Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ’ın Marx21’in 6. sayısında yayımlanan konferans konuşmasının metni..
Aşağıdaki yazı Nazan Üstündağ’ın Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin 11 Ekim 2014’te organize ettiği Yeniden Kurulurken Ortadoğu Konferansı’nda yaptığı konuşmanın metnidir. Konferansın görüntülerine YSGP’nin Youtube kanalından (http://www.youtube.com/channel/UCI0ksV-CYgP2BCl2dObGYVg) ulaşabilirsiniz.
Diyarbakır Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SOMER) bünyesinde Temmuz ayında başlatılan araştırma konumuz Kürt özgürlük hareketinin kendini Ortadoğu’da yeniden tanımlaması üzerine. Bunun üç ayağını inceliyoruz: Birincisi çözüm süreci. Ama çözüm süreci derken sadece Türkiye’yi kastetmiyoruz. Aslen tabi ki çözüm sürecinin resmi veya açık olarak yürüdüğü yer Türkiye. Ancak çözüm süreci Kürt Özgürlük Hareketi’nin birçok defa belirttiği gibi stratejik bir hamle ve Kürdistan’ın dört parçasında da demokratikleşmeyi amaçlayan politikanın bir parçası.
İkincisi Kürt Hareketi’nin son aylarda aynı zamanda bir insani yardım hareketi olarak ortaya çıkması. Şengal, Rojova ve buna Türkiye boyutunu da dâhil edebiliriz. Özellikle Ezidiler’in gelmesiyle Türkiye Devleti’nin hiçbir katkısı ve engelleme dışında hiçbir müdahalesi olmaksızın Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir insani yardım şemsiyesi kurma çabası var – hem koridoru açarak askeri anlamda, hem sığınma anlamında hem de daha sonra burada ihtiyaçları karşılama anlamında.
Üçüncü olarak da hepimizin bildiği inşa süreci. Bu inşa sürecinin de dört alt ayağı var. Ama bizim asıl olarak örnek aldığımız yer Rojava. Bu anlamda da öncelikli olarak Cizirê Kantonu’nda bir süre kaldık ve bir takım araştırmalar yaptık.
AKP ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin birbirleriyle ne kadar büyük bir rekabet içinde olduğunu (çözüm sürecinin çok ötesinde Ortadoğu’da çok büyük bir rekabet) belirtmek lazım. Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’daki büyük krize parmak basıyor. Bu krizde tabi ki Türkiye’nin emperyalist emelleri var. Ama bunun yanı sıra ABD’nin bir takım planları var.
Biz bu araştırma çerçevesinde KCK’nin bütün üst yöneticileriyle görüştük. Kadın hareketinin yanında ben bir süre kaldım. Aynı zamanda mücadeleye katılan gençlerle kaldık. Çeşitli komiteler kurulmuştu. Bütün komitelerle de görüşmelerde bulunduk. Onların bakış açısından Ortadoğu gene Kürt Hareketi’nin kapitalist modernite olarak tariflediği ve gündelik hayatı tarumar eden, gündelik kültür üretimini tarumar eden, gündelik ekonomik üretimi tarumar eden bir kıskacın içinde. [Kürt Hareketi’nin] ABD’nin ve Avrupa’nın buradaki rolü ve özellikle de Kürtleri bir şekilde İsrailleştirme çabaları gibi çeşitli teşhisleri var. Bu teşhislere cevap olarak da üç ayağı geliştirmeye çalışıyorlar.
Ortadoğu’daki hamleler üzerine çok fazla söylenecek şey var. Ama ben buraya daha çok Rojova üzerine yaptığımız araştırma için çağrıldım diye düşünüyorum. Biz Rojova hakkında gerçekten bir sürü şey duymuştuk. Buraya arkadaşlar geldiler, Rojova’yı anlattılar. Rojova Devrimi’ni, Rojova’nın bir halk devrimi olduğunu, bir kadın devrimi olduğunu ve ne kadar fazla okumuş olursak olalım, ne kadar fazla dinlemiş olursak olalım hakikaten Rojova’da gördüklerimize hiçbir şekilde hazırlıklı değilmişiz. Çünkü halk devrimi denince veya kadın devrimi denince bunun ne olduğunu somut olarak tahayyül etmek buradan çok kolay olmuyor. Tabi ki devrimin bir dolu sorunu olduğunu da biliyorduk. Devrimin hem diplomatik hem diğer Kürt partileriyle hem diğer halklarla çeşitli gerilimler içinde gerçekleştiğini de biliyorduk. Bütün bunları Rojova’da görme, hem gözlemleme hem de doğrudan dinleme imkânını bulduk.
İnşa süreci deyince biliyorsunuz bu inşa süreci de sekiz boyutta ele alınıyor. Biz bunların altı boyutuna bakabildik. Çünkü diğerleri, Misak-ı Milli, sivil toplum konumuzun içine giremedi. Adalet, eğitim, cinsiyet ilişkileri, ekonomi, öz savunma ve diplomasi alanlarına özellikle baktık.
Rojova’da Cizirê Kantonu’nu daha fazla ele alacağım. Cizirê’nin özelliği homojen bir nüfus değil, yani Kürtler dışında bir ölçüde farklı halklar da var: Araplar, Süryaniler, Türkmenler. Cizirê’nin ikinci bir özelliği de PYD dışındaki partilerin de etki alanı içinde olması. Yani Kobanê ve Afrin kadar homojen bir yapısı yok. O yüzden de Cizirê daha karmaşık. Ama aynı derecede heyecan verici.
Bize PYD’yi tek aktör olarak kabul etmemek gerektiği söylendi. TEV-DEM’i daha fazla öne sürüyorlar çünkü TEV-DEM’in içinde birçok parti var ve özellikle Cizirê Kantonu söz konusu olduğu zaman farklı etnik gruplar, farklı siyasi görüşler de var. Şu anda TEV-DEM yeni bir yapılanmaya gidiyor.
Yapmak istediği birinci şey meclisler üzerinden aslında kendisine gerek kalmayacak bir yapılanmaya gitmeye çalışıyor. İkincisi YPG ve YPJ’nin PYD’nin askeri gücü olmadığı, bunun bir halk gücü olduğu ve gene TEV-DEM gibi çok farklı kesimleri içinde barındırdığı. Cizirê’de devlet tamamen yok olmuş değil. Ama devlet kendi cürümüne indirilmiş durumda. Yani cürümüne indirilmiş derken bir “check point”ten ibaret ya da memurlara verilen, bankaya yatırılan maaştan ibaret. Devletin herhangi bir gücü herhangi bir hegemonik alanı yok. Mesela üniversite var; devlet üniversitesi ve oraya öğrenciler gitmeye devam ediyor, oraya hocalar gelmeye devam ediyor. Ama bir katı devlet üniversitesi, o katın altında demokratik özerk hükümetin üniversitesi var ve iki grup aynı anda o binaya giriyor, çıkıyor. Bir kısmı demokratik özerk hükümetin hocaları ve onlar gönüllü eğitim veriyorlar, diğerleri devletin memurları fakat hepsi aynı alanda mevcut. Yani doğrudan devleti imha edeyim, devletin yerine geçeyim, devleti burada yaşayamaz kılayım gibi bir amaçtan çok devletin alanlarını mümkün olduğu kadar küçülterek, devleti tamamıyla neyse o anda orada icra ettiği fonksiyon, o fonksiyona indirgemek gibi bir strateji benimsemiş Cizirê Kantonu.
Geçmişte muhalif gruplarla, Özgür Suriye Ordusu’yla, El-Nusra’yla yaşanmış çok ciddi çatışmalar var. Serêkaniyê’de onlarca kayıp verilmiş bu çatışmalarda ama şu anda diplomatik ilişkiler hem ÖSO’yla sürüyor hem de El-Nusra’yla kısıtlı bir çerçevede dahi olsa diplomatik ilişkiler devam ettirilmeye çalışılıyor. Aynı şekilde muhalif partilerle de diplomatik ilişkiler mümkün olduğu kadar devam ettirilmeye çalışılıyor. Halk Meclisi’nin başkanı geçmişte daha çok Barzani politikalarına yakın bir isim.
Benim en çok ilgimi çeken şeylerden bir tanesi devletle olan ilişki oldu. Zaten bütün kurumlar kendilerini anlatırken bunun özellikle altını çiziyorlar. Üçüncü Yol denilen, öz savunma ve kendi kültürünü, ekonomini, kimliğini ve ideolojini değiştirebilme araçlarını üretmek; devletin veya başka bir aktörün sahip olduğu araçları ele geçirmekten öte stratejik yaklaşım olarak kendi araçlarını geliştirmek ve kendi araçlarını aynı zamanda diğer halklara ve diğer muhaliflere de kullanılabilir kılmak.
Devletin eğitimi devam ediyor. Çünkü devlet memurlarına para yatırıyor. Devleti yok etmemiz bu memurların maaşlarını almaması demek olacak. Ama şunu yapmışlar: Var olan okullar Kürtçe, Süryanice ve Arapça eğitim veriyor. Yani resmi dili değiştirmeye çalışmışlar. Şimdi müfredat yazıyorlar. Buna devletin öğretmenleri karşı çıkıyor. Ama büyük bir mücadele sürüyor.
Adalet alanından da örnek vereyim. Adalette çok ciddi gelişmeler var. Hemen hemen her yerde komünler kurulmuş durumda. Komünler mahalle meclislerini oluşturuyor, mahalle meclisleri kent meclislerini oluşturuyor. Her bir komitenin öz savunması var, öz savunmasının yanında ekonomi ve adalet var. Adalet demek sulh ve ceza komiteleri demek. Bunların kadınlara ait olanı var. Kadınlara ait olanında sadece kadınlar görev alıyor. Yani kadınlarla ilgili her türlü adalet sorununda sadece ve sadece kadınlar işin içinde. Aynı şekilde asayiş sorununda da sadece kadın asayişi ilgileniyor konuyla. Devlet mahkemelerine zaten çok az sayıda dava gidiyor, demokratik özerkliğin kurduğu mahkemelere %10 kadar dava gidiyor. Bu sulh ve ceza komitelerinin ilerideki amacı, bunun da sıfıra inmesi; yani avukatlık, savcılık, yargıçlık gibi mesleklerin tamamen ortadan kalkması. Zaten hemen hemen her alanda böyle bir amaç var: Meslekleri gereksiz ve işlevsiz kılacak, herkesin her şey olabildiği bir toplumsallığı gerçekleştirebilmek. Bu sulh komitelerinde sorunlar çözülüyor ve mahkemelere gidilmemesi, mahkemelerin işlevsiz kalması sağlanıyor.
Ekonomi alanına bakarsanız belki en kısıtlı değişim ekonomide. Çünkü mülkiyet meselesi var ve mülkiyet meselesine fazla müdahale edilmiyor. Ama devletin elindeki alanlar kooperatiflere verilmiş. Cizirê Suriye’nin tamamen buğday ambarı olarak kullanılan bir yer, o yüzden de sadece buğday yetiştiriliyor. Oysa ki gayet bereketli bir yer. Başka şeylerin yetiştirilmesi ve bunların kooperatifler aracıyla yapılması için çaba gösteriliyor.
Her yerde kadın temsiliyeti var. Örnek vermek istediğim çok şey var ama vaktim kısıtlı. Öz savunmayı örnek vereyim. Asayiş okulları var. Özellikle gençler ve sağlam olanlar YPG ve YPJ de yer aldığı için bu asayiş okullarında genelde daha yaşını başını almış olanları, yaralanmış olanları veya beş kardeşi YPG’de olup tek başına evde olanları görüyorsunuz. Asayişte hem kadın asayişi, hem de erkek asayişi var. Bir asayişin gerçekten bir yeri, bir şehri, bir kenti bu kadar ev kılabileceğini ben tahayyül bile edemezdim. Herkesin birbirinin elini sıktığı, asayişle bütün halkın kaynaştığı bir yerden bahsediyoruz.
Burada beni en çok etkileyen şey bizim yıllarca insan hakları mücadelelerinde uğruna mücadele ettiğimiz onlarca şey; muayenesinden avukat meselesine, gözaltı süresine kadar her şeyin çoktan orada yasallaşmış olması. Ama bundan daha önemlisi bu yaşını başını almış, hayatta çok acı görmüş, çok fazla bedel ödemiş insanların asayiş okulundaki derslerde oturmuş şunu konuşuyor olmaları: İçimizdeki intikam duygusunu, içimizdeki nefret duygusunu, içimizdeki kızgınlık duygusunu nasıl kontrol edebiliriz ki bu devrimi buna kurban etmeyiz? Bu duygularımızla nasıl başa çıkacağız? Yani derslerin büyük bir çoğunluğu bunlarla sistematik olarak nasıl başa çıkılabileceğine dair ve başkasına haksızlık etmemek üzerine.
Son olarak ben bir üniversite hocası olarak hakikaten çok etkilendiğim bir şeyi de söyleyeyim. Birçok hoca var burada, bilginin toplumsallaşması diyoruz, bilgi toplumsallaşmalı deyince bir takım uyduruk şeyler yapmaya çalışıyoruz hepimiz. Seksen yaşında nineler giriyor derslere ve Kürt efsanelerini, Süryani efsanelerini, Arap aşiretlerinin başlarına gelenleri anlatıyorlar. Ve sosyoloji bölümünde tarih bu şekilde görülüyor. Çok büyük nüfusu olan bir Arap aşireti ve belli Süryani grupları katılmış durumda ama hala en büyük mücadele diğer etnik grupları katmak üzerine. Özellikle bahsettiğimiz Arap Kemeri denilen yerle Kürtler arasında o kadar fazlasıyla beslenmiş bir düşmanlık var ki bunun nasıl alt edileceği ve hakikaten bir coğrafi demokratik özerkliğin nasıl kurulabileceği en büyük sınav olarak görülüyor.