Chris Stephenson’ın Marx21’in 6. sayısı için kaleme aldığı makale
Foto: http://shiftdelete.net/filistin-israil-droneunu-alt-etti-53848
Korsan devletle bütün ilişkiler sonlandırılmalı
Chris Stephenson
Bir kaç tanım
Yahudi: Yahudi dini inançlara sahip olan biri, ya da annesi Yahudi olan biri. Ateist Yahudiler de var.
İsrailli: İsrail devletinin bir vatandaşı. Yahudi olabilir ya da Hristiyan ya da Müslüman inançlara sahip bir Filistinli olabilir. İsrail vatandaşlarının %20’si Yahudi değil.
Siyonizm: Yahudiler’in hakim olduğu, başka inançları ikincil rolde tutan bir devletin Ortadoğu’da kurulmasını destekleyen bir fikriyat.
Yahudi düşmanlığı (Anti-semitizm): Yahudiler’e, Yahudi oldukları için ırkçılık yapmak, ayrımcılık yapmak, saldırmak, öldürmek.
Bu dört kategoriyi birbirinden ayrı düşünmek gerekiyor. Çünkü her Yahudi İsrailli değil, her İsrailli de Yahudi değil. Her İsrailli siyonist değil, her siyonist de Yahudi değil.
Siyonizme karşı olan herkes Yahudi düşmanı değil, ama Yahudi düşmanları siyonist olabilir.
Örneğin köktenci Hristiyan Amerikan sağı ABD’nin en cevval ve kalabalık siyonist lobisidir. Yakın geçmişe kadar yoğun Yahudi düşmanı söyleme sahip olan Avrupa faşistleri, artık İsrail devletini destekliyor. Front Nationale genel başkanı Marie Le Pen için Nazi soykırımı “tarihin bir ayrıntısı”dır. Aynı partinin yeni genel başkanı olan kızı Marine Le Pen ise İsrail’i destekliyor. İngiltere’de English Defence League yataklarının altında Hitler portrelerini saklayan açık faşistlerden oluşur. Bunlar Gazze’ye destek eylemlerine saldırıyorlar; hatta bunu yapmaları için siyonistler tarafından destekleniyorlar. Örnekler çoğaltılabilir.
İsrail’in kuruluşu emperyalist bir girişimdir
Siyonistler en başından itibaren İngiliz hükümeti ile anlaşmışlardı. 1917’deki Balfour Genelgesi (Balfour, dönemin İngiltere’sinin Dışişleri Bakanı’ydı) Filistin’de, İngiltere’ye sadık kalacak bir Yahudi ulusal yurdunun kurulmasını öngördü. Balfour ile anlaşan siyonist lider Weizmann böyle bir Yahudi yurdunun “Süveyş Kanalı için etkili bir bekçi” olabileceğini yazıyordu. 1920’de Winston Churchill “bölgede İngiltere’ye bağlı 3-4 milyon Yahudi barındıran bir devletin Britanya İmparatorluğu’nun çıkarlarıyla tam bir uyum içinde” olacağını belirtiyordu.
İkinci Dünya Savaşı İngiltere’nin bütün gücünü emdi. Ancak İsrail projesi bu sefer ABD tarafından üstlenilecekti; ABD Britanya’nın açtığı yolda aynen devam etti.
Avrupa’daki Yahudi düşmanlığından kaçan Yahudiler
Rusya ve Doğu Avrupa’da zora giren eski rejimler ayakta kalmak için dönem dönem yapılan pogromlar eşliğinde toplumdaki Yahudi düşmanlığını kaşıyorlardı. Bazı Yahudiler devrimci harekete katıldı. Troçki ve Rosa Luxemburg bunların en önde gelen örnekleridir. Weizmann bir keresinde şöyle yazmıştı: “[Rusya’daki] Siyonist hareket en iyi Yahudi gençleri kazanamadı; Yahudi öğrencilerinin neredeyse hepsi devrimci olmuş”.
