Tony Cliff’in 4 ciltlik Troçki biyografisinin 3. Cildi Marx 21 yayınlarından çıktı..
Bu kitap, Troçki’nin politik hayatının en trajik dönemiyle ilgili. Trajik olması büyük fiziki acılar çekmesi yüzünden değil (fiziki acıları Stalinistler bir sonraki dönem yaşatacaklar ona); politik olarak bir atılıp bir geri çekilmesinden kaynaklı.
1923-27 döneminde, politik perspektifinin hala netleşememiş olması onu durmadan zikzaklar çizmeye itiyor. Bir yandan Rusya’nın geri kalmışlığının ve diğer ülkelerdeki – özellikle Almanya’daki – devrimci mücadelenin kaybedilmesinin zayıf fiziksel temelli Rus Devrimi’ni yıpratıp yozlaştıracağını kestiriyor ve buna karşı harekete geçiyorken, diğer yandan “ne yapmalı” sorusuna net cevaplar bulamadığından ya müdahaleleri yetersiz kalıyor ya da bir çeşit politik depresyon haline sürükleniyor.
Onun karşısına dikilenlerin de – özellikle Zinoviev ve Kamenev – özünde kafası kesilmiş tavuk gibi bir o yana bir bu yana savrulmaları; zaman zaman kaplan kesilip ona saldırmaları, sonra da onunla ittifak kurmak için çareler aramaları; ama nihayetinde baskıyı görüp yeniden ona sırtlarını dönmeleri onun da aklını bulandırıyor, dehasını köreltiyor.
Troçki’ye duyduğu saygı sonsuz olan Cliff’in onun biyografisini yazarken muhtemelen en çok zorlandığı bölüm bu cilttir. Ancak Cliff nihayetinde kendini öğrencisi addettiği Troçki’den net olarak öğrendiğini sayfalarına aktarıyor: “Bir devrimci, işçi sınıfına asla yalan söylememeli, ondan gerçeği saklamamalı”. Cliff, bu ciltte kendi Troçkistliğini Troçki’nin yaptığı hataları açık açık ortaya dökerek sergiliyor. Elbette Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim ederek: “Troçki 1927’de artık Stalin’in suçlarının vahametini kavramıştı. Zinoviev ve Kamenev’le kurduğu blok parçalandığında Stalin için ‘devrimin mezar kazıcısı’ demişti. O zamandan sonra da tam bir uzlaşmaz olup çıkacaktı”.
İşte devrimci Marksist geleneği ve enternasyonalizm bayrağını gelecek nesillere aktaran Troçki’nin gerçek anlamda piştiği dönem bu dönemdir. Cliff’in dediği gibi Troçki bu dönemden sonra “siyasal sonuç çıkarmakta bir daha hiç başarısız olmadı”.
NOT: Kitabı internet üzerinden indirimli olarak satın alabilirsiniz: https://urun.n11.com/politika-ve-siyaset/trocki-3-P295409981
ÖNSÖZ
Elinizdeki cilt, Troçki’nin hayatının belirleyici iki dönemini birbirinden ayıran dönemle ilgili.
Devrim ve İç Savaş yıllarında Troçki, milyonlara liderlik ediyordu. O, Lenin’le birlikte Bolşevik Parti’nin, hükümetin ve Komünist Enternasyonal’in lideriydi. 1927 sonunda Troçki, partiden ihraç edilip önce SSCB’nin uzak doğusundaki Alma Ata’ya sürüldü; sonra da tümden sınır dışı edildi. 1927’den 1940’da suikast sonucu katledilinceye kadar tecrit edilmiş vaziyetteydi ve bütün dünyada sadece yandaşlarından oluşan, minik gruplara liderlik etti. Arada kalan 1923-27 arasında onu, yükselmekte olan Stalinist bürokrasiye karşı muhalefet yürütürken görüyoruz.
