizbon’da 250.000 kişilik olağan dışı bir katılımla gösteriler düzenlenmesine yol açtı. Bu hareket Madrid’de sosyal medya üzerinden 7 Nisan’da 5.000 kişinin katıldığı bir gösteriyi organize eden Jove- nes Sin Futuro (geleceksiz gençlik) hareketine ilham verdi. Gösterilerin sloganı ise “İş yok, ev yok, emeklilik yok: O halde korku da yok”tu.
Bu gelişmelerle birlikte, önce PP Murcia bölgesel yönetimi ardından da sağ kanat Katalan yönetimince yapılan sosyal harcamalardaki kapsamlı kesintiler işçi direnişlerinin yükselişini önemli ölçüde tetikledi. Katalan hükümetine karşı protestolar beklenmedik şekilde sendika liderliklerini çiğneyerek hastane çalışanlarını da kapsayan ve Barcelona’da kaosa neden olan yol kapatma eylemleriyle devam eden büyük bir direnişe dönüştü. İlerleyen günlerde, büyük sendikalardan bağımsız irili ufaklı ama sürekli gerçekleştirilen protesto ve yürüyüşler yaşandı. CCOO ve UGT Katalan hükümet binası önünde 14 Nisan’da 20.000 kişinin katılacağı simgesel bir protesto çağırdı. Bunu 14 Mayıs’ta 50.000’in üzerinde Bar- celona’da kesintiler karşıtı yürüyüş izledi.
7 Nisan protestosunun başarısı, Jovenes Sin Futuro hareketine “Democra- cia Real Ya” (gerçek demokrasi hemen) grubu ile birlikte gösteriler düzenlemek için ilham verdi. Sonraki eylem programı, yolsuzluğu ortadan kaldırmayı ve vatandaşların katılımını artırmayı hedefleyen bir seçim reformu gerekliliğini merkezine koyuyordu. Eylem tarihi, 22 Mayıs yerel seçimlerinin hemen öncesinde 15 Mayıs olarak belirlendi. Tıpkı 7 Nisan protestosu gibi, 15 Mayıs gösterileri de beklenenden çok daha büyük oldu (Madrid’de 20.000 ve Barcelona’da 15.000).
Ertesi gün, Madrid’teki gösterilerdeki tutuklamaları protesto etmek amacıyla Puerta del Sol’un merkezi küçük çapta bir işgale sahne oldu. Polisin göstericileri şiddet kullanarak dağıtma çabasına rağmen, yüzlerce gösterici dayanışma çağrısında bulundu ve ilk kamplar oluşturuldu. Aynı haftanın sonunda, ülke çapında tahminen 120 kadar böylesi kamplar kurulmuştu. Günlük işler kitle toplantılarında alınan kararlar doğrultusunda, hatta çoğu durumda oy birliği ile, gerçekleştiriliyordu. Yiyecekten sağlık ihtiyaçlarına, temizlikten hukuki yardıma, hareketin nasıl yayılacağından taleplerin düzenlenmesine kadar birçok konuda komisyonlar oluşturuldu. Katılım daha önce hiç bir yerel toplantı ya da platformda görülmemiş düzeyde yüksekti (Barcelona’da ve Madrid’te 10.000’in üzerinde). Uluslararası gelişmelere de bu kamplarda büyük önem veriliyordu. Madrid’deki kampta Mısır bayrağı dalgalanırken, Barcelona’da Plaça Catalunya 3 alana bölünmüştü: İzlanda, Filistin ve Tahrir. Yunan bayrağı da yine gösterilerde ellerden düşmüyordu.
Politik aktörlerin tepkileri ise biraz daha karmaşıktı. PSOE belki de 22 Ma- yıs’taki yerel seçimlerde kötü bir senaryonun gerçekleşmemesi umuduyla daha ılımlı bir yaklaşımı benimsedi. Kasım’daki seçim listesinin başındaki isim Alfredo Perez Rubalcaba bir anda seçim reformundan ve yüksek vergilerden bahsetme ihtiyacı duymaya başladı. Sağ ise başta bu hareketliliği seçimleri boykot etme ihtimali olan potansiyel sol seçmenlerden ibaret var sayarak kendilerine yarayacağını düşündü. Ancak bu yararlılık algısı, hareketin boyutunun netleşmesi ve eleştirilerin var olan tüm politik ve ekonomik sisteme yönelmesiyle değişti. PP’nin derhal hareketi bastırması gerekiyordu.
Hareketin karşısına çıkan ilk engel, merkez seçim bürosunun hareketin oluşturduğu kampları, ellerinden geldiğince seçim sürecine müdahale ederek, 21 Ma- yıs’tan önce dağılmaya zorlaması oldu. 20 Mayıs gecesi, on binlerce insan kampların doğduğu meydanlarda toplandı. Yetkililer yasaklarını sürdürmekte başarısız kaldılar. Bu zafer, hareketi daha da güçlendirdi ve anketlere göre halk desteği %80’i buldu.2 Sağın 22 Mayıs zaferi ise hareketi güçsüzleştirmekte ya da 15-M’nin harekete geçirdiği sol fraksiyonları demoralize etmekte başarısız kaldı. Hareket ayrıca, İspanyol konsolosluklarındaki grevciler ve yurt dışında yaşayan İspanyol gençlerin organize ettiği protestolarla uluslararası bir hal de aldı. Daha da önemlisi hareketin oluşturduğu kamplar Yunanistan’da da oluşturulmaya başlandı.
Madrid’deki kamplar medyanın dikkatini çekmeye başladığı sıralarda, hareket Barselona’da iktidarla ciddi biçimde uğraşmak zorunda kaldı. 27 Mayıs sabahı erken saatlerde, özel tim Plaça Catalunya’da Şampiyonlar Ligi Finali nedeniyle meydanın “temizlenmesi” ve “tehlikeli maddelerin” çıkarılması gerektiği gibi sebeplerle ağırlıklı olarak gençlerden oluşan yüzlerce kişiyi kamp alanından çıkarmaya başladı. Barışçıl yollarla direnmeyi denediler, ancak polisin sert müdahalesiyle karşılaştılar. Gün devam ederken, yüzlerce genç meydanı geri almak için yeniden toplandı. Bu direnişin etkisi Barselona’da olduğu kadar ülkenin geri kalanında da büyük heyecan yarattı. Aynı akşam, 20.000’den fazla insan, pasif şekilde de olsa toplanmaya destek vermek ya da katılmak için alanda ya da çevresinde bir araya geldi.
Bunlar olurken, hareketlilik kampların dışında da yükselmeye başladı. Özellikle 15-M’den aktivistler ödenmeyen mortgage kredileri sebebiyle evden çıkarmaları durdurmak için harekete geçtiler. Direnişteki işçilerle bağ kurmak ya da işsizler ve çalışanlarla protestoları organize etmek için alınan inisiyatiflere verilen yanıt muhteşemdi. Barcelona’da hastane çalışanları, öğretmenler ve itfaiyeciler yürüyüşlerini merkez kampta noktalıyordu. Barcelona’da beş farklı hastanede yaşanan kesintilere karşı protestoların hemen öncesinde 24 saat açık kamplar oluşturuldu. Yeni seçilen yerel yöneticilerin göreve başladığı sırada belediye binası önünde kitlesel ve coşkulu protestolar organize edildi.
Haziran başlarında belirsizlik içindeki kampların kendini daha fazla devam ettiremeyeceği görüşü kabul görmeye başladı. Daha da önemlisi, aktivistlerin büyük kısmında 15-M’nin şehir merkezlerinden çıkması gerektiği görüşü egemen oldu ve birçok kamp kapatıldı.
Hareket, 15 Haziran’da Barcelona’da Katalan yönetiminin kamu harcamalarında %16’lık kesintiyi oylayacağı binaya milletvekillerinin girişini engellemek üzere toplandığında yeni bir testten geçmiş oldu. 4.000 göstericinin girişlere ulaşması engellenmeye çalışıldı. Katalan başbakanı ve diğer yöneticiler helikopterle gelmek zorunda kaldılar. Kalan milletvekilleri ise göstericilerin sloganları arasında içeri girmek durumunda kaldı. Birçoğu yakınlardaki hayvanat bahçesinin arka kapısından geçmeyi tercih etti. Bu gösteriler sırasında polislerin provokasyonu ile çıkan küçük olaylar hem Katalan Hükümeti hem de medya tarafından hareketin meşruiyetini kaybetmesi için şişirilerek kullanıldı.
Harekete karşı girişilen ablukanın en kepaze hali, sağ ve sol tüm partilerin katılımıyla “demokrasiye saldırı” diyen bir deklarasyonun imzaya açılmasıydı. Liberal sol basından öfkeden kudurmuş sağa kadar hepsi: “beklendiği üzere, şimdiye kadar sürdürmekte olduğu barışçıl halini aşırılığın paravanı olarak kullanan hareketin artık sonunun geldiğini” yazıyordu. Ancak 19 Haziran’da hareket bitmek bir yana -200.000’i Barcelona’da olmak üzere bir milyonluk bir gösteri ile- gerilemekten bile ne kadar uzak olduğunu gösterdi:3
Sınıf ve Siyaset
Gençler 15-M aktivistlerinin çoğunluğunu oluşturuyordu. Bunlar üniversiteli ya da yeni mezun olmuş işsiz ya da istediği gibi bir iş bulamamış 25-30 yaş arası gençlerdi. Ancak hareket bu kesimden daha fazlasını temsil ediyordu. “Orta sınıf” iddiaları sınıfı yanlış anlamanın da ötesinde harekete katılan gençlerin çoğunun düşük ücretli part time işler dışında bir gelecek umudu olmadığını görmezden geliyor.
Bazı otonomistler gibi onları “güvencesizler” olarak ifade etmek de, hareketin sınıf tabanını anlamakta pek yardımcı olmaz. Sınıfın çekirdeğiyle ilişkileri akışkan bir durumda, yüksek orandaki işsizliğin yanı sıra gençlerin %67’si de geçici işlerde çalışıyor. Yani hem hareketi destekleyenler hem de göstericiler işçi sınıfının geniş spektrumunu temsil ediyor. 19 Haziran günü Madrid ve Barcelona’da- ki en büyük kortejler işçi sınfının en farklı uçlarına aitti. Bu 15-M’in artık semtler ve çalışma alanlarıyla kurduğu bağın göstergesiydi.
Bu noktada, hareketin içinden bazıları tarafından ya da yoğun olarak medyanın öne sürdüğü gibi hareketin “apolitik” yani “ne sağ ne sol” olduğu fikrini ele almak istiyoruz. Eğer politik olandan günlük hayatımızdaki güç dengelerini değiştirmek için mücadele etmeyi anlıyorsak, gerçek olan şu ki hareket oldukça politik. Göstericilerin azımsanmayacak bir kısmı, %38’i, hareketi şu anki sistem içinde bir “kırılma” olarak niteliyor. Bu oran organizasyon komitelerinde %43’e kadar çıkıyor. Geri kalan ise “reformist” demeyi tercih ediyor. Üstelik hareketin taleplerine yüzeysel bir bakış bile 15-M’nin sol olduğunu açıkça gösteriyor.4
15-M’yi otonomist fikirler belirliyor. Partilerin reddedilişi ve yeni bir “sosyal meşruiyet”5 yaratan internet sayesinde kolaylaşan kendiliğinden örgütlenme ve oy birliğine dayanan demokraside ısrar etme durumu yaygın ve olağan. Genel olarak, hareketin yansıması olan birbirinden bağımsız üç ayrı eğilim var. Özellikle aktivistler arasında ağırlıklı olan -gösterilerdeki sloganlar, kamplar ve toplantılardaki taleplerde yansımasını bulan- antikapitalist eğilim. Bu eğilimin yanında daha sert otonomistler bulunuyor -kampların kendi sonları olduğunu düşünen, hem Barcelona hem de Madrid’te yayılmasını sağlayan, çoğunluk kararlarını görmezden gelen bir eğilim de mevcut. Bu eğilim gecekondu hareketi içinde, yeni ak- tivist azınlık ve büyük kampların cazibesine kapılan evsizler arasında güçlüydü. Üçüncü eğilim ise; daha ziyade “Gerçek demokrasi, hemen”in savunduğu ‘etik devrim’di. Bu eğilim, parlamento ayrıcalıklarının yok edilmesini, eşitliğe dayalı bir toplumu, “kültürel faaliyetlere bedava erişimi”, çevresel sürdürülebilirliği ve “herkes için refah ve saadet”i amaçlıyordu.
Puerta del Sol kampından gelen daha özgün talepler ise: bankalara yapılan fi- nansal yardımların iptali, zenginlere daha yüksek vergi uygulanması, kurumsal işlemler için vergilendirme, özelleştirmelerin iptali, kamu sağlığı kalitesinin korunması, eğitim ve ulaşım hizmeti, patronlardan yana olan iş kanunun revize edilmesi, ücret ve emeklilik hakkının sürdürülmesi.6
Barcelona kampı Madrid’e kıyasla daha radikaldi ve programında “dünyayı tamamen değiştirmeyi” hedefleniyordu. “Asgari taleplerimiz” başlıklı listeleri; “sosyal denetim” altında bankaların kamulaştırılmasını, göçmen yasasının geri çekilmesini, yurttaşlarca onaylanmış katılımcı bir bütçeyi, “büyük ölçekli” konularda (AB direktifleri gibi) bağlayıcı ve zorlayıcı referandumlar yapılmasını ve ekonominin “toplum hizmeti” için olması gerekliliğini içeriyordu.7 Tüm bu genel istekler daha detaylı hale getirildi ve benzer programlar diğer kamplarda da ortaya çıktı.
15-M’nin taleplerinin merkezinde “gerçek demokrasi” vardı. Oldukça haklı bir şekilde hareket devamlı olarak dikkatleri PP’nin seçimleri, seçmenlerin sadece %23’ünün desteği ile “kazanmış” olduğu gerçeğine çektiler. PSOE’nin gerçek demokrasinin ancak liberal model olduğu ısrarı ise “piyasanın” taleplerine teslim olması karşısında onu gülünç hale getiriyordu. Gerçek demokrasi sadece ayrıcalık ve yolsuzlukların sonu anlamına gelmiyor; aynı zamanda sıradan insanların kendi temsilcilerini denetleyebilmeleri ve günlük toplumsal hayata müdahale edebilmeleri anlamına geliyor. Ne var ki böyle bir demokrasi ancak 1871 Paris Komünü’nde, 1917 Rus Devrimi’nde, 1936 İspanya Devrimi’nde ve diğer devrim anlarında gerçekleşebildi.
Direniş Sürüyor
15-M’nin doğuşuna yol açan toplumsal koşullar kötüleşiyor gibi görünüyor. Devletin kamu sektörüne ve işçilerin yaşam standartlarına saldırılarına rağmen, bütçe açığı 2010’da bir önceki seneye oranla ancak 0,2 puan düşerek 9,2’ye gerileyebildi. Ancak, 2013’te bu oran 3 puan daha düşürülmek zorunda. Bu koşullar nedeniyle PSOE genel seçimleri 20 Kasım’a erteledi. Bu durum 15-M ve sendikalara karşı politikaları ile bilinen ve daha da keskinleşecek olan PP hükümetinin önünü açabilir.
Tüm göstergeler, hareketin ümitsizliğe kapılmaktan uzak olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yaz boyunca eylemler katlanarak büyüdü. 23 Temmuz’da ülke çapında Madrid’e doğru beş koldan yürüyüş yapıldı. Binlerce kişi “Bu kriz değil, sistemin kendisi” sloganıyla gösteriler düzenledi.
Bu hareketin ardından gelen temel soru 15-M’nin kendi devamlılığını sağlarken taleplerini kazanıp kazanamayacağıydı. Diğer bir soru ise nasıl ve hangi toplumsal araçlarla bunu başarabileceklerdi.
Hareketin daha ileri gidebilmesi için devleti ve ekonomik gücün merkezini baskı altına alan bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Bu, finansal kurumları ve ana siyasi partileri hedef alan, sistemin işleyişini baltalayan sivil itaatsizlik eylemlerinin geliştirilmesi anlamına geliyor. Polis karşısında pasif direniş ısrarı 15-M içinde büyük destek buluyor; ancak hareket şiddetle karşılaştığında çok fazla savunmada kalmak gibi bir tehlike içinde. Bu yüzden her türlü şiddetin sorumlusunun devlet ve onun güvenlik güçleri olduğunu göstermekte ısrar etmek gerekiyor. Aslında “şiddet” kar için işsiz ve evsiz bırakılmak, hastanelerin kapatılması ve doğanın tahribi değilse nedir ki?
İlerleyebilmek için çok çeşitli durumlara uyabilecek basit ve anlaşılır bir talepler listesi ya da program geliştirmek de gerekiyor. Toplantılarda böyle programlar mevcut, ancak bunlar uygulanabilir olduğu müddetçe taleplerin dikkate alınması sağlanabilir. Örneğin, şu an sadece borçların iptali ve bankalara verilen paraların geri alınması talebi ya da kesintilere hayır demek yetmiyor aynı zamanda yapılan kesintilerin yeniden gözden geçirilmesi üzerinde de ısrarcı olmak gerekiyor.
Taleplerin kazanılabilmesi için sivil itaatsizlik tek başına yeterli olmuyor. Hareket, işçi sınıfı içinde kök salabilecek gerçek fırsatlar yarattığı ve karar verici bir mekanizma oluşturduğunu kanıtladığı müddetçe yayılabilecek ve çalışma alanlarıyla bir bağ kurabilecek.819 Haziran gösterisi bu tür bir bağın kurulduğuna dair bir işaret veriyor. Doğrudan “Avrupa refah devletinden geriye kalanlardan ibaret” ve “euro pact projesi”ne karşı yapılan gösterilerle, hareket siyasi partilerin meşruiyetini sorgulayan anketler yapmanın ötesine geçti.9 Artık birçok gösterinin temel sloganı haline gelen genel grev çağrısı ile antikapitalist sol, sınıfla bağ kurma yönünde bir oryantasyonu önemser oldu.
Bu aşamada, sendikal destek olmaksızın genel grev talebi en iyi ihtimalle bir propaganda ya da en kötü ihtimalle aşırı solun bir kandırmacası olmanın ötesinde bir şansa sahip değil. Ancak hareketin dinamikleri ve kitlesel tabanı düşünüldüğünde böyle bir çağrı çok da zorlama değil. Ayrıca hareket tüm örgüt formlarına kendini açıyor. Çoğu aktivist, örgütlü işçiler ya da sendikalar olmadan bir genel grevin anlamsız olacağını kabul etmiş durumda. Ancak bu noktada yürütülen tartışma yukarıdan aşağıya sendika bürokrasisinin organize ettiği geçmiştekilere benzer bir günlük grevlerden farklı bir şey yapmak gerekliliği üzerine. Çoğu genç olan kitlelerin iş yerleri önündeki toplantılara ve diğer örgütlenme formlarına dâhil edilmesi grevin desteklenmesi ve yayılması açısından kilit bir öneme sahip. Bu yolla 15-M grevin içine çekilebilir ve çalışma alanlarıyla sağlam bir bağ kurulabilir.
Sendikal liderlikler başka bir genel grev çağrısı daha yapmayı reddediyorlar. Bunun nedeni geleneksel muhafazakârlıkları olduğu kadar 15-M’nin liderliğini yapacağı bir hareketin kontrollerinden çıkma olasılığından korkuyorlar. Tüm kızgınlıklarına rağmen, gelecek seçimlerde PSOE’nin şansını azaltma endişesi de grev çağrısı yapmamalarına yol açıyor. 15-M’ye bürokrasiyi harekete geçirmesi yönünde basınç uygulaması için yoğun bir destek var. Bu yüzden bir iş bırakma eylemi için CCOO ve UGT’yi toparlamak gerek ki şu an bu yapılıyor.
Hareketin işçi örgütlerine aşağıdan yapılanmayla ilgili ilham verme potansiyeli oldukça güçlü. Örneğin, Madrid’te öğretmenlerin düzenlediği toplantıya Temmuz sonunda tatil henüz başlamış olmasına rağmen binlerce kişi katıldı. Bu militan atmosfer üzerindeki 15-M’nin etkisi açık ve beklenen yeni akademik yılın kesinti karşıtı bir grevle başlaması.10
Genel grev çağrısı işçi hareketine odaklanma ve devletle çatışma açısından ileri bir adımı temsil etmesine rağmen her soruna derman olmayacaktır. 15-M’nin başka türlü gösteriler organize etmesi de oldukça önemli. Hastanelerin dışında kurulan kamplar kapatılma tehdidiyle yüz yüzeyken, tahliyelere karşı büyüyen kampanya krizin etkileriyle mücadele edebilmek için oldukça görünür ve verim- li.11 Çevik kuvvetin tahliyeler sırasında artan kullanımı komşularını destekleyen yerel insanlara uygulanan şiddet de düşünüldüğünde ancak hareketin daha da ra- dikalleşmesine neden oluyor. Madrid’te polisin göçmenlere saldırısının durdurulmasında olduğu gibi bu tür olayların genelleştirilmesi gerekiyor. Her şeyin ötesinde, 15 Ekim’de kesintilere karşı ve gerçek demokrasi için dünya çapında bir gösteri çağrısı, harekete önemli bir dinamizm katıyor ve alan açıyor.
Son olarak politik liderlik anlayışı ile ilgili bir “lider” olmaksızın hareketin nasıl olabildiği sorusunun yanıtlanmasına ihtiyacı var. Burada öncelikle ‘politik’ ve “liderlik” kelimelerini netleştirmek gerekiyor. İspanyol anarşistleri arasında “politika”nın kitlelere yabancı olduğu ve ancak sisteme hizmet ettiği fikri tarihsel olarak yaygın bir görüş. 1931-37 Devrim tecrübesi “politik” olanı aşmanın mümkün olduğunu anlatan derslerle dolu -isyan politikalarından iç savaş öncesi anarşistlerin savunduğu seçimleri boykot politikasına, “apolitik” CNT’nin 1936’da burjuvaziyle işbirliği yapan liderliğine kadar.12 “Liderlik” değil, bu liderliğin “politikaları” yenilginin kaynağıydı. 15-M söz konusu olduğunda ise “liderlik”, toplantılarda alınan demokratik kararlar ve organizasyon komitelerinin, kolektif yapıların ya da bireylerin önerilerinde varlık buluyor.
Parti ve sendikaların güvenilirliklerini kaybetmeleri biraz da gösterilere katılanların kontrolleri dışında bu örgütlerce zorla ‘temsil’ edildiklerini düşünmele- riyle ortaya çıktı. Barcelona’da 14 Mayıs’ta sendika liderliği altında gerçekleşen gösterilerde sokaklara 50.000 insan çıkarken, 15-M’nin 19 Haziran’daki benzer taleplerle yaptığı çağrıya bunun beş katı kadar ve daha militan bir kitle katılıyordu. Bu gösteri, “kimse bizi temsil etmiyor” diyerek sol parti ve sendikaların tanınmaması döneminin başlangıcıydı. Antikapitalist solun bu fikirle anlaşmak zorunda olması ise kendileri için içinden çıkılması zor yeni bir sorun. Örgütlü devrimciler, onlara karşı pek de dostça görünmeyen harekete müdahil olabilmek için yollar bulmak zorunda. Bu, yapılanlara göz dikmeden hareketin fikirlerine açık olmak anlamına geliyor. Bu, hareketin yapısına ve yürütmelerine saldırmadan, bağımsız bir katılımla hareketin lehine çok çalışmak (yayın satışı ve dağıtımı, toplantı ve tartışmalar örgütlemek) anlamına geliyor.
Liderlik, hareketi manipüle etmek değil, öneri ve argümanlarla ona şekil vermek anlamını taşıyor. Sınıftan bağımsız olmayan bir sosyal değişim aracı nasıl olur temel sorusunu tartışarak şekil vermek. 15-M’nin banka desteklerine son verilmesi, kamu hizmetlerinin korunması ve krizin faturasını zenginlerin ödemesi talepleri sistemle bir bütün olarak çatışma ihtiyacını ortaya koyuyor. Krizin devam ediyor olması ve sağdan gelen tehditler ise bu çatışmanın daha da süreceğinin bir kanıtı.
Çeviren: Nesrin Yumak
Notlar
1 Avrupa’daki üniversiteleri birleştirmeyi ve piyasaya uyumlu hale getirmeyi hedefleyen plan.
2 Şu an %65 civarına ‘düştü’.
3 Gösteri listesi için bkz www.socialistworker.co.uk/art.php?id=25201
4 Politik kimlik sorulduğunda aşırı solu da temsil etmek üzere 1 ‘den 10’a kadar puan verilmesi istendiğinde 2008’deki 4.56’lık halk arasındaki ortalamayla karşılaştırıldığında 15-M içinde ortalama 2.84.- Publico, 17 Temmuz 2011
5 Requena, 2011, s41-42 6: Taibo, 2011, s42 7: Viejo, 2011,s58-65. 8: Sans, 2011. 9: Pastor, 2011. 10:Robson, 2011. 11: Simon, 2011. 12: anarko-sendikalist sendika.
Referanslar
Pastor, Jaime, 2011, “El ‘Estado de Rebelion’ Llego para Quedarse”, Viento Sur, s 115. Requena, An, and others, 2011, Las Voces del 15-_M_ (Los libros del lince). Robson, Sam, 2011, “Defensa de la Educacion Publica en Madrid: ‘Este ano el curso no empieza'”, www.enlucha.org/site/?q=node/16260
Sans, Joel, 2011, “De la Indignacion a la Revolucion: Los Retos de un Nuevo Movimien- to”, www.enlucha.org/site/?q=node/16057
Simon, Oscar, 2011, “Las Victorias del #15M”,www.enlucha.org/site/?q=node/16250 Taibo, Carlos, 2011, Nada Sera Como Antes. Sobre el Movimiento 15-_M_ (Catarata). Viejo, Raimundo (ed), 2011, Les Raons dels Indignats (Portic).