1880-1929 arasında yaklaşık 4 milyon Yahudi baskılar ve pogromlar yüzünden Doğu Avrupa ve Rusya’dan kaçtı. Ama bunların çoğu siyonistlerin isteğinin aksine Filistin’e gitmedi. Bu dönemde Yahudi göçmenlerin sadece %3’ü (120 bin kişi) Filistin’e gitti; ezici çoğunluğun yolu ise ABD’ye düştü.
Filistin diye bir yer
Birinci Dünya Savaşı sonunda Filistin’de 56 bin Yahudi ve 1 milyon Filistinli yaşıyordu. Ondan sonraki 5 yıl içinde göç Yahudi nüfusunu 120 bine çıkardı. Yine de Yahudiler küçük bir azınlıktı; toplam nüfusun sadece % 11’i.
Siyonist mitolojide Filistin diye bir yer olmadığı iddia edilir. Buna göre Filistin, İngiltere’nin bir sömürgesiydi. Ama herkes, ister Yahudi olsun, ister Arap bu yerin Filistin olduğunu kabul ediyordu. Kendi parası bile vardı.
Para üzerinde 3 dil var. Sömürge gücünün dili İngilizce, nüfusun çoğunluğunun dili Arapça ve Yahudi azınlığının dili İbranice.
Ama Filistin’in varlığı sadece sömürgecilerin parasından ibaret değildi. Ulusal bir bilinç de vardı. Filistinliler İngiltere’nin destek olduğu göçe ve sömürgeci iktidarına karşı direniyorlardı. İngiliz ordusu her zaman Araplar’a karşı mücadele veriyordu.
1936 yılında Filistin Genel Grevi patlak verdi. Bu İngiltere’nin hakimiyetine karşı bir isyandı. İsyanın ana sloganı “Filistin’e Bağımsızlık” idi. Grev, bütün ekonomik faaliyetleri durduracak kadar yaygınlaşmıştı. İngiliz Ordusu’nun cevabı şiddetli oldu. Olağanüstü hal ilan edildi. 20 bin İngiliz askeri Filistin’e getirildi. Grev liderleri tutuklandı. Haifa’da eski şehir içinde grev çok güçlüydü. Daha sonra siyonist devletin sık sık tatbik edeceği bir yöntem ilk olarak İngilizler tarafından kullanıldı: Yüzlerce Filistinli’nin evi dinamitle havaya uçuruldu.
İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Filistin köylerini bombaladı ve daha önemlisi siyonistlerin özel ordusu Haganah İngilizler’le beraber ilk eylemlerini yaptı.
Genel grev 6 ay sürdü. O ana kadar dünyanın en uzun süren genel grevi idi. Direnişler 1937 yazına kadar bir sene daha devam etti. 5 bin Filistinli’nin evi dinamitle yok edildi, 4 bin Filistinli hapsedildi, sadece bir hapishanede 148 Filistinli idam edildi.
Bu mücadele Araplar’la Yahudiler arasındaki bir kavga değildi; Filistinliler’in İngiltere’ye karşı mücadelesiydi ve siyonistler İngiltere’ye yardım ediyordu. İsyanı bastırmak için Britanya İmparatorluğu’nun askeri gücünün üçte biri kullanıldı. İsyan bastırıldıktan sonra İngiltere hükümeti ilk defa Filistin’i bölmekten bahsetmeye başladı.
Nazi soykırımı
Soykırımın korkunçluğunu anlatmaya gerek yok. Romanlar, eşcinseller, komünistler, zihinsel engelliler, sendikacılarla beraber 6 milyon Yahudi katledildi.
Prag yakınlarında Terazin isimli bir toplama kampı var. Burası bir ölüm kampı değildi (ona rağmen 135 bin Yahudi orada açlık ya da hastalıktan öldü). Günümüzde kampın küçük bir müzesi var. Ağlamadan o müzeyi gezmek mümkün değil. Müzede kampta tutulan çocukların eğitim çalışmaları var. Ve her resmin, şiirin ve hikâyenin yanında bir çocuğunun ismi, doğum tarihi, ölüm tarihi ve öldürüldüğü yer yazılı. Naziler her şeyi kayıt altında tutmuş olduklarından önümüzdeki resmi çizen çocuğun hangi yaş gününde gaz odasında öldürülmüş olduğunu öğrenebiliyoruz.
Nazi rejiminin Yahudiler’e çok kötü şeyler yapacağı savaşın öncesinde belliydi. Ona rağmen 1924’ten itibaren ABD, Yahudi (ve diğer) mültecilere kapılarını kapatmıştı; tıpkı İngiltere gibi. Soykırımın doruk noktası olan 1943 yılında ABD sadece 4.705 Yahudi mülteci kabul etti.
Siyonistler de mültecilerin Filistin’den başka bir yere kabul edilmelerine karşı çıkıyordu. 1938 yılında İngiltere’de, binlerce Yahudi Alman çocuğu kabul etmeye dönük bir plan tartışılıyordu. Siyonist lider David Ben Gurion bu plana karşı çıktı. “Çocukların hepsini İngiltere’ye getirerek kurtarmak mümkünken, sadece yarısını İsrail’e gönderebiliyorsak ben ikinci seçeneği tercih ederim. Sadece çocukları değil milletimizin kaderini de düşünmek lazım.” Sonunda o çocukların hepsi soykırımda öldü ve David Ben Gurion İsrail’in ilk Başbakanı oldu.
Hem ABD hem İngiliz hükümeti ölüm kamplarına giden demir yollarını bombalamayı reddetti. Yahudiler’in katledilmesi umurlarında değildi. Aslında her iki egemen sınıfta da derin bir anti-semitizm vardı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası
Avrupa’da sağ kalan Yahudiler’in önemli bir kısmı kendilerini mülteci kamplarında buldu. Siyonistler bu mülteci Yahudiler’in Filistin’e gönderilmesi için baskı yapıyordu. Kampları ziyaret eden bir siyonist ajanı olan Chaplain Kausner mültecilerin çoğunun ABD’ye gitmek istediğini öğrendi. Raporuna “Bunları Filistin’e zorla göndermek gerekecek” yazdı.
İsrail devleti kuruluyor
Britanya İmparatorluğu savaş bittiğinde tükenme noktasına gelmişti; dünyanın yeni patronu artık ABD’ydi.
Filistin’de siyonistler teröre başvuruyordu. İrgun teşkilatı Kudüs’teki King David Oteli’ni dinamitle havaya uçurarak 91 kişiyi öldürdü. Eylem emrini İrgun lideri Menachem Begin vermişti. Menachem Begin daha sonra İsrail’in altıncı başbakanı olacaktı.
ABD Birleşmiş Milletler’de belirleyici güç idi. ABD, Filistin’i siyonistler ve Filistinliler arasında bölme planını BM Genel Kurulu’ndan geçirdi. 1947’de Filistin’in Yahudi nüfusu %30’a kadar yükselmişti. Buna rağmen siyonist devlete Filistin topraklarının yüzde 55’inin verilmesi planlandı. Ama burada bir sorun vardı. 400 bin Arap, Yahudi devletinin sınırları içinde kalacaktı; neredeyse Yahudiler kadar. Filistin devletinde 750 bin Filistinli yanında sadece 10 bin Yahudi olacaktı.
Toprak paylaşımının korkunç bir mantığı vardır: Siyonistler toprak istiyor, ama üstünde yaşayan Araplar’ı istemiyordu ve BM’nin verdiği toprak onlara yetmiyordu.
Siyonistler hemen teröre başvurdu. Aralık 1947 ve Ocak 1948 arasında Araplara saldırdılar. Haganah’a (Siyonistlerin en önemli askeri teşkilatı) emirler verildi: “Köyler ya yakılacak ya yıkılacak. Nüfus, sınır dışına itilecek”. Yafa şehrinde 1947’nin Aralık ayı boyunca siyonistler Filistinlilere fıçı bombaları, benzin ve makineli tüfeklerle saldırıyorlardı. BM planına göre Yafa, Araplara verilecek devletin parçası olacaktı.
9 Nisan 1948’de Menachem Begin liderliğindeki İrgun teşkilatı Deir Yassin köyüne girdi. Kadınlar ve çocuklar dâhil 300 kişiyi katlettiler. Anılarında Begin’in kendisi Arap nüfusu arasında yaratılan paniği ve bunun etkilerini anlatır.
Mayıs ayının ortasına kadar 400 bin Filistinli evlerinden kovulmuştu. Siyonist güçler BM kararıyla verilen toprakların çok ötesine taşmıştı. 14 Mayıs 1948’de işgal edilmiş topraklar üzerinde İsrail devleti ilan edildi. Arap devletleri İsrail’e karşı savaş ilan etti. Ancak savaş sözde kaldı. Siyonistlerin elindeki silahlı güçler Araplarınkinden kat be kat fazlaydı ve ekipman olarak da dahi iyi durumdaydı. 15 bin Arap askere karşı 30 bin Haganah ve 3-5 bin İrgun kuvveti vardı. Buna ek olarak 32 bin yedekle 15 bin polis de siyonist devletin elindeydi. Her zamanki gibi Arap devletleri Filistinlileri kaderlerine terk etti.
Filistinlilere karşı uygulanan terör yeni devletin ilan edilmesiyle bitmedi. 22 Mayıs’ta Tantura köyünde 230 Filistinli katledildi.
Sonradan İsrail başbakanı olacak olan Yitzhak Rabin, Temmuz 1948’de Ramla ve Lydd kentlerindeki saldırıları yönetti. Sadece bu harekâtta 50 bin Filistinli evlerinden kovuldu; Batı Şeria’ya kadar aç ve susuz yürümek zorunda kaldılar. Filistinli mülteci sayısı kısa bir zaman içinde 850 bine yükseldi.
Görüldüğü gibi Birleşmiş Milletler planı hiç de mantıklı değildi. Sayısız ölüme ve yüzbinlerce insanın mülteci olmasına sebep oldu. Katliamlar neticesinde Birleşmiş Milletler, Count Folke Bernadotte’yi BM bölme planını uygulayacak bir arabulucu olarak Filistin’e gönderdi. Bernadotte, siyonistlerin yaptıklarını belgeledi ve BM planını uygulatmaya çalıştı.
Stern (Lehi olarak da bilinir) adlı çetenin liderlerinden Yitzhak Shamir, Bernadotte’ye suikast emri verdi ve 17 Eylül 1948’de Bernadotte öldürüldü. Önce İsrail devleti Stern’i terör örgütü ilan etti, daha sonra üyelerini afetti.
Bir zaman sonra Yitzhak Shamir İsrail’in 7. Başbakanı olacaktı.
İsrail, topraksız bir halka verilen halksız bir toprak değildir
Yukarıdaki haritalar Filistinliler’in nasıl topraksızlaştırıldığını net bir şekilde gösteriyor.
Bugünkü İsrail ve işgal altındaki topraklar
İsrail bir çeşit apartheid (1990 öncesi Güney Afrika’daki ırk ayrımı) rejimi üzerinde yükselen bir devlettir; elinin altında 200-400 nükleer silah bulunduran ve uluslararası silah (nükleer, kimyasal, biyolojik) kontrol antlaşmalarını inatla kabul etmeyen bir devlet. Elindeki nükleer başlıklı Jericho 3 füzelerinin menzili İstanbul ve çok daha ötesine kadar uzanıyor.
Bugünkü İsrail ile Apartheid dönemindeki Güney Afrika’nın bir dizi benzer özellikleri var: Irkçı Güney Afrika rejimi İsrail’in en sıkı müttefiklerden birisiydi. İsrail’le ortak füze programı vardı ve nükleer silah konusunda işbirliği içindeydiler. İsrail tek nükleer silah testini GüneyAfrika topraklarında gerçekleştirdi. Güney Afrika’ya demokrasi gelince İsrail ile olan ittifak bitti ve Güney Afrika nükleer silahlarını sessizce imha etti. İsrail nüfusunun Yahudi olmayan %20’lik kesimi ırkçılıktan ve ayrımcılıktan mustarip.
İsrail’de bir Yahudi, Yahudi olmayan birisiyle evlenemez. Evlenebilmek için din değiştirenler düğünlerinde devletin dolaylı fonladığı Lehava denilen teşkilatın protesto gösterisiyle karşı karşıya geliyor.
İsrail okullarındaki 2 milyon çocuğun sadece 1300’ü Yahudi/Filistinli karma okullarda okuyor. O karma okullardan birisi yakın geçmişte ırkçılar tarafından “Sakın bir Yahudi kıza bakmayın” yazılı ve üstünde bu yasağa uymayanların ihbar edileceği telefon numaraları olan çıkartmalarla donatıldı.
İsrail’de giderek yükselen ırkçı hava İsrail’deki az sayıda muhalifi korkutan düzeye çıktı. Yahudi olmayanlar sokaklarda linç edilmeye çalışılıyor. Filistinli Knesset (İsrail meclisi) üyesi Hanin Zoabi Gazze’deki durumdan bahsettiği için mecliste 6 ay konuşmama cezası aldı.
Sadece Filistinliler’e karşı değil, ayrıca Afrika’dan gelen mültecilere karşı pogromlara ulaşan ve resmi onay gören bir ırkçı kampanya var. Çoğu Sudan ve Somali’den gelen mülteciler için kullanılan resmi söylem “infiltrators”; yani “ülkeye sızanlar”.
Kamuoyu yoklamalarında Gazze’ye düzenlenen saldırılar %95 düzeyinde destek görüyor. Nüfusun %20’si Filistinliyken bu nasıl olabilir? Irkçılık o kadar derin ki kamuoyu yoklamalarında Filistinliler’e soru sorulmuyor. Eski İsrail hükümeti temsilcisi Daniel Levy şöyle yazıyor: “Nüfusun %20’sine soru bile sorulmaması, bu toplumun gitmekte olduğu yöne dönük kuvvetli bir ipucu sunuyor”.
Batı Şeria
Batı Şeria’da durum çok daha kötü. Batı Şeria işgal edilmiş topraklardan. İsrail hükümeti kendi Yahudi vatandaşlarını Batı Şeria’ya yerleştiriyor. Bu hem Cenevre Sözleşmesi’ne hem Hag Protokolü’ne hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi kurucu belgesine göre bir savaş suçudur.
Batı Şeria’da Yahudiler için ayrı, Filistinliler (Hristiyan ve Müslüman) için ayrı yollar var. Hristiyan ya da Müslüman bir Filistinli, Yahudi yoluna giremez. Yahudi yolları moderndir; Filistinliler’in yolları eski, toprak yollar ve sık sık üzerlerinde İsrail ordusu tarafından barikat kuruluyor.
Batı Şeria’da İsrail ordusunun yüzlerce kontrol noktası var. Bu kontrol noktalarının ezici çoğunluğu İsrail ve Batı Şeria arasında değil, Batı Şeria’nın “Yahudi olmayan” şehirleri ve köyleri arasındaki yollar üzerinde kurulu. Bu kontrol noktaları yüzünden Yahudi olmayan biri için 20 km bir yolculuk 6 saat sürebilir. Bu kontrol noktalarında yeni doğmuş bebekler, kalp krizi geçirenler, astım krizi olan çocuklar bekletilen ambulanslarda ölüyor. Kontrol noktaları ve barikatlar yüzünden öğrenciler okullara, çalışanlar işyerlerine doğru dürüst gidemiyor. Bütün bunlar sınırda cereyan etmediğinden dolayı İsrail topraklarının savunmasıyla hiçbir alakası yok.
Batı Şeria’da bir apartheid duvarı da inşa edildi. Bu duvar da İsrail ile Batı Şeria arasında yer almıyor. Duvar, Batı Şeria topraklarının içinde. Filistinlilere ait bazı topraklar İsrail tarafında kaldı ve daha da önemlisi Filistinlilerin bir kısmının su kaynağı duvarın İsrail tarafında yer alıyor. Fiilen bir dizi toprak İsrail topraklarına katılmış durumda ve bütün bunlar Hamas kontrolü altında olmayan Batı Şeria’da gerçekleşiyor.
Gazze
Sanki şu anda Gazze, Hamas’ın tekil kontrolü altındaymış gibi batı medyası Gazze’de olanları eleştiriyor. Aslında artık birleşik bir Filistinli hükümet var ve Gazze’yi de bu hükümet yönetiyor.
Uluslararası yasalara göre Gazze hala işgal altında. İsrail Gazze’de her şeyi kontrol ediyor: Su, elektrik, uçuş bölgesi, yanındaki deniz ve sahil. Gazze’ye bütün giriş çıkışlar kontrol ediliyor. İsrail, Gazze’ye giren gıda maddelerinin kalorisini bile hesaplayarak Gazze’deki herkesin aç kalmasını garanti altına alıyor.
İsrail’in son saldırıları kuşkusuz insanlık suçu niteliğindedir. İsrail devletinin “Gazze, terörist Hamas kontrolü altında bizimle savaşan bir devlettir” propagandası İsrail devletinin mitolojisidir.
İki devlet çözümü öldü
Eski Filistin (İsrail, Gazze, Batı Şeria) topraklarında toplam 10,5 milyon insan yaşıyor. Bu insanların yaklaşık yarısı Yahudi. Ancak iktidar, İsrail devletinin elinde ve İsrail hiçbir zaman “Samarya ve Judaeia” yani Batı Şeria’dan vazgeçmeyeceğini net bir şekilde ifade ediyor.
Oslo Anlaşması iki devlet kurulmasını öngörüyordu. Anlaşmayı takip eden 23 senede İsrail devletinin Batı Şeria’da gittikçe hızlandırdığı Yahudi yerleşimi politikası yüzünden sürdürülebilir bir Filistin devletinin kurulabileceği bir alan kalmadı.
Kalan tek çözüm tek devlet; ama insan hakları ve demokrasinin geçerli olduğu, Yahudiler ile Filistinliler’in beraber eşitlik ve barış içinde yaşayabileceği bir devlet. Toprakları bölmek sadece ölüm ve kin getirdi.
Ortadoğu’yu bölmeye çalışmak çözüm değil
İrlandalı Marksist James Connolly, 1914’te önerilen İrlanda’yı Protestanlar ve Katolikler arasında bölme planının “Hem kuzey hem de güneyde bir gericilik karnavalına” yol açacağını yazmıştı. 1916’da Connolly İngiltere devleti tarafından idam edildi. Ancak 1923’te gerçekleşen bölünme tam da onun öngördüğü gibi sonuçlandı. İki gerici devlet kuruldu. Güney’de boşanma ve kürtajın yasak olduğu, Katolik hiyerarşisinin en gerici fikirlerinin hakim olduğu bir devlet doğdu; kuzeyde yine dindar ve elindeki Katolikler’i baskı altında tutan başka bir gerici devlet.
Britanya İmparatorluğu’nun kullandığı “böl-yönet” politikaları dünyanın birçok yerinde benzer durumlara sebep oldu. İrlanda’nın Protestanları Cromwell tarafından İskoçya’dan alınıp İrlanda’ya yerleştirilmiştir.
Başka ülkelerde İngilizler hazır buldukları azınlıkları kullandılar. Örneğin Kıbrıslı Türkler böyle kullanıldı. Denktaş, bağımsızlık için savaşan Rum gençleri mahpusa atan, her İngiliz devlet memuru gibi göreve başlarken İngiliz Kraliçesi’ne bağlılık yemini etmiş, bir İngiliz savcısıydı. Hepimizin bildiği gibi Kıbrıs’ta yürütülen bu böl-yönet politikası da adanın nihai olarak bölünmesiyle sonuçlandı. Ve yine İrlanda’da olduğu gibi Kıbrıs’ta da bölünme bir gericilik karnavalına yol açtı; hem kuzeyde hem de güneyde.
Boykot, yatırımların iptali ve yaptırımlar
Irkçı İsrail devletine karşı Filistin halkı bizi boykota çağırıyor. Apartheid döneminde Güney Afrika’ya karşı uygulanan boykot etkili oldu ve apartheid rejiminin çökmesine yardım etti.
İsrail devleti büyük ölçüde dış destekle ayakta durabiliyor. Dünyada en fazla ABD askeri yardımı alan ikinci ülke (birincisi Afganistan). Kuruluşundan bu yana ABD, İsrail’e 130 milyar $ askeri ve iktisadi yardım vermiş. Ama bunu unutmamak gerek: İsrail nüfusu sadece 8 Milyon. Kişi başına göre İsrail çoktan dünya birincisi. Halen ABD’den yılda 3,2 milyar $ askeri yardım alıyor.
Türkiye ile olan ilişkileri azalma eğilimi gösterse de İsrail için hala çok önemli. Türkiye hala İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli müttefiki konumundadır.
Türkiye İsrail devleti ilan edilir edilmez tanıma kararı aldı. Böylece nüfusunun çoğunluğunu Müslüman asıllı insanların oluşturduğu ülkeler arasında İsrail’i tanıyan ilk ülke oldu. İsrail, bir ara bozulan diplomatik ilişkileri yeniden başlatabilmek adına Mavi Marmara saldırısı için Türkiye’den özür diledi. Türkiye ile İsrail arasında güçlü ekonomik ve askeri ilişkiler söz konusu.
Bunlar içinde belki de en stratejik önemdeki ekonomik mevzu Güney Kürdistan’dan gelip Türkiye üzerinden İsrail’e gönderilen ve İsrail için yaşamsal nitelikteki petroldür. AKP hükümeti her konuda olduğu gibi İsrail mevzusunda da ikiyüzlü davranmakta. Bir yandan “one minute”larla görüntüyü kurtarmaya çalışırken diğer yandan sürekli yerden yere vurduğu İnönü döneminden itibaren İsrail’le kurulan yakın ilişkiyi devam ettiriyor.
Bütün bunlardan dolayı Türk devletinin İsrail’le her türlü ekonomik, askeri ve politik ilişkilerini sonlandırması talebi etrafında yapılacak yaygın kampanyalar bu dünyada İsrail’in canını en çok yakacak olan şeylerden bir tanesidir.
Türkiye’de Yahudi düşmanlığı
Türkiye’de Yahudi düşmanlığı var. Hitler’in “Mein Kampf” (Kavgam) kitabının bir dizi farklı Türkçe baskısı var ve tekrar tekrar basılıyor. Avrupa’da yasak olan bu kitap açık açık MHP şenliklerinde satılıyor. En az 3 Türkçe baskısı hala satışta.
Peki solda Yahudi düşmanlığı var mı? Tanımına göre değişir. Yahudi düşmanı olanın (yani ırkçı olanın) solcu olamayacağı iddia edilebilir. Ama kendilerini solcu olarak bilenler arasında açık Yahudi düşmanları var. Öncelikle CHP’de var. CHP, Varlık Vergisi Yasası’nı çıkaran partiydi. Türkiye’nin en utanç verici olaylarından birinde, bu ırkçı vergiyi ödeyemeyen, önemli bir kısmı Yahudi olan azınlık mensupları, Aşkale toplama kampına gönderildi. CHP hala bu olayın hesabını vermiş değil.
Milliyetçi solda hala Varlık Vergisi’ne sahip çıkanlar da var. İşçi Partisi’nin bu konudaki kitapçığının kapağında açık açık Yahudi düşmanı bir karikatür yer alıyor. Karikatürün orijinali Cumhuriyet gazetesinde basılmıştı elbette. TKP’nin Sol dergisinde Varlık Vergisi’ni savunan bir makale de yayınlandı.
Boykot çağrısı Yahudi düşmanlığını kışkırtır mı?
Boykot çağrısı yapanlar netlerse, boykotçular Yahudiler’e değil İsrail devletine karşı olduklarını belirtiyorlarsa, böylesi bir kampanya Yahudi düşmanlığını beslemez. Ama bu konuda yapılacak çağrı bu ayırımı bu kadar net bir şekilde yapmayanlara bırakılırsa, o zaman kampanya Yahudi karşıtlığını azdırabilir.
Elbette böylesi bir kampanya doğru perspektifle hayata bakanlar tarafından başlatılsa bile Yahudi düşmanları da bunun bir parçası olacaklardır. Ancak kampanya sırasında ırkçılık ve Yahudi düşmanlığına karşı yapılacak etkinlikler ve tartışmalar, onların da doğru kampa kazanılmasını sağlar.