Devrim ve İç Savaş sırasında Troçki’nin keyfi yerindeydi. Savaşan devrimci işçilerin özlemlerinin sözcülüğünü yapıyordu. 1927’den itibaren onun sesine kulak veren işçilerin sayısı azalmaya başladı.
Onun başlıca rakibinin (Stalin) kaderiyse bunun tam zıddıydı.
1917 sırasında Stalin küçük bir rol oynamıştı. Tutuk bir yazar ve kötü bir hatip olan Stalin (hiçbir şekilde güvenmediği) kitleleri coşturmak için gereken hayal gücünün zerresine bile sahip olmadan, büyük devrimci olaylar zamanında gölgede kaldı. Devrimin acar tarihçisi Suhanov şöyle yazar: “… [Sovyetler] Yürütme Komitesi’nde gösterişsiz bir çalışma yürüten Stalin, bende (ve diğerlerinde) kâh beliren, kâh bulanıklaşıp gözden kaybolan bir gölge olduğu izlenimi yaratmıştı. Onun hakkında gerçekten söylenecek hiçbir şey yok”.[1]
John Reed, Dünyayı Sarsan 10 Gün adlı şaheserinde Stalin’in tek bir konuşması ya da eyleminden söz etmemişti.
Birçok yazar, Stalin’in Troçki karşısındaki zaferini üstün örgütsel yetenekleriyle açıkladı. Troçki’nin Ekim Devrimi’ni örgütlemekte ve milyonlarca askeri olan Kızıl Ordu’yu inşa edip yönetmekteki malum rolü göz önünde bulundurulduğunda bu önermenin saçma olduğu ortaya çıkar.
Stalin’in yükselişini açıklayan olgu, nesnel koşullardaki değişiklikler; yani devrimin geri çekilmesiydi. Marksizm, bireyin tarihteki önemli rolünü kabul eder. Fakat onu, nesnel koşullar zincirindeki bir halka olarak görür. Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumairei’nde Marx “sınıf mücadelesi”nin nasıl “sıradan ve bayağı bir şahsiyetin bir kahraman rolü oynamasına izin veren durum ve koşulları yarattığını” gösterdi. Başka bir yerde şunu söyler: “Her toplumsal çağ, kendi büyük adamlarına ihtiyaç duyar ve böyle birini bulamadığında yaratır”.[2] Stalin, gericilik dönemine tamamen uygun düşüyordu. Eğer o olmasaydı, bu rolü oynayacak benzer biri ortaya çıkardı.
Gericilik dönemleri her zaman bir kukla yaratır. Çünkü gericilik tüm eski düşünce ve saygı gösterme alışkanlıklarına, işçilere güvensizliğe, onların rutine boyun eğmesine, devlet bürokrasisinin doğal muhafazakârlığına, vb. bel bağlar. Fakat Lenin’in Ekim’deki rolüyle ilgili olarak Troçki’nin not ettiği gibi ilerleme (özellikle de devrim dönemleri), tarihin kendi büyük adamlarını yaratmasını oturup bekleyemez.
Rus Devrimi’nin bürokratik yozlaşması ve Stalin’in yükselişinin kökleri, Rusya’nın ekonomik ve toplumsal geriliği ile tecrit edilmişliğine dayanır. İç Savaş, sınıf olarak Rus proletaryasının dağılmasına yol açtı. Tam yeniden toparlanırken uluslararası proletaryanın yenilgisiyle (1918 ve 1923 Alman Devrimleri’nin, 1926 İngiliz Genel Grevi’nin ve 1925-27 Çin Devrimi’nin yenilgisi) daha da zayıfladı. İşçiler tükenmiş ve karamsarlığa kapılmıştı. Tepesinde Stalin’le birlikte bürokrasinin doğuşunun arka planı böyleydi.
İşçileri; halkın istikrar, güvenlik ve barış özlemlerine uygun düşen Stalin’in tek ülkede sosyalizm öğretisini kabul etmeye götüren şey yıpranmışlıklarıydı. Aynı yıpranmışlık, riskli kalkışmalara çağrıymış gibi duran Troçki’nin sürekli devrim teorisine kayıtsız kalmalarına neden olmuştu.
Troçki için işçi sınıfının azınlığının desteğini kazanmak yeterli değildi; onun çoğunluğun aktif ve bilinçli desteğine ihtiyacı vardı. Stalin için çoğunluk pasif ve uysal kaldıkça, azınlık desteği yeterliydi.
Devrim ve İç Savaş sırasında milyonları motive eden Troçki şimdi kendisini dışlanmış bir halde ve işçileri harekete geçiremeyecek bir pozisyonda buldu. İç Savaş sırasında binlerce işçi onun çağrısına uyup hayatlarını feda etmeye hazırken şimdi onu dinlemeye bile hazır oldukları söylenemezdi.
“İnsanlar kendi tarihlerini, kendilerinin belirleyemedikleri koşullar altında yaparlar”. Troçki için nesnel durumlar sadece zamanın maddi, ekonomik ve toplumsal koşulları değil, aynı zamanda işçi sınıfının bilinç düzeyiydi de. Bu, onun Stalinist gericiliğe direnme yeteneğini büyük ölçüde köreltmişti.
İşçilerin geri çekilmesine kapitalist restorasyon tehlikesi eşlik etti. Yeni Ekonomi Politikası (NEP) yıllarında kulaklar ve “NEPmen”lerin artan gücüyle birlikte hiçbir şekilde Troçki’nin hayal gücünün bir uydurması olmayan bu tehdit, işçi kitlesinin yıpranmışlığıyla birlikte Troçki’nin eyleme geçme yeteneğini sınırlamıştı. Partinin bölüneceği ve karşıdevrimi cesaretlendireceği korkusu çok gerçekti.[3]
1923-27 arasında Troçki’nin ciddi bir zaafı, onun dehasına eşlik etti. Onun Aşil topuğu tek kelimede özetlenebilir: Uzlaşmacılık.
Dehası, yazılarının zenginliğinde parlar. Yurtiçi ve yurtdışındaki her olayın üstüne eğildi. Stratejik ve taktik ustalığı olağandışıydı. Bu dönemden bize Marksizm’in hayatın pratiğine uyarlanmasının zengin bir kaynağı; onun hala aşılamamış toplu yazıları miras kaldı. O aynı zamanda Stalinizm’in tarihsel materyalist analizini yapmak için ilk güçlü çabayı ortaya koyan kişiydi (Onunkinden sapsalar bile sonraki tüm ciddi analizler çıkış noktası olarak onu almışlardır). Onun kendinden emin üslubu, keskinliği ve çelik iradesi; Birleşik Muhalefet’teki ortakları Zinoviev ve Kamenev’le birlikte yaptıkları zikzaklar ve uzlaşmalarıyla birlikte var olmuştu. O ikisiyle uzlaşması, parti ve devleti yöneten grupla dolaylı yoldan uzlaşması anlamına geliyordu.
Kararsızlık ve sorunların geçiştirilmesi gibi özellikleriyle yan yana var olan inatçılık ve devrimci ilkelere tam bağlılık, onun daha eski döneminin mirasıydı. 1903 ile Bolşevikler’e katıldığı Temmuz 1917’de arasındaki dönemde Troçki’nin parlak devrimci siyaset ve teorisiyle (en başta sürekli devrim teorisi) Menşevikler’le uzlaşması bir aradaydı.
Troçki’nin Menşevikler’le uzlaşma çabası, nesnel durum devrimcileştiğinde onların devrimci siyasete yöneleceği inancından kaynaklanıyordu. Yıllar sonra yazacağı gibi: “Benim uzlaşmacılığım bir çeşit toplumsal-devrimci kadercilikten kaynaklanıyordu”.[4]
1923-27 arasındaki uzlaşmacılığı ise Rus Komünist Partisi ve Komünist Enternasyonal’in devrimci özlerini koruduklarına; bunların hâlâ gelecek proleter devrimin araçları olduklarına duyduğu inancın ürünüydü.
12 Temmuz 1928’de Komintern Altıncı Kongresi’ndeki tebliğde Troçki der ki:
Tüm hesaplarımızı SBKP, Komintern ve SSCB’de muazzam iç devrimci kuvvetlerin var oluşuna dayandırıyoruz. Şimdi bunlar yanlış liderlik ve sıkıntılı rejim tarafından bastırılmış olmakla birlikte deneyim, eleştiri ve bütün dünyada sınıf mücadelesinin ilerleyişiyle liderlik, çizgisini düzelterek doğru proleter yolu garanti etmeye mükemmel bir biçimde yeteneklidir.[5]
Komintern’in feci politikasının Nazi zaferi gibi bir felaketle sonuçlandığı 1933’e kadar Troçki; Sovyet rejimi, partisi ve Komintern’in hâlâ reforma elverişli olduğunu söylemeye devam etti. Yazdıklarına bakalım:
Şimdiki Sovyet devletini bir işçi devleti olarak kabul etmek sadece burjuvazinin iktidarı ancak bir silahlı ayaklanmayla ele geçirebileceğini göstermez; aynı zamanda SSCB proletaryasının (yeni bir devrim olmadan reform yolu ve yöntemleriyle) bürokrasiyi kendisine bağlama, partiyi diriltme ve kendi diktatörlük rejimine yeniden can verme imkânını da gösterir.[6]
Ancak 1933’te fikir değiştiren Troçki, Rus partisi ve Komintern’de reform yapılabileceği inancından vazgeçti. 1 Ekim 1933’te yazdıkları şöyle:
Son birkaç yılın deneyimlerinden sonra Stalinist bürokrasinin bir parti ya da Sovyet kongresince iktidardan alınabileceğini sanmak çocukça olurdu. Gerçekte Bolşevik Parti’nin en son kongresi 1923 başındaki On İkinci Parti Kongresi’ydi. Sonraki tüm kongreler bürokratik merasimlerdi. Bugün böyle kongreler bile gözden düşmüştür. Yönetici kliği görevden almanın hiçbir normal “anayasal” yolu kalmamıştır. Bürokrasi, iktidarı proleter öncüsünün eline teslim etmeye sadece kuvvet kullanılarak mecbur edilebilir.[7]
Eğer Stalinist bürokrasi 1933’te kuvvet kullanma dışında yıkılamazsa birkaç yıl önce de yıkılamazdı. 1927’de Stalin, Muhalefet’e “Bu kadrolar sadece iç savaşla yıkılabilir” [8] derken bir gerçeği ifade etmişti.
Ne var ki Stalinist bürokrasinin “sadece iç savaşla yıkılabile-ceği”ni sonradan anlamak kolay olsa da bu, o zaman o kadar net görülmüyordu. Durum son derece karmaşık ve bulanıkken Troçki’nin sırtını dayayacağı hiçbir tarihsel deneyim yoktu. İşçi devletinin yozlaşması, yeni ve benzersiz bir görüngüydü; önceki tek işçi devleti olan Paris Komünü, bir tek şehirde var olmuş ve 74 gün sonra ezilmişti.
Sonuçta Troçki hem birey olarak Stalin’i, hem de Stalinist bürokratik hizbi cidden küçümsedi. NEPmen ve kulakların doğuşuyla gelen kapitalist restorasyon tehlikesinin açıkça farkına varmıştı. Oysa devlet mülkiyeti temelinde, bürokrasinin kendisinden gelen kapitalist restorasyon imkânını kavrayamamıştı: Onda devlet kapitalizmi kavramı yoktu.
Buysa, Troçki’nin hem işçi sınıfına, hem de köylülüğe temelden karşı olan kendi bağımsız çıkarlarını gözetme eğilimi güden bir egemen sınıf olarak bürokrasinin karakterini kavrayamadığı anlamına geliyordu. Dolayısıyla Troçki, bürokrasi konusunda yazarken sendikaların ve sosyal demokrat partilerin bürokrasisini ifade eden göndermeler yapıyordu. Bu işçi hareketi bürokrasisi, kapitalist toplumdaki başlıca iki sınıf (işverenler ve işçiler) arasında denge kurar. İşçi hareketinin bürokrasisinin davranışını karakterize eden şey her şeyden önce yalpalamasıdır; kâh işçi sınıfından gelen baskıyla sola, kâh kapitalistlerden gelen baskıyla sağa kaymasıdır. Aynı şekilde Troçki, Stalinist bürokrasiyi Rus işçi sınıfı ile burjuvaziye aday NEPmen ve kulaklar arasında yalpalayan ortayolcu bir güç olarak nitelendirmişti. Beklediği ve korktuğu şey, Stalin’in sağa teslim olmasıydı. Umut ve tüm çabaları bu hedefe kilitlenmişti; işçi sınıfından ve soldan gelebilecek baskı bu teslimiyeti önleyebilirdi. Sonuçta ne Troçki’nin korkusu ne de umudu gerçekleşti. Buna karşılık Stalinist bürokrasi hızla hem sola (Troçki, Birleşik Muhalefet, vb.) hem de sağa (Buharin, Rikov, Tomski, vb.) karşı harekete geçti. Birkaç yıllık bir zaman diliminde bürokrasi; işçileri, kulakları ve genelde köylülüğü tamamen ezerek Rusya’da başında kişisel diktatör Stalin’in olduğu tek siyasal güç olarak ortaya çıktı.
Stalin’in hizbi, kapitalizmdeki sendika bürokrasisinden temelde farklı olduğu için bunu yapabildi. Devletin üretim araçlarının başlıca sahibi olduğu ve burjuvazinin kesinlikle ezilip mülksüzleştirildiği (1917-18’de Rus burjuvazisi örneğinde olduğu gibi) bir toplumda, kendisini işçi sınıfının kontrolünden bütünüyle kurtaran bir devlet bürokrasisi (Stalinist bürokrasinin 1923-28 arasında yaptığı gibi) bu üretim araçlarının fiili sahibi ve denetleyicisi ve aynı zamanda işçilerin işvereni olur. Özetle yeni sömürücü sınıf olur.
Devrimci Marksistler’in kapitalizme karşı mücadeledeki siyasal uzlaşmazlığı, burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıfsal karşıtlığın temelden uzlaşmaz olduğu bilgisine dayanır. Genelde Troçki de bu uzlaşmazlıktan yoksun değildi. Fakat Stalinist bürokrasinin henüz şekillenmekte olduğu o zaman diliminde onu, bir sınıf düşmanı olarak göremeyişi Troçki’nin stratejik yönünü saptırıp siyasal keskinliğini köreltti. Özellikle Rus Komünist Partisi’nin ve bu yüzden de Komintern’in devrimin amaçları açısından ölmüş olduklarını görmesine engel oldu.
Ayrıca tek partili devleti savunmaya devam etmesine de neden oldu. Bu yüzden 1923’te demişti ki: “Biz ülkede tek partiyiz ve diktatörlük döneminde başka türlü olamaz”. [9] [Benim vurgularım]
Troçki bu fikri Eylül 1927’de Muhalefet’in Programatik Metni’nde yeniden ifade etti: “Biz tüm gücümüzle iki parti fikrine karşı savaşacağız. Çünkü proletarya diktatörlüğü özünde tek proletarya partisini talep eder”.[10]
Tek partili devletin kabulünün doğal sonucu, partide hiziplerin yasaklanmasının kabulüdür.
Bu tutumla birlikte Stalinist bürokrasi kontrolü altındayken bile hâlâ partide barışçı reform yapılabileceği inancı, muhalefetin herhangi bir tutarlı politika yürütmesinin önüne aşılmaz bir set çekti: 1923-27 dönemi boyunca görüleceği gibi liderlik, faaliyetlerini yasaklamaya karar verdiği her seferinde Troçki’yi tekrar tekrar geri çekilmeye zorladı.
Bir ikilemin kıskacına düşmüştü: Hizipçilikten kaçınırken bürokrasiyle nasıl savaşmalı? Bu durumlarda Zinovievciler ve Stalin-Buharin grubunun baskısına tekrar tekrar boyun eğdi.
Troçki’nin 1923-27 arasındaki uzlaşmacılığı, parti ve devletteki egemen gruba karşı savaşa girip sonra durması, geri çekilmesi, sessizliğe bürünmesi; sonra yeniden başlamasında tekrar tekrar sergilendi. Bu cilt o zikzakları anlatacak.
Troçki 12. Parti Kongresi’nde (Nisan 1923) Stalin’in ulusal sorun politikasına, onun Rabkrin’deki (İşçi ve Köylü Müfettişliği) rolüne ve Genel Sekreter olarak “kaba ve sadakatsiz” davranışına karşı saldırılmasına dönük Lenin’in isteğini yerine getirmedi. Kongreyi izleyen Merkez Komitesi toplantısında Stalin’in yeniden Genel Sekreter olarak atanmasını önlemek için hiçbir şey yapmadı. Troyka (Stalin, Zinoviev ve Kamenev) ile farklılıklarını partiden gizledi.
Krupskaya’nın protestolarına aldırmayan Merkez Komitesi, ezici çoğunlukla Lenin’in Vasiyet’inin kamuoyuna açıklanmamasını karara bağladı. Troçki, Krupskaya’ya yardım etmeyip sessiz kaldı. Daha sonradan “Lenin’in partisine ölümcül darbe” diye nitelendirdiği “Lenin Seferberliği”yle partiye ayrım yapılmadan kitlesel üye kaydedilmesini o dönem övdü.[11]
Parti içi mücadelenin Yeni Yol ve Ekim Dersleri çevresinde alevlenmesinden sonra (1924 sonundan 1926 ortasına kadar) Troçki tartışmadan kaçınarak Max Eastman’ın Since Lenin Died (Lenin Öldüğünden Beri) kitabında Lenin’in Vasiyet’iyle ilgili anlattıklarını çok büyük bir hışımla kınadı.
1923 Muhalefeti’ni 1926 yılının ortasında yeniden bir araya getirmek çok çaba gerektirmişti. Zaten muhalefet başlangıçtaki gücünü de büyük ölçüde yitirmiş bulunuyordu. Birleşik Muhalefet’te Troçki’ye katılan Zinoviev grubu hava cıvaydı. Stalin’in Zinovievci Leningradlıları kolayca ezmesi, Zinoviev’in etkisinin aslında ne kadar zayıf olduğunu ortaya koydu. Leningrad dışında Zinoviev’in hiçbir desteği yoktu.
Zinoviev ve Kamenev’in Birleşik Muhalefet’e bağlılığı çift taraflıydı. Bir parça güç kazandırırken zaaf kaynağı da olmuşlardı. Zinoviev ve Kamenev her zaman uzlaşmacıydı. Birleşik Muhalefet’te Troçki’ye katıldıkları zaman bile Stalin ve Buharin’le farklılıklarını keskinleştirmekten kaçınmak için bin dereden su getiriyorlardı. Troçkizm’e “teslim olmadıkları”nda ısrar ediyorlardı.
Zinoviev ve Kamenev ile ittifakına zarar vermemek için Troçki, sürekli devrim teorisini alenen reddedecek, “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” sloganını kabul edecek ve İngiliz-Rus Komitesi’nin dağılması ve Çin Komünist Partisi’nin Kuomintang’tan çekilmesi taleplerinden vazgeçecek kadar ileri gitmişti.
Şu son hususa birkaç kelimeyle değinelim: Mayıs 1926’dan itibaren Komintern başkanı olan Zinoviev aslında Komintern’in Çin politikasından büyük ölçüde sorumluydu. Troçki, 1923’ten beri Çin Komünist Partisi’nin Kuomintang içinde yer almasına muhalefet ettiği halde bu konudaki tutumunu hiçbir yerde açıkça ortaya koymamıştı. Onun pozisyonunu genel kamuoyu ve parti tabanı fark etmemişti; hatta Merkez Komitesi ve Komintern Yürütme Komitesi bile bundan habersizdi. Çin Komünist Partisi’nin Kuomintang’ı terk etmesi gerektiğini ilk kez açıkça 10 Mayıs 1927’de; yani Kuomintang lideri Çan Kay Şek’in Şangay işçileri ve komünistlerini katletmesinden sonraki bir yazısında öne sürmüştü. Birleşik Muhalefet’in Çin’de yaşanan olaylar konusunda geç ve pek çok ihtiyat payıyla tepki vermesi, onun etkisini önemli oranda zayıflattı.
Troçki’nin 4 Ekim 1926 tarihinde Politbüro’ya ateşkes teklif etmesine, hizipçilik suçunu itiraf etmesine, hizbin dağıtılıp Muhalefet’in düşünür ortaklarının diğer Komintern seksiyonlarında kınanmasını kabul etmesine neden olan şey, Zinoviev ve Kamenev’in baskısıydı. Oysa teslimiyetin yararı yoktu. Stalin’in bunun karşısında tek yaptığı, saldırısından olabildiğince yararlanmak olacaktı.
1926-27 kışında Muhalefet, iç uyumsuzluğu yüzünden parçalandı. Ortaklığın dağılmasını önlemek için elinden geleni yapan Troçki’nin Zinovievciler’e; dolayısıyla Stalin’e tekrar tekrar taviz vermesinin bedelini Birleşik Muhalefet kararsızlık ve bocalamayla ödedi.
Troçki’ye sempati duyan çok sayıda yazar ya onun verdiği tavizleri görmezlikten gelmiş ya da rastlantısal sapmalar gibi görmüştü. Harold Isaacs, The Tragedy of the Chinese Revolution (Çin Devrimi’nin Trajedisi) adlı dikkat çekici kitabında Troçki’nin Çin Komünist Partisi’nin Kuomintang içinde kalmasına destek veren açıklamalarından hiçbirine ya da sürekli devrim teorisini kendisinin inkâr etmesine yer vermez. Isaac Deutscher, Troçki’nin verdiği tek tek tavizlere işaret etmekle birlikte bunları ayrı, izole konular gibi gördüğünden bunların bir bütünün parçaları olduğunu düşünmediği gibi herhangi bir genel açıklama da aramaz. Fakat Troçki yapmış olabileceği hataların yalanlanmasına, üzerlerinin örtülmesine ya da önemsenmemesine ihtiyaç duymayacak kadar büyük bir adamdı.
Stalin’e karşı mücadeledeki zikzaklar, Troçki’nin kendi yandaşlarını mutlaka zayıflatacaktı. Kadrolar eylemden uzak kaldıklarında elde tutulamazlar. Troçki, işler ne kadar zorlu giderse gitsin kendi maneviyatını yüksek tutabilmişti. 1923-27 dönemi boyunca, birçok kişiye anlaşılmaz gelen ima ve kinayeler kullanmak zorunda kalsa bile rejimin resmi politikalarını eleştirmekten vazgeçmemişti. Tabanda muhalefet yapanlar ise burada ve şimdi mücadele vermeden siyasal yaşamlarını sürdüremezler.
Kadroların, işçilere kitlesel çağrıda bulunmak anlamında, parti saflarının ötesine geçen bir mücadeleye sokulmadan nasıl bir arada tutulacakları; hizipçilik yasağını kırmadan parti içi mücadeleyi nasıl yürütecekleri sorunu Troçki için gerçek bir ikilem olmuştu.
Devrimcilerin yorgun işçilerin gerici ruh halini yansıtmamaları gerektiği konusunda kafası netti. Tecrit edilip mücadelesini sürdürmeye hazır olması gerektiğini biliyordu: Sonunda ya Lenin gibi davasının muzaffer olduğunu görecek kadar yaşayacak ya da Liebknecht gibi davasına şehit olarak hizmet edecekti.
Fakat uzlaşmacılığı bu anlayışını temelinden sarstı. İntiharından bir saat önce Adolf Yoffe, Troçki’ye yazdığı şu satırlarda onu eleştirirken bu zaafı kabul etmişti: “…sen Lenin’in sarsılmaz iradesinden, boyun eğmezliğinden, gelecekte çoğunluğu kazanacağını, yolunun doğruluğuna herkesin gelecekte inanacağını bilerek doğru olduğunu düşündüğün yolda tek başına bile kalmaya hazır oluşundan yoksundun… sen genelde fazla değer biçtiğin bir anlaşma ya da taviz uğruna kendi haklılığından vazgeçtin”.[12]
Bununla birlikte, tüm taviz ve yalpalamalar hesaba katıldığında bile Troçki’nin Stalinist gericiliğe karşı mücadele ettiği ve diğer birçokları ya teslim olur ya da kenara çekilirken onun mücadelesini sürdürdüğü gerçeği karşımızda duruyor. Ayrıca onu mücadelesinden vazgeçirmek için yapılan muazzam fiziksel ve psikolojik baskılar karşısında bile aynı şekilde davrandı. Bu çok büyük bir tarihsel başarıydı.
Troçki 1927’de artık Stalin’in suçlarının vahametini kavramıştı. Zinoviev ve Kamenev’le kurduğu blok parçalandığında Stalin için “devrimin mezar kazıcısı” demişti. O zamandan sonra da tam bir uzlaşmaz olup çıkacaktı.
Muhteşem amaçlar ve küçük araçlar arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar geniş olsa da kitlelerin bilinci, proletaryanın kurtuluşunun gerekli kıldığı nesnel ihtiyaçların çok gerisinde kalsa da Troçki siyasal sonuç çıkarmakta bir daha hiç başarısız olmadı. 1927’yi izleyen yıllardaki açık görüşlülüğü, amaçlar ve araçların hiç olmadığı kadar birbirlerinden uzak düştüğü hayatının trajedisini azaltmadı. O zaman bu onun büyük trajedisi olacaktı. Bu biyografinin gelecek cildinde bunu ele alacağız.
Notlar:
1. N.N. Sukhanov, The Russian Revolution 1917. A Personal Record, Londra 1955, s. 230.
2. K. Marx, The Class Struggle in France, K. Marx ve F. Engels, Collected Works, 10. Cilt, s. 99 içinde.
3. Bkz., T. Cliff, Trotsky, 2. Cilt, Londra 1990, s. 277.
4. L. Trotsky, Permanent Revolution and Results and Prospects, Londra 1971, s. 49.
5. L. Trotsky, The Challenge of the Left Opposition (1928-29), bundan sonra Challenge (1928-29) olarak geçecek, New York 1981, s. 147.
6. L. Trotsky, Writings (1930-31), New York 1973, s.225.
7. L. Trotsky, Writings (1933-34), New York 1972, s.117-8.
8. L. Trotsky, Writings (1929), New York 1975, s. 60.
9. L. Trotsky, Challenge (1923-25), New York 1980, s. 78.
10. L. Trotsky, Challenge (1923-25), New York 1980, s. 394.
11. L. Trotsky, The Revolution Betrayed, Londra 1987, s. 98.
12. L. Trotsky, My Life, New York 1960, s. 537.