İzolasyonun sonu mu? Filistin ve Arap devrimleri

Philip Marfleet’ten Filistin, FKÖ ve Hamas tarihi ve Arap Baharı’nın Filistin üzerine etkisi üzerine kısa ama etkin bir makale..

filistin

 Foto: https://www.freedomsphoenix.com

Philip Marfleet

9 Kasım 2014’te Kudüs’ün yakınındaki köylerden aktivistler İsrail’in apartheid duvarında sembolik bir gedik açtılar; Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. Yıldönümü anısına.[1] Filistin Halk Direniş Komitesi şunu söyledi: “Duvarlar ne kadar yüksek olursa olsun, yıkılır. Tıpkı Berlin Duvarı gibi Filistin’deki duvar da yanında işgalle birlikte alaşağı olacak.” [2] İsrailliler’in tüm saldırılarına rağmen Filistinliler direnmeye devam ediyor. Öyle yapmak zorundalar: Aktivistlerin duvarda delik açtıkları sırada Mısır hükümeti Filistin bölgesinin etrafına yeni bir set örmeye başladı; bu sefer 13 km’lik tampon bölge yapılan Refah’a yakın Mısır’ın Gazze sınırına. Bu duvar Gazze’nin güneyini kapatıyor.[3] Bu iki olay Filistinliler’in içinde bulundukları belalı duruma işaret ediyor: İsrail’in yerinden yurdundan ettiği, mülksüzleştirdiği ve ötekileştirdiği Filistinliler aynı zamanda uzunca bir süredir Arap rejimleri tarafından reddedilip izole ediliyorlar. Bu kuşatma nasıl kırılır?

Ocak 2011’de Arap devrimleri başladığında çözümün eli kulağında gibiydi. Diktatörler düşüyor ve kitle hareketi bütün bölgeyi sarıyordu: Filistinliler artık son derece güç koşullarla cebelleşmek zorunda kalan bir halk değil, milyonların kurulu düzene kafa tuttuğu başkaldırının bir parçası olacaklardı. Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki insanlar Kudüs’ün özgürleştirilmesi çağrısı yapıp devrimin Filistinliler ile Mısırlılar’ın birliğini sağlaması konusunda taviz vermeyeceklerini göstermek için Gazze’ye delegeler yolladılar. İsrail liderleri en kötü ihtimalin başlarına geleceğinden korktular. İsrail savunma bakanı Ehud Barak’a göre Ortadoğu “tarihi bir deprem” yaşadı ve İsrail politik bir “tsunami”yle yüz yüze geldi.[4] [Bu konuşmadan] Bir yıl evvel İsrailli gazeteci Aluf Benn hem İsrail hem de Birleşik Devletler’in liderlerinin “reisin[*] – başkan Mübarek – sağlığı için dua” ettiklerini yazmıştı.[5] Yazıya şöyle devam ediyor: “Bütün dünya liderleri içinde [İsrailli] başbakan Benjamin Netanyahu’ya en yakın isim Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’tir”.[6] Mısır diktatörü ABD’ye sadık bir arkadaş, İsrail’e yakın bir müttefik oldu. Kahire ve Tel Aviv hükümetleri arasındaki ilişkileri “normalleştirme”ye ve yakın ekonomik bağlar kurmaya çalıştı.

En önemlisi ise Mübarek’in Mısır’da kitlesel mücadeleyle dolu bir geleneğe sahip, bağımsız politik faaliyeti 30 yıl boyunca engellemesiydi. Mübarek’i alaşağı eden güçler bu geleneği tazeledi ve sonu gelmeyen sokak protestoları ve kitlesel grevlerle eşi görülmemiş ölçüde ileriye taşıdı. Gazze ve Batı Şeria’da Filistinliler dayanışma eylemleri düzenlediler ve Tahrir ruhuyla “İntifada” çağrısı yaptılar. Tecritle geçen yıllardan sonra böylesi eylemlerin İsrail’e payanda olan Arap egemenlerine ve emperyalist müttefiklere kafa tutma konusunda ortaklaştırdığını gördüler. Kahire’deki devrimci değişimin Kudüs’ü özgürleştirmesi bir müddet mümkün göründü. Fakat bu güzel hayal geri çekildi. Bunun sebebi sadece Arap başkentlerinde imal edilen karşı-devrimler değildi; aynı zamanda Filistin ulusal hareketinin içindeki keskin kriz de nedenlerden birisiydi. Neler yaşandı? Bu yaşananların Filistin’e ve Arap dünyası çapında devrimci gündeme etkileri neler olacak?

Bu makale Ortadoğu’da ayaklanmaların yaşandığı bir dönemde Filistin’in içinde bulunduğu kötü vaziyete değiniyor. Şu anda her zamankinden daha zayıf halde bulunan bir hareketin; Filistin ulusalcılığının 1950’lerden bugüne yükselişi ve geriye çekilişini değerlendiriyor. Filistin liderlerinin ideolojik duruşları, İsrail’le uyum sağlama çabaları ve neo-liberalizmi heyecanla kucaklamaları inceleniyor. En önemlisi Mısır’daki ayaklanma olmak üzere son devrimci mücadelelerin Filistin meselesi için önemi ortaya seriliyor ve Filistin’in Ortadoğu çapında sosyal adalet mücadelelerinin bir parçası olmasına dönük yeni senaryolar değerlendiriliyor.

“Karışmama”

Filistin milliyetçiliginin krizi o kadar derin ki Filistinli aktivistler ve akademisyenler tarafından uzun süredir göz ardı edilen sorular artık açık tartışmalarda önemli hale geldi. Omar Barghouti “tümden karmakarışık” ve “doğası gereği herhangi etkili bir direniş stratejisi geliştirmekte yetersiz” bir ulusal liderlik hakkında yazıyor.[7] Raja Khalidi kaybolmuş bir “devrimci ruh”u, hareketin “milliyetçiliğin gizli tuzakları”ndan kaçınmaktaki başarısızlığını ve “sömürgeciliğin bir çeşidinden diğerine geçişi”ni sorguluyor.[8] Khalidi’ye göre en temel mesele Filistin Kurutuluş Örgütü’nün (FKÖ) İsrail ve onun müttefiklerinin eline düşmesi: “Oslo öncesi militan duruştan İsrail’le, küresel güçlerle ve neo-liberalizmin zokalarına uyumlu pozisyona doğru… neredeyse eksiksiz bir dönüşüm”.[9] Yakın dönem Filistin tarihi bağlamında ele aldığımızda böylesi gelişmeler hiç de şaşırtıcı değil.

1948 Nakbası’ndan[10] sonra Filistinliler bölgenin her yerine dağıldı. Sürgünden önce çiftçi, işçi veya kent yoksulu olan bu insanlar; Beyrut, Şam ve Amman gibi şehirlerde kurulan mülteci kamplarına veya yerleşim bölgelerine yerleştirildikleri Lübnan, Suriye, Mısır ve Ürdün’e sürüldüler. Zengin veya eğitim avantajına sahip olan küçük bir kesim ise yükselen petrol ekonomisi temeline yaslanan Körfez devletlerinin alt yapı faaliyetlerine yardımcı olmak üzere buralara taşındı. Bu diaspora coğrafyası 1950’lerde yükselen milliyetçi harekete çok sağlam bir temel etki oluşturdu. Bu mültecilerin çoğu yoksul kalmaya devam ettiler ve gittikleri yerlerde de politik olarak dışlandılar; kaygı duydukları en önemli konular  iş, konut, eğitim, baskı ortamı ve mültecilerin geri dönüşü meseleydi. Filistinliler’in öfkesinden ve bu öfkenin geniş halk kesimlerini etkilemesinden endişe duyan [o ülkelerin] rejimleri Filistinliler’i kamplarda ve yerleşim yerlerinde sıkı bir denetime tabi tutuyorlardı.

Körfez ülkelerinde farklı bir durum söz konusuydu. Buralarda Filistinli işadamları inşaat ve ticaret sektörlerinden servetler elde etti. Profesyonel meslek sahipleri (öğretmenler, doktorlar, avukatlar, inşaat mühendisleri ve yöneticiler) yeni devletlerin güçlenmesinde kilit bir rol oynadılar. Saad İbrahim Filistinliler’in “petrol zengini ülkelerde en etkili göçmen cemaati”ne dönüştüğü yorumunu yapıyor.[11] Kuveyt’te iş yapan bazı genç girişimciler de dahil bazıları zenginledi. Bunların en ünlüsü Yasser Arafat’tı. Sürgündeki diğer Filistinliler gibi bu insanların çoğu, Arap ülkelerinin vatandaşlığını elde edemedi ve ekonomik statülerine rağmen yerel politikada etkili bir rol oynamaktan alıkondular. Bunlar devleti olmayan, embriyon aşamasındaki burjuvazi idi ve Arafat grubunun esas hedefi bağımsız bir Filistin’de kendi statülerini sağlamlaştırmaktı.

1950’lerin başlarından itibaren Arafat ve iş arkadaşları İsrail’e karşı askeri harekâta girişmeleri için başta Mısır’ın Cemal Abdül Nasr’ı olmak üzere Arap liderleri arasında lobi faaliyeti yaptılar. Bölgedeki imtiyazlılar şebekesinin bir parçası olarak devlet başkanlarına, krallara ve emirlere Filistin için harekete geçmeleri adına baskı yaptılar ve bu egemenlerle aynı statüye sahip olmanın tadına varacakları zamanları iple çektiler. Beklentileri boşa çıktı; Arap rejimleri lafa gelince güçlüydüler, ama ordu marifetiyle Filistin’i özgürleştirmeye hiç niyetleri yoktu. Sömürgecilik karşıtı mücadelenin tüm “Küresel Güney”i sardığı 1950’lerin radikal politik ortamında pek çok Filistinli, Filistin’in kurtuluşunun ancak tüm Arap bölgesinin sömürgecilerden temizlenmesiyle sağlanabileceğini savunan Milliyetçi Arap Hareketi’ne (MAH) dahil oldu. Arafat ve diğerleri 1959’da Kuveyt’te El-Fetih’i (Al Fatah) kurduklarında MAH’ın stratejisini tersine çevirdi: Onlara göre Arap birliğini sağlamanın yolu öncelikle Filistin’in kurtarılmasından geçiyordu.[12] Bu hem İsrail işgali altındakiler hem de sürgündekiler dahil bütün Filistinliler için güçlü bir çekim yarattı. Bu, temel bir soruyu gündeme getirdi: Sürgündekilerin (Arap ülkelerinde yaşayanlar, yani Filistinliler’in çoğunluğunun) rolü ne olacak? El-Fetih çok netti: Filistin mücadelesi sert hatlarla çizilmiş ulusal bir temelde yürüyecekti. Herkes “karışmama” denilen prensibe bağlı kalacaktı; Filistinliler hiçbir zaman Arap devletlerinin işlerine müdahil olmayacaktı.[13]

Önerme tuhaf, hatta sapkıncaydı: Filistinliler bölge ülkelerine dağılmışlardı ve yaşam koşulları bölgedeki bütün ekonomik ve politik mücadeleler tarafından belirleniyordu. Çoğunluk için iktidarlarla karşı karşıya gelmek kaçınılmazdı. Buna karşın El-Fetih, üyelerinin kendi avantalarını garantileyeceği, yeni bir bölgesel kapitalist sistemin parçası olarak ortaya çıktı. Arap egemen sınıfları hem patron hem de nihayetinde partnerdi; bu yüzden “karışmama” El-Fetih’in yaklaşımında temel bir unsurdu. Bu onun stratejisindeki basit bir çelişki değildi. Arafat ve diğerleri özünde burjuva ulusalcıları olsalar da sömürgecilik karşıtı mücadelelerin radikal milliyetçiliinin başarısından feyz alıyorlardı. 1965’te en sonunda Filistin’i kurtarmak için silahlı mücadele çağrısı yaptıklarında Cezayir, Çin, Vietnam ve Küba’daki gerilla stratejisinin başarısını yakalama umudundaydılar. Arafat’ın kendisi 1964’te bir El-Fetih delegasyonunun Çin’e yaptığı ziyarette Çinliler’in Fetihçiler’in yaklaşımlarının akıl dışı olduğunu söylediklerini aktarıyor: “Bize şöyle dediler: ‘Tasarladığınız şey inanılmaz. Bunu beceremezsiniz. Özgürleştirmek istediğiniz bölgede hiçbir temeliniz yok ve bunu sağlama ihtimaliniz de yok. Nereden başlayacaksınız? Silahlı mücadele için gerekli koşullar yok’.” [14] Buna rağmen 1967’de İsrail ordusunun Batı Şeria’yı işgalini takiben El-Fetih bu stratejiyi hayata geçirmek için bölgeye birkaç yüz silahlı adam gönderdi. Çoğu hızla öldürüldü veya yakalandı ve bu deney bir daha tekrarlanmadı. Yine de örgüt milislerinden ve Filistin’i özgürleştirmekte kilit unsurun silahlı mücadele olacağı fikrinden vazgeçmedi.

Nasr hem Filistin davasına bir jest olarak hem de gittikçe öfkelenen Filistinli aktivistleri frenleyebilmek için 1964’te FKÖ’yü kurdu. Örgüt, hızlıca El-Fetih’in eline düştü. Bu sırada mülteci kamplarından binlerce genç savaşçı ile birlikte Filistinliler’in isyanından etkilenen Arap ülkelerinin vatandaşları “fedailer” olarak örgüte katılıyordu. MAH da silahlı bir kanat oluşturdu: Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC). Silahlı hareket büyüdükçe yeni yeni fraksiyonlar ve küçük gruplar ortaya çıktı. Bunların çoğu radikal politik görüşleri savunuyor, ama mücadele içinde Arap devletlerinin temsilcileri gibi hareket ediyorlardı.[15] Bu arada El-Fetih Körfez rejimleriyle bağlarını sağlamlaştırdı; özellikle 1969’da Faustvari bir anlaşma[†] imzaladığı Suudi Arabistan egemenleriyle. Örgüt, El-Fetih’i komünistlerin yönettiği iddiasının “kirli bir yalan” olduğuna Kral Faysal’ı ikna ederek Suudiler’in krallıkta çalışan Filisitinliler’in gelirlerinin yüzde 5’i oranında vergi toplamasını ve bu verginin de doğrudan FKÖ’ye ulaştırılmasını sağladılar.[16] Ayrıca doğrudan Suudi devletinden önemli miktarda hibe ve silah yardımı elde ettiler. Alan Hart bunu şöyle yorumluyor: “El-Fetih için Suudi Arabistan’ın desteğinin önemi abartılmamalı. Zaman net bir şekilde gösterdi ki Suudi Arabistan yanındayken Fetih yıkılmazdı; elbette [Fetih bu desteği] Suudiler’in tahammül edebileceği politikaları güttüğü sürece [elde etti].” [17]

Yenilgi

El-Fetih’in oluşturduğu silahlı hareket İsrail’e karşı gerilla stratejisini uygulayamadı. Fakat strateji, Arap rejimleriyle kafa kafaya gelmesine neden oldu. Lübnan’da ve Ürdün’de FKÖ kısa sürede mülteci kamplarının kontrolünü ele geçirdi. Kamplar, Filistinliler’in merkezi devlet otoritesine meydan okuduğu, ele geçirilmiş alanlar haline geldi.[18] Radikalliğin arttığı bir atmosferde kafa kafaya gelmek kaçınılmazdı ve 1970’de Ürdün’de şiddetli bir çatışma çıktı. Filistinli gruplar burada benzersiz bir desteğe sahipti ve rejimin harekete hasmane yaklaşımı yüzünden zayıf monarşiye karşı harekete geçmek kaçınılmaz gibi görünüyordu. El-Fetih’in kurucu üyelerinden Muhammed Davud Udeh (Ebu Davud),[19] genç subayların ve aktivistlerin Ürdün rejimine karşı vakitsiz bir saldırı çağrısı yaptıklarını ve Arafat’ın bu teklifi derhal reddettiğini söylüyordu: “Sıklıkla [zamanın Ürdün Kralı] Hüseyin’i devirme meselesini ciddi ciddi tartışırdık… Arafat her daim ‘hayır’ dedi. Hüseyin’e veya herhangi bir Arap rejimine karşı savaş başlatmanın bağımsızlığa giden yol olmadığını söylerdi”.[20] Fakat sonunda Kral Hüseyin saldırdı; “Kara Eylül” 1970 sırasında ve sonrasındaki acımasız mücadelede binlerce “fedai” öldürüldü ve nihayetinde gerilla örgütleri Ürdün’den Lübnan’a doğru sürüldü.

Herhangi bir rejime kafa tutma fikri (ayakta kalma stratejisi bile olsa) Arafat ve arkadaşları için aforoz sebebiydi. El-Fetih, Arap rejimlerinin ve petrol kodamanlarında vücut bulan şirket çıkarlarının esas oyuncuları olduğu karmaşık ilişkiler ağı içinde sıkışıp kalmıştı. Bu arada örgüt, militanlarını (fedailer) bölgenin en çok dışlanmış ve yoksul topluluğu içinden devşiriyordu. Bunlar için değişim acil bir ihtiyaçtı. El-Fetih liderliğinin bulduğu çözümlerden birisi otoriterliği artırmak oldu ki bu daha ciddi problemlerin çıkışının yakın olduğunun bir göstergesiydi.

Hareketin Ürdün felaketinin yaraları hiç kapanmadı. Sonraki on sene Lübnan’da sıkışıp kaldı. Burada da neo-faşist Lübnan Falanjı, Suriye ordusu ve Lübnan’ın güneyini işgal eden İsrail’le sürekli çatıştı. Bu dönem ayrıca örgütün “Lübnanlaşma”ya maruz kaldığı bir süreçtir: Bölücü mezhepçilik temelinde yükselen Lübnan devletinin hizipçiliğinin, cemaatçiliğinin ve entrikalarının sert tokadı ve Filistin hareketini kendi rekabetçi mücadelelerinde meze olarak kullanan Arap devletlerinin habis etkisi. 1982’de İsrail büyük bir istila hareketine girişti ve sonuçta FKÖ’yü Lübnan’dan çıkmaya zorladı. Örgüt Tunus, Yemen ve Sudan’a dağıldı. Bağımsızlık için silahlı mücadele stratejisi bitmiş oldu.

Mücadelenin bir sonraki evresi enerjisini tabandan aldı. 1967 savaşı sırasında İsrail, Mısır’ın elinden Gazze’yi ve Ürdün’den de Batı Şeria’yı aldı. Bu “İşgal Altındaki Topraklar”da İsrail hızla kolonizasyon süreci başlattı; topraklara ve su kaynaklarına el koydu ve bölgenin ekonomisini kendine “uygun” hale getirdi. Yeni yerleşim toplulukları tıpkı 19. Yy.da Avrupa’dan geri çağrılan kolonicilerin yaptığı gibi oluşturuldu. Fransızlar’ın Cezayir’de yaptığı gibi İsrail kolonlar (köylülerden zorla el konulan toprakların etrafına müstahkem mevkiler) inşa etti. Nakba, insafsız mülksüzleştirme biçiminde devam etti: 1988’e gelindiğinde Batı Şeria’nın yüzde 52’si ve Gazze’nin yüzde 34’ü İsrail’in elindeydi;[21] İsrail ekonomi ve maliye bakanı Gad Ya’cobi’nin bile işaret ettiği gibi “fiili ilhakla sonuçlanan ürpertici bir süreç”.[22] Bu arada Filistin halkı ucuz emek gücü olarak İsrail ekonomisinde işe koşuldu; Batı Şeria ve Gazze’nin işgücünün üçte biri İsrail’deki işlere bel bağlar haldeydi. Bu işlerin koşulları Güney Afrika’daki sömürgeci/apartheid rejimine ait “rezerv”/Bantustan sistemini andırıyordu.[23] Durum patlamaya müsaitti ve nitekim patlama Aralık 1987’de başlayan İntifada şeklinde ortaya çıktı. Bu olağanüstü hareket Gazze ve Batı Şeria’daki tüm Filistin toplumunu kapsadı. Aylarca süren grevleri, boykotları, gösterileri ve türlü çeşit yerel eylemleri organize eden aktivist ağı, FKÖ’nün kurumsal yapısının çok ötesine taşmıştı. Ramallah’tan gelen bir rapor şunu söylüyordu:

Sloganlar FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru örgütü olduğunu söylese de buradaki aktivistler aşağıdan kendi inisiyatiflerini ortaya koyuyor. Hareketin liderliğinin sesi umumi ve isimsiz… bazı geleneksel ulusalcı liderler, olayların dalgasının altında kaldılar ve ancak küçük roller oynayabiliyorlar.[24]

İsrail bir sürü yerel liderliği kontrol etmek zorunluluğuyla (askeri baskı anlamında bile) karşı karşıya kaldı. Bu, sadece İsrail’in sorunu değildi; Arafat ve El-Fetih liderliği ve Arap rejimleri de aynı sorundan mustaripti. İntifada, Filistin sorununu yeniden gündeme getirip Arap yönetimlerinin harekete geçme başarısızlığını gözler önüne sererken Ortadoğu’nun her tarafında destek eylemleri düzenleniyordu. Mısır’daki gelişmeler özellikle önemliydi; burada Filistin meselesi yerel politik sorunlarla iç içe geçmişti. Filistin meselesi sol için sömürgecilik karşıtı mücadeleyi devam ettirmekte anahtar niteliğindeydi; mesele, İslami hareketin de odağında yer alıyordu. 1948’den beri İsrail’le dört savaş yapılmış ve bunların sonucunda İsrail, Mısır’ın topraklarını işgal etmişti. 1978’de Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın İsrail’le barış anlaşması imzalaması (buna ABD aracılık etmişti) Filistinliler’i yüzüstü bırakmak anlamını taşıyordu ve buna Mısır halkının duyduğu öfke büyüktü.

1987 İntifadası Mısırlılar tarafından üniversitelerde büyük destek eylemleri ve Cuma namazı gösterileriyle selamlandı. İslamcı bir vaiz ısrarlıydı: “İsrail’le olan sınırların cihatçılara açılmasını talep ediyoruz”.[25] Hareket Mahalletü’l-Kübra’ya (Mısır’ın sanayi kenti) sıçradı. Burada işçilerin İntifada’yla gerçek bir dayanışmanın gerçekleştirilmesi, Mısır hükümetinin ABD ve İMF’yle yaptığı anlaşmaların feshedilmesi ve Hüsnü Mübarek’in koltuğunu terk etmesi talepleriyle düzenlediği bir gösteride polisle çatışmalar yaşandı. Mısır içişleri bakanı “sabotajlara ve kışkırtmaya” karşı konuştu ve sonraki eylemlere çevik kuvvetle müdahale edileceğini açıkladı.[26] Phil Marshall’ın gözlemleri şöyle:

Dayanışma hareketi artık kendi taleplerine ait bir momentum ortaya koyuyordu ve politik genelleştirme her eylemde hızlanıyor. Mısır, her Arap rejiminin korktuğu şeyi ortaya çıkarıyor; Filistin meselesi Ortadoğu’da en yıkıcı mevzudur. Siyonizme direnirken Filistinliler bölgenin emperyalist kontrolüyle; Arap öğrenciler ve işçiler kendi toplumlarındaki sınıf ilişkileriyle ve kendi egemenlerinin dünya sistemiyle olan bağlarıyla yüzleştiler.[27]

Hareket Türkiye, Sudan, Kuveyt, Cezayir, Tunus, Fas ve Suriye’ye sıçradığında bu ülkelerin yöneticileri FKÖ liderlerini hareketin yıkıcı etkisini engellemek için göreve çağırdılar. Arafat’ın kendisi rejimin Filistinliler’i desteklemesini kutlamak (aslında yerel aktivistleri kınamak) için Kuveyt’i ziyaret etti. FKÖ’nün diğer önde gelenleri eylemlerde boy gösterdi ve TV yayınlarında Filistinliler’in kendi sorunlarını ortaya sermek için gerekli ne varsa zaten yaptıklarını bir bir anlattı; Filistinli olmayanların harekete geçmesine gerek yoktu. Aktivistler ve rejimler arasında kalan FKÖ liderleri, kararlarını ikincilerden yana kullandı.

İntifada’nın sert etkisi bölge boyunca hissedilmeye devam etti. Ekim 1988’de kitlesel protestolar Cezayir’de patlak verdi; kemer sıkma tedbirlerine karşı ardı arkası gelmeyen eylemlerde ve grevlerde Filistin hareketinin sembolleri seferber edildi. Arap ülkeleri Cezayir rejiminin yanında yedeklenirken Suudi medyası “bulaşıcı hastalık” gulyabanisi korkusunu salıyordu.[28] Bir yıl sonra benzer protestolar Ürdün’de ortaya çıktı: FKÖ liderlerinin hareketi durdurmak için yine ellerinden geleni yaptığı bir “Doğu Şeria’da İntifada”. Ortadoğu’nun 1950’lerden bu yana yaşadığı en istikrarsız dönemine girmesiyle birlikte Arap rejimleri arasında harekete geçmenin gerekliliği konusunda bir konsensüs oluştu; Filistin meselesi temel konuydu. Körfez’deki müttefiklerinin baskısıyla ABD’nin İşgal Altındaki Topraklar konusunu İsrail ve FKÖ’yle birlikte tartışmaya açmasına neden olan koşullar işte bunlardı. Arafat; İsrail’i meşru bir devlet olarak tanıyıp İsrailli liderlerle Gazze ve Batı Şeria’da Filistin adında “mini devlet” kurulması mevzusunda çetrefilli bir tartışmaya başlayarak tarihi bir ödün verdi. Arafat 1993’te Oslo Anlaşması’na imza atarak Filistinliler için yeni ve zarar verici bir geri çekiliş dönemi başlatmış oldu.

Neo-liberal Filistin

Oslo “barış süreci” resmi düzeyde İsrail ve Filistinliler arasındaki ilişkilerin ilerlemesi olarak kutlandı. Bu, iki tarafın da çıkarınaydı. Gerçekte bu, Filistinliler için bir felaketti; bütün sonuçları son yıllarda açığa çıkan bir felaket. Arafat’ın kabul ettiği “mini devlet” bölünmüş mikro bölgeler ortaya çıkardı. Bu bölgeler üzerinde yeni kurulan Filistin Ulusal Yönetimi’nin (FUY-FKÖ) yetkisi çok sınırlıydı. İsrail geniş yetkiler ele geçirdi ki bunlar küçük, yerel konular dışında karar verme hakkını kendisine tanıyan bir manda rejimine yol açtı.[29] Yeni düzenlemeler uygulamaya konduğunda İsrail Batı Şeria’da yeni ve genişleyen yerleşim alanları için en verimli tarımsal arazileri ve bu yerleşim alanlarını İsrail kentlerine bağlayan yolları elde tutmuş oldu. Kolonileşme tüm hızıyla devam etti: 1993’te 281.800 olan Filistin bölgelerindeki İsrailli yerleşimci sayısı 2002’de 427.617’ye çıktı.[30] Mütevazi topraklar FUY’a bırakıldığında (Oslo takvimine uygun olarak) İsrailli politikacılar yeni toprak işgallerinin önünü açtı. 1998’de dışişleri bakanı (sonra başbakan) Ariel Şaron, Yahudi yerleşimcilere hitaben şöyle konuşuyordu: “Herkes harekete geçmeli, acele etmeli ve daha çok tepe ele geçirmeli… Alanı genişletiyoruz. Üstüne konduğumuz her şey bizimdir; konamadıklarımız onların elinde kalacak.” [31]

İsrail kendisini tam da coğrafyacı Oren Yiftachel’ın “İsrail-Filistin arasındaki bölgeyi Yahudileştirmeye dönük tavizsiz girişimlerin [ürünü olan]… ürpertici apartheid” dediği şeye adamıştı.[32] Yine de bu, hikayenin sadece bir kısmı. Oslo Anlaşması, Amerikalı stratejistlerin geliştirdiği daha geniş çaplı bir planın parçasıydı: İsrail’in ve İşgal Altındaki Topraklar’ın neo-liberal ilkeler temelinde ABD’nin müttefikleriyle ekonomik entegrasyonunu sağlamak. İsrail hükümeti tam bir işbirliği içindeydi. Dışişleri bakanı Şimon Perez şunları söyledi: “Biz bayrakların barışının değil piyasaların barışının arayışındayız”.[33] Oslo anlaşmasının imzalandığı sıralarda biz dizi komşu ülkede değişim başlamıştı bile; özellikle Mısır’da. 1991’de Mübarek rejimi sert kemer sıkma tedbirleri, ekonomiyi rekabete açmaya dönük yeni yasalar ve deregülasyon içeren bir “Ekonomik Reform ve Yapısal Uyum Programı” kabul etmişti. Oslo kararları doğrultusunda İsrail’le Mısır ve diğer komşu ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler tamamen “normalleştirildi”; Arap-İsrail ortaklığıyla özel sanayi bölgeleri kuruldu (Nitelikli Sanayi Bölgeleri – NSB).[34]  Filistin ekonomisi bu bölgesel ilişki ağının bir parçası olacaktı; resmi neo-liberal ideolojinin geleneğine uygun olarak Filistinliler ve İsrailliler artık “çatışma yerine refah”ı tercih edeceklerdi.

Oslo’dan sonraki ekonomik değişim aslında İsrail’in 1967’de Batı Şeria ve Gazze’yi işgal etmesinden sonraki politikalarının yoğunlaşmasını beraberinde getirdi. Bu bölgeler büyük İsrail’in parçasıymış gibi değerlendirildi; İsrail ekonomisine ucuz işgücü ordusu da dahil çok önemli kaynaklar sağlayan eklentiler. İsrailliler’in toprak işgalleri bölgedeki tarımsal arazileri ciddi biçimde etkiledi: 1967-74 arasında Batı Şeria’da Filistinliler’in ekip biçtiği alan üçte bir azaldı; aynı anda Filistinliler’in elindeki çoğu Ürdün Vadisi’nde yer alan sulu tarım arazileri de yüzde 90 azaldı.[35] Batı Şeria’da tarım arazileri boş kaldı ve bu arazilerden geçimini sağlayan pek çok kişi (özellikle kır gençleri) İsrail’e vasıfsız işçi olarak göç etti. İsrail’in gıda ve endüstri malları bölgeye aktıkça bölgenin endüstrisi ve ticareti de ciddi olarak etkilendi. İsrail ekonomisi Filistin’in gerileyen ekonomik faaliyetlerine nazaran büyüdü: Bu, İsrailli fabrikatörler, aracılar ve İsrail yöneticilerinin iltimas geçtiği bir avuç Filistinli için talih kuşunun konması demekti. Bütün bunlar işgal sürdükçe zenginleşen yeni bir Filistinli kapitalist sınıf yarattı. Bunlar başlangıçta İsrail askeri gücüyle işbirliğinden, daha sonra ise İsrail yetkililerinden temel malların ihracat-ithalat imtiyazını elde ederek ve İsrail inşaat ve hizmet sanayilerine emek-gücü sağlayarak zenginleştiler.

Oslo sürecinin bir parçası olarak Arafat ekonominin temel sektörlerinin denetiminden feragat etti; böylece İsrail yetkilileri FUY’un neleri ihraç ve ithal edeceğine karar verir hale geldi. 2005 itibariyle Batı Şeria ve Gazze ithalatlarının neredeyse yüzde 75’ini İsrail’den yaparken mütevazi ihracatlarının yüzde 88’ini de İsrail’e gerçekleştirdiler.[36] İsrailli yetkililer ve işadamları köşeyi döndü: Sadece Filistin’in ticaretinden yarar sağlamıyor, aynı zamanda FUY’un veya yerel STKların uluslararası kuruluşlardan sağladıkları yardımlardan da istifade ediyorlardı. Adam Hanieh şöyle yorumluyor: “Batı Şeria pek çok İsrail malının tutsak aldığı bir pazar ve Filistin tüketimi temelde yabancı fonlarla finanse edildiğinden son derece karlı bir pazar. Başka bir ifadeyle FUY’a yapılan yabancı yardımlar Filistinliler kadar İsrail’e de yapılıyor”.[37] Yardımlar ayrıca dış yardımları onaylanan yerlere kanalize eden İsrailli yetkililerin de işine yarıyor; böylece çoğunlukla FUY’la yakın bağları olan ve İsrailliler’in yeni suç ortakları olan belli Filistinli alıcılara iltimas geçebiliyorlar.

“Fayyadlaşma”

El-Fetih liderleri Filistin hareketinin içindeki radikal aktivistler tarafından yıllardır elitizm, otoriterleşme ve Körfez rejimleriyle kurduğu yakın ilişkiler nedeniyle suçlanıyor. Buna rağmen görevi kötüye kullanıp hareketin kaynaklarını sömürmekle suçlanmıyorlar. Her ne kadar varlıklı Filistinliler’le bağ kuruyor olsalar da önde gelen FKÖ liderleri yıllardır mütevazi bir yaşam sürüyor.[38] Özellikle Arafat “Bay Filistin” imajıyla uyumlu, sade yaşam tarzıyla övülürdü. Oslo Anlaşması ve FUY’un kurulması bunu hızla değiştirdi.

Batı Şeria’nın 1967’de işgalinden sonra İsrailli stratejistlerin önceliklerinden biri, kendilerinin yerel halka ilişkilerinde aracılık edecek işbirlikçileri belirlemekti. İsrail ordusuyla birlikte çalışan bir Filistin bürokrasisi (polis teşkilatını da içeren sivil bir idare) oluşturdular. Bunun yanında FKÖ’nün etkisine karşı koymaya özendirilecek yerel milislerin yetiştirilmesi için “Köy Birlikleri” inşa edildi. Sonuncular (1987 İntifadası’nın ürünü olan, kendilerini mücadelenin yükseltilmesine adayan, yeni nesil militanların net bir şekilde gösterdiği gibi) ulusal mücadeleyi zayıflatmakta başarılı olamadı. Yine de ayrıcalıklı Filistinliler tabakası, İsrail askeri idaresi ve işgalden doğrudan doğruya kar elde eden İsrailli işadamları arasında ilişkiler kurulmasının önünü açan başlıca yön haritasının oluşmasını sağladılar. Oslo anlaşmasıyla birlikte bu çekirdek grup genişledi; Körfez’deki Filistin burjuvazisinin ve elindekileri korumayı beceren, geleneksel toprak sahibi sınıfın üyeleri dahil “yurda geri dönen” sermayeyi kendine çekti.[39] Oslo anlaşmasından sadece beş yıl sonra ekonomik çevrenin geçirdiği değişim hakkında Jamil Hilal “ ‘yapısal uyum’ ortamı dahilinde özel sektör vurgusu” ile “Dünya Bankası’nın artan etkisi”ne işaret ediyor ve sosyo-ekonomik eşitsizliğin kesinlikle hızla arttığını söylüyor.[40] Neo-liberal uygulamalar, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi bitirme politikasıyla birleşince FUY’la bağlantılı küçük bir grup Filistinli’nin zenginleşmesine, çoğunluğun yaşam koşullarınınsa çok daha kötüleşmesine neden oldu.

1993’te İsrail, Filistinliler’in İsrail’de istihdam edilmesi konusunda yeni bir denetim mekanizması oluşturdu. 25 yıldan fazla bir süre Filistin emek gücü İsrail ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Aynı zamanda Filistinli istihdamı İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’deki denetimini kolaylaştırıyordu. Leyla Farsakh göçmen işgücünün “Filistinliler’in İsrail mallarına ve ticari ilişkilerine bağımlılığını artırdığını ve Filistin işgücünün Filistin mal ve hizmetlerine olan İsrail talebiyle iç içe geçmesine neden olduğunu” belirtiyor.[41] 1992’de İsrail yöneticilerinin verdiği sürekli çalışma izni sayısı 115 bindi; 1994 itibariyle (yani Oslo’dan sonra) bu sayı 65 bin oldu;[42] Mayıs 1996’da ise sadece 36 bindi.[43] Rakamlar, İsrailli stratejistlerin yeni ucuz emek kaynakları hedefleri dahilinde sürekli bir artıyor, bir azalıyordu. Michael Ellman ve Smain Lacher şunları söylüyor: “Filistinli işçilerin yerine deniz aşırı işgücüne dönük net ve açık bir politika”.[44] Kuralsızlaştırma ve emeğin hareketliliğinin dünya çapında hüküm sürdüğü bir dönemde İsrail, Asya ve Doğu Avrupa’dan göçmen işçilerin gelmesini teşvik etti. Başlangıçta [göçmen istihdamı] Filistinliler’inkinden daha pahalıya gelse de, bunlar hızlıca “yasa dışı” ilan edilebilir ve böylelikle son derece sömürülebilir hale gelebilirdi; belli bazı patronların karşı koyamayacağı bir cazibe.[45] Bundan dolayı Filistin topraklarında işsizlik arttı; işsizlik oranı 1993’ten 2000’e Gazze’de yüze 15,1’den yüzde 32,5’e, Batı Şeria’da yüzde 10,1’den yüzde 23,8’e çıktı[46] ve yoksulluk ve diğer sosyal mahrumiyet düzeyi endekslerinde ani bir yükseliş gerçekleşti.

FUY liderliği başka konulara odaklanmıştı: Her şey bir kenara bölgeyi denetim altına almak ve kendi güvenliğini garantilemek için güvenlik aygıtı inşa etmek. El-Fetih’in liderliğinin otoriter eğilimlerine rağmen, 1960’lardan itibaren FKÖ; FHKC ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC – şeklen demokratik sosyalizm ilkelerine bağlı, radikal ulusalcılar) gibi gruplar da dahil, geniş bir politik akım yelpazesini bünyesinde barındırdı. 1987 İntifadası taban örgütlenmelerini (kadın, öğrenci ve çiftçi grupları, köy konseyleri, sendikalar ve bağımsız kültürel inisiyatifler gibi) öne çıkardı. İsrail ve ABD bu hareketi bastıracak Filistin güvenlik güçlerini kurmak için Oslo Anlaşması’nı kullandı. Bu güçler özellikle hareketin radikal unsurlarını bastırıp hareketin bölgeye “bulaşma” etkisini azaltacaktı. Filistinliler’in doğrudan kontrolü altındaki yerlerde İsrailliler’in boşalttığı kışlalara ve karakollara Filistin güvenlik güçleri yerleşti. FUY, üniformalı polisleri ve sivil “istihbarat” kesimlerini içeren, çok birimli bir aygıt kurdu. Bunların en önemlisi Önleyici Güvenlik Servisi (ÖGS) idi. On binlerce insan silah altına alındı: 1990’ların ortasında FUY polis şefi 40 bin kişiye ihtiyaç olduğunu belirtti[47]; on yıl sonra 50 ila 70 bin kişi kaydedilmişti.[48] Batı Şeria’nın ÖGS komutanı Jibril Rahjoub (Ebu Rami), Gazze’ninki ise Muhammed Dahlan (Ebu Fadi) idi. İkisi de Mısır ve Ürdün’deki CIA kamplarında yetiştirilen ve İsrail vasıtasıyla ABD’nin donattığı adamları yönetiyordu.[49] Bunlar keyfi gözaltılara, isnatsız tutuklamalara ve işkencelere imza attılar; bağımsız yayınları ve örgütleri kapattılar. Graham Usher’ın belirttiği gibi FUY’un yeni infazcıları olarak “Batı Şeria ve Gazze’de var olan veya ortaya çıkmaya başlayan düzeni ele geçirmek ve sonra ayartmak için” hızla harekete geçtiler.[50]

FUY ileri gelenleri hızla imtiyazlar dağıtan mekanizmanın merkezine oturdu. Üst düzey FUY memurları İsrailliler’le birlikte çalışarak inşaat ihaleleri ve temel malların tedariki için monopol imtiyazları, mobil telefon şirketlerine ve TV kanallarına ayrıcalıklar dağıtır hale geldiler. Çok değerli arazi kaynaklarını tahsis etmek için hukuk sistemi üzerindeki kontrollerinden istifade ettiler. İşgal Altındaki Topraklar’da yapılacak yatırımlar FUY’un denetimine tabi idi. Böylece bazı FUY ileri gelenleri bekçilik yaparak elde ettikleri gelirle inanılmaz ölçüde zenginleşmekle kalmadı, aynı zamanda Körfez sermayesiyle ve devletleriyle bağ kurdular veya bağlarını güçlendirdiler. Gazze’nin ÖGS’sinin baş infazcısı Muhammed Dahlan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin üst düzey yöneticileri ve yatırımcılarıyla yan yana çalıştı: Oslo Anlaşması’nın imzalanmasını takip eden on sene içinde kişisel servetinin 120 milyon dolara çıktığı söyleniyor.[51] 2003’te FUY’un bütçesini inceleyen bir IMF heyeti, FUY’un 1995-2000 arasında elde ettiği 900 milyon dolarlık gelirin Arafat ve onun baş ekonomi-maliye danışmanının kontrolündeki “özel hesaplar”a aktarıldığını ve bu paranın Filistin’deki ve yurtdışındaki yatırımlarda kullanıldığını belirtti.[52] Arafat mütevazi yaşamaya devam etti fakat diğer liderler, genel sefaletin kol gezdiği bir ortamda yeni zenginliklerini açık eden gösterişçi tüketimin içine daldı. Özellikle Ramallah’ta yeni yerleşim yerleri inşa edildi. Burada “abus” denilen FUY yöneticileri, tüm küresel güneyde örnekleri görülen lüks, kapalı sitelerde villalar yaptırdılar. Bu, ulusal hareketi aşındırıcı bir etki yarattı. Tecrübeli bir Filistinli gazeteci olan Lamis Andoni’ye göre Birinci İntifada’nın saygı duyulan genç liderleri bile bu durumdan etkilendi; onların “ulusalcı kimlikleri”nin artık işe yaramadığı ve yeni “oyun kuralları”nın para ve FUY’un polis devleti tarafından belirlendiği konularında ısrar eden yozlaşmış memurların kötü etkisi onları da sardı.[53]

Hamas

Geniş kitlelerin yaşam standartları çökmüştü. 1999-2007 arası arasında Filistin’in kişi başına GSYH’ı üçte iki azaldı; Batı Şeria’da hane halklarının yüzde 56’sı, Gazze’de ise yüzde 75’i yoksulluk sınırının altında yaşıyordu; bu, kayıtlardaki en yüksek seviye idi.[54] Sınır kapatmalar, insafsız kolonileşme ve sürekli tekrarlanan İsrail işgalleri birlikte yaygın yoksulluğu doğurdu. 2000’de İkinci İntifada yükseldi. Bu daha kitlesel bir ayaklanmaydı; ancak ilki kadar enerjik değildi ve hızla İsrail güçleriyle silahlı çatışmaya döndü; sonunun nasıl olacağı belli, eşit olmayan bir mücadele. İsrail ayrıca 2000’de apartheid duvarını inşa etmeye başladı. Bu duvar daha fazla Filistinli’nin tecrit edilmesine, çok önemli tarım arazilerine ulaşımın engellenmesine ve parçalanmış FUY bölgeleri arasındaki iletişimin kopmasına neden oldu.

El-Fetih desteğini hızla İslamcı Hamas’a kaptırdı.[55] 1987’de Gazze’de Müslüman Kardeşler’in bir kolu tarafından kurulan Hamas, ilk İntifada’da önem kazandı. Başlangıçta İsrail’in gözdesiydi; her şeyin ötesinde FKÖ’den çekinen İsrail, Hamas’ın laik ulusalcılığın desteğini azaltacağı umuduyla İslamcıların büyümesi için alan açtı.[56] 1990’lar boyunca örgüt; Müslüman Kardeşler’in popülist stratejisine has sosyal yardımlaşma projeleri geliştirerek ve FUY’un İsrail’le uzlaşmasına karşı çıkarak Gazze ve Batı Şeria’daki tabanını durmadan genişletti. Glen Robinson Oslo sürecinin batmasının sonuçlarından olan Hamas’ın başarısının izini sürüyor:

Oslo, Filistinliler’in haklarını vermeyi başaramadığından Hamas’ın yıldızı parladı ve hareket alanı genişledi. İsrail’in Batı Şeria ve Gazze işgalini tamamen bitirmekteki isteksizliği Oslo’nun işe yaramayacağını en başından tahmin eden Hamas’ı güçlendirdi ve onu Filistin’in tek önemli muhalif hareketi yaptı… Hamas, Oslo’nun hayal kırıklığına uğrattıklarının politik evi oldu.[57]

Hamas çok geçmeden İsrail’de “islamo-faşist” diye tanımlanmaya başladı ve küresel İslam tehdidinin bir parçası olduğu söylendi. Gerçekte Hamas hedefleri sınırlı, eylemde pragmatik bir örgüttü. El-Fetih’in dar ulusalcılığını paylaşıyordu. Kurucusu Şeyh Yasin bunun altını çiziyor: “Hamas’ta biz Filistin ülkesinde savaşıyoruz. Savaşımızı işgal altındaki topraklardan dışarıya taşımaya hazır değiliz”.[58] En önemli sloganı olan “İslam çözümdür” Kardeşlik’ten alınmaydı ve her amaç için kullanılabilirdi. Birkaç yıl boyunca Hamas, İsrail’e verilecek her türlü tavize karşı çıktı; ancak 2004’e gelindiğinde El-Fetih’le birlikte pazarlık masasına oturmaya ve silahlı eylemlerini durdurmaya hazır hale geldi. Ayrıca birkaç yıl boyunca FUY seçimlerine katılmayı reddetmişti; politikasını değiştirdi ve çok geçmeden baş döndürücü bir seçim zaferi elde etti.

Arafat 2004’te öldü. Onun görevini Mahmud Abbas (Ebu Mazen) devraldı. Abbas, El-Fetih’in kurucu üyelerindendi. Katar’da üst düzey bir bürokrattı ve uzun süre kendini İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesine adamıştı. 2006’da Hamas FUY’un Yasama Konseyi seçimlerini kazandı; onun Değişim ve Reform listesi 132 sandalyeden 74’ünü elde etti ve Hamas lideri İsmail Haniye başbakan oldu. İsrailliler dehşete kapıldı ve ABD Gazze’de Muhammed Dahlan liderliğinde bir darbe girişiminde bulundu.[59] Bu geri tepince Hamas, El-Fetih güçlerini bölgeden sürmeyi başardı. Artık iki tane, ayrı Filistin hükümeti vardı: Hamas’ınki Gazze’de ve Abbas’ın liderliğini sürdürdüğü FUY’unki Batı Şeria’da. İsrail vakit kaybetmeden Gazze’yi dış dünyaya kapattı ve 2008’in Aralık ayında bölgede büyük bir işgal başlattı. Bu gelişmelerin hiçbiri neo-liberal programı ve FUY’un İsrail’le işbirliğini sona erdirmedi. Abbas 2007’de Selam Fayyad’ı başbakanlığa atadı. Fayyad[‡] 1990’lar boyunca FUY’un İMF temsilciliğini yapan bir iktisatçıydı. Kendisi İsrail ve ABD’nin gözdesiydi. Aynı zamanda Dünya Bankası ile birlikte yeni Filistin Reform ve Kalkınma Planı’nın(FRKP) da mimarıydı. Bu plan piyasalaşmayı hızlandırmaya dönüktü:

Filistin’in ekonomik vizyonu değişmelidir. Arap dünyasıyla uyum içinde olacak, özel sektörün öncülük ettiği serbest pazar ekonomisi sistemini geliştirmeliyiz. Ekonominin bölgesel ve küresel pazarlara açılması özgür, demokratik ve adil bir toplumun ekonomik temelini sağlayacaktır.[60]

Neo-liberal reform büyük bir hararetle sürdürüldü. “Fayyadizm” altında Batı Şeria küresel refahın hayali ağına dahil edildi. Yüzeysel değişimler ortaya çıktı: AVM inşaatları, oteller, restoranlar ve lüks araba galerileri, “Filistin’de özel sektörün ortaya çıkardığı en büyük proje … Filistin’in ilk planlı şehri” [61] olarak reklamı yapılan Rawabi başta olmak üzere dört başı mamur güvenlikli siteler. Katarlı spekülatörler tarafından finanse edilip İsrail yerleşim yerlerine özenerek yeni zenginler için yapılan bu tepebaşı kasaba, çevredeki köylerden zorla istimlak edilen araziler (istimlak kararının altında Abbas’ın kişisel imzası vardı) üzerine inşa edildi. Sanayi bölgesi (ki bunların bazılarının Türk şirketi TOBB-BİS -Barış İçin Sanayi- gibi yabancı işletmecileri var) inşası için de çiftçilerin arazilerine el kondu. Hedef Filistin’in hemen yanı başındaki Ürdün’de olduğu gibi NSBleri ekonomiye kazandırmaktı. NSBler asgari ücretin altında çalıştırılan göçmen işçilerin istihdam edildiği, sendikaların girişinin yasak olduğu ve ulusal sosyal güvenlik sistemine dahil olmayan yerlerdir. Charlotte Silver Batı Şeria endüstri bölgelerini “Filistin’in taşeronlaştırılması” olarak tanımlıyor.[62] NSBler ayrıca İsrailli şirketlerle ortak girişimler kurma fırsatı sağlıyordu. Bunlar, Filistinli işadamlarının da halihazırda yatırım yaptıkları, İsrailli yerleşimcilerin tarıma dayalı sanayi tesislerinin FUY versiyonu halindeydi.[63] Tarık Dana’ya göre Filistinli şirketler, boykot kampanyalarından ve bazı Avrupa ülkelerinin kurallarından kaçınma amacıyla İsrail yerleşimlerinden çıkan malların üzerine hileyle “Filistin malı” damgası vurup Avrupa’ya ihraç edilmesi işine karışmış durumdalar.[64]

Batı Şeria’daki inşaat furyası ve tüketici harcamalarında keskin artış vasıtasıyla ortaya çıkan kalkınma “balonu” mortgage borçlarında ve kişisel kredilerde büyük artışlarla finanse edildi. Geleneksel olarak Filistinliler borçlanmaktan pek haz etmeseler de 2008-2011 arasında Batı Şeria’da tüketici kredileri 6 kat artıp 415 milyon dolara ulaştı; 2012 itibariyle arsa alımları ve inşaat için alınan kredi toplamı da 500 milyon doları aştı ki bunların çoğu Amerikan ve Körfez bankalarından kullanılmıştı.[65] 2013’te Batı Şeria’daki kamu sektörü çalışanlarının yüzde 75’i borç içinde olduğunu söylüyordu.[66] Bu arada FUY kendi borç geri ödemelerini gerçekleştiremiyor ve çalışanlara maaşlarını ödeyemiyordu. 2012’de İşgal Altındaki Topraklar’da işsizlik oranı yüzde 27’ye yükseldi, reel ücretler de 2006’daki seviyesinin yüzde 10 altındaydı.[67] FUY yılmadı; bile isteye Amerikan stratejistklerinin, uluslararası finansal organizasyonlarının ve İsrailli politikacılar ve işadamlarının bir yaratığı haline geldi.

Satılığa çıkarılan Filistin

FUY; egemen devletlerin, uluslararası şirketlerin ve bankaların gündemini belirlediği bölgesel değişim planlarıyla tam olarak bütünleşti. Komşu ülke Mısır’da olduğu gibi her şey satılığa çıkarıldı. Hüsnü Mübarek yönetimi altında Mısır, kamu varlıklarının hileli yollarla yerel işadamlarına ve yabancı yatırımcılara satıldığı, başarılı bir piyasalaşma ve kuralsızlaştırma dalgasının içine dalmıştı. Önceden ulusal servet olarak görülen her şey eninde sonunda satışa müsaitti: Arazi, su kaynakları, enerji tesisleri, fabrikalar, tarımsal hizmetler, bankalar; “piyasaya açılabilecek” ve Mübarek ve onun gözde destekçilerinin özel ellerine terk edilebilecek her şey.[68] Daha az yoğun ama aynı sonuçlar doğuran benzer bir program Suriye’de izlendi.[69] Filistinli neo-liberalizm taraftarlarının elinde benzersiz bir fırsat vardı.

Batı Şeria ve Gazze’nin İsrail tarafından işgaline, önceden Avrupalı güçlerin “sömürgeler dünyası”nda yaptığına benzer şekilde yaklaşılabilirdi. Askeri aygıt yerel direnişi kırabilir ve böylece gittikçe uysallaşan ulusalcı liderlik ihanet etmekte ayartılabilirdi. Körfez devletleri görünümündeki bölgesel sermaye, zenginliğini artırma ve baş belası Filistin direnişini kırma isteğiyle işin içine girmeye can atıyordu. Oslo Anlaşması İşgal Altındaki Topraklar’ın resmi kontrolü üzerinden bu projede üstlendikleri rolü oynamaya can atan bir liderlik ortaya çıkardı.

El-Fetih, Arap dünyasındaki diğer devletlerin bir benzerini inşa etme arzusuyla 1950’lerde kuruldu. Kolektif mücadele için Filistinli kitlelerle (ki bunların hayallerini başka bir gündem şekillendiriyordu) temas kurdu. Bu gündem, Ortadoğu çapında mücadeleleri tetikleyen değişim umudunun etkisi altındaydı. Yukarıda belirtildiği gibi Mısır’da Özgür Subaylar hareketinin radikal milliyetçiliğinin, Irak’ta devrimci kalkışmaların ve Cezayir ve Yemen’de sömürgecilik karşıtı hareketlerin hüküm sürdüğü 1950’ler ve 60’lar; politik bağımsızlık ve toprağın, endüstrinin, finansal sistemin ve ticaretin kamulaştırılması da dahil ekonomik ve sosyal reform isteklerini odağına almıştı. Raşid Khalidi durumu şöyle yorumluyor: “Lübnan mülteci kamplarındaki sürgün döneminde bile ‘ulusal’ devlet kurma taleplerine karşı koymak FKÖ için zordu”.[70] Bu hareketin yükselişi El-Fetih’i sola çekti. Böylece örgütün liderleri ulusal kaynakların kitlelerin ihtiyaçları için kullanılacağını taahhüt ettiler. Başta Ürdün ve Lübnan’da olmak üzere okulları, sağlık ocakları ve hastaneleriyle birlikte bir sosyal dayanışma ağı ve ulusal hareketin içinde yer alan Filistinli işçileri temsil eden sendikalar inşa edildi. Arafat; Samed isimli bir organizasyon tarafından yürütülen örgütün mütevazi sanayi girişimlerinin “bağımsız Filistin’in ve bürokrasiden arındırılmış Filistin kamu sektörü ekonomisinin çekirdeğini” teşkil ettiğini ve [bunların] “devrimin ruhunu ve kararlılığını aşıladığını” söylüyordu.[71] FKÖ, hiçbir zaman yürürlüğe sokulmayan bir umudu aşılamaya devam etti: Filistin’e dönüşle birlikte ülkenin kaynaklarının (toprak, su ve madenler) kapsamlı bir ulusal kalkınma projesi için kullanılması. Oslo’dan sonra FUY bu amaçları terk etti. Nasır sonrası Mısır’ın ve bölgenin diğer egemen sınıflarının neo-liberalizmine dahil oldu ve soyut düzlemde halkın yararı için devletin elinde tuttuğu düşünülen kaynaklar, piyasanın ve onun çıkarlarının emrine sunuldu. Böyle yaparak Filistin davasında sosyal sınıf meselesinin önemini yeni bir aşamaya yükseltmiş oldu.

FKÖ hiçbir zaman Ortadoğu’daki kitlesel mücadelelere bulaşmadı; tam tersine örgütün liderleri İsrail’e, emperyalizme ve bölgenin egemen sınıfına karşı ortak mücadelenin yaratacağı fırsatlardan Filistinliler’i uzak tutmak için gayretkeşlik gösterdi. El-Fetih on yıllarca Filistin hareketinin kitlesel anlamda büyük bir parçası olmadan hareketin içinde yer aldı. Başta Ürdün 1970 ve Birinci İntifada 1987 gibi dönüm noktalarında Filistin hareketinin, radikal değişimler için yürütülen mücadelelerin yaratacağı fırsatların bir parçası olmasının önüne set çekti. El-Fetih liderleri ulusal birliğin önemini vurguluyorlardı: İsrail’in sömürgeciliğine karşı olma bağlamında meşru bir proje; ancak bu projenin esas belirleyici tarafı Filistinliler’in birleşik mücadelelerine katılma kapasitesini ve böylelikle İsrail dahil bölgenin egemen sınıflarına kafa tutma potansiyelini yok etmesiydi. FUY; İsrail, ABD ve neo-liberal projeyle ittifak kurmaya doğru ilerlediğinde Filistinli radikallerin hiçe saydığı ne olursa olsun birlik fikri geriye dönüşsüz bir şekilde çöpe gitti. Artık topraklara el koyan, köylüleri evinden atan, baskı uygulayan ve muhalifleri susturan FUY olmuştu. Tarık Dana, pek çok Filistinli’nin FUY’un güvenlik aygıtını “işgalin bir uzantısı” olarak gördüğü tartışıyor: “FUY’un uygulamaların bir sonucu olarak eleştirmek artık vatana ihanet suçu sayılıyor”.[72]

Ana akım milliyetçiliğin krizi kendisini birçok yönden gösteriyor. Bunlar arasında en önemlisi Filistin’in tecridini sonlandırmak ve geleneksel liderliği elde tutmak için oluşturulmuş bir girişim olan Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BTY) hareketi.  2005’te ortaya çıkan bu hareket, FKÖ’yü baypas etti. Kampanyayı yürütenlerden Ömer Barghouti FKÖ’yü, Filistin meselesini “İsrail’in adaletsizlikleriyle birlikte var olan bir oyma süreci”ne dönüştüren “yıllardır süren, tam bir keşmekeş” olarak tanımlıyor.[73] BTY hızla yayıldı; küresel sosyal adalet hareketiyle (özellikle Dünya Sosyal Forumu ağları) kurulan yaratıcı ilişkiler bu harekete destek sağladı. İşgal Altındaki Topraklar’daki yüzlerce örgüt kampanyanın deklarasyonunu destekledi; pek çoğu yurt dışındaki sendikalar, dini kurumlar, öğrenci grupları ve dayanışma kampanyalarıyla sıkı ilişkiler kurup Filistin’in tecridinin azalmasına katkı sağladı. El-Fetih Filistinliler’in mücadelesini kontrol altına almaya çalışırken Filistinliler ilk defa tüm dünyada geniş kitleler tarafından görünür hale geldiler.

Devrim

1950’lerde El-Fetih Ortadoğu’nun kapitalist düzeni içinde yer alacak, bağımsız bir devlet inşa etmeyi umuyordu. 1990’lara gelindiğinde tarihteki Filistin’in küçük bir bölümü üstünde gölge bir iktidar elde etmek için ulusal hareketten feragat etti. Bu noktada; neo-liberal mantığın hüküm sürdüğü kapitalizmin yeniden yapılandırılması sürecine karşı mücadelenin her geçen gün daha fazla etkilediği kitlelerle karşı karşıya geldi. Ulusal sorun büyük sermayeye, uluslararası finans sistemine ve Washington ve Körfez ülkelerinin yönettiği yeni emperyalizme karşı bütünsel mücadelenin bir parçası haline geldi. Mülksüzleştirilmenin, sürülmenin ve İsrail’in yıllardır süren kolonizasyonunun sonucu olarak Filistinliler kendilerini tamamen sınıfsal uzlaşmazlığın politik dünyasında buldular.

2011’de Mısır’daki kitlesel mücadele Mübarek’i devirdiğinde durum buydu. Pek çok Filistinli bundan memnun kalmıştı; nefret edilen bir diktatörün, büyük grevlerin merkezi bir rol oynadığı, kitlesel bir muhalefet hareketi tarafından devrilmesini kutladılar. Electronic Intifada, Gazze’den şöyle haber geçti:

“Masr, Masr, Masr, Masr”; Arapça Mısır kelimesi Gazze sokaklarındaki büyük kalabalıklar tarafından haykırılıyordu… Gazze’nin en işlek caddelerinden olan Umar el-Mukhtar Caddesi çok güzel bir portre sunuyordu: Altın bir kartalla süslenmiş, siyah, kırmızı, beyaz renkli yüzlerce Mısır bayrağı dalgalandırılırken pek çok insan şekerleme yiyip patlayan havai fişekleri izliyordu.[74]

Gazzeliler Tunus ve Kahire’den uyarladıkları sloganları haykırıyordu: “Halk, Abbas’ı devirmek istiyor”.[75] Filistin kökenli nüfusun yoğun olduğu bir şehir olan Amman’da atılan sloganlar: “Yaşasın Mısır!”, “Sıradaki kim?”, “Sıra Abbas’ta!” [76] Filistinli aktivist ve yazar Ali Abunimah şunları aktardı:

Devrim, Arap dünyasının ortak kaderine has bir şuuru yeniden uyandırdı. Pek çoğumuzun öldüğünü düşündüğü bir şuur; anne-babalarımızın kendi gençlik anılarında yer alan, dinlediğimizde bize naif gelen ve Arap liderlerinin kesinlikle öldürmek istediği bir şuur. Arap diktatörleri de… kendi halklarının ruhunun öldüğünü düşünüyordu. Devrimler sınırsız olanakları barındıran bir bilinci ve ülkeden ülkeye yayılması gereken değişim arzusunu uyandırdı.[77]

Filistin mücadelesi kritik bir dönemde. Filistin’in tecridi Ortadoğu’nun güç odaklarına kafa tutan hareketler tarafından kırıldı. “Ortak kader bilinci” Filistiniler’le sokaklardaki ve işyerlerindeki Tunuslular’ı ve Mısırlılar’ı birleştirdi.

Barı Şeria’da Filistinliler başlangıçta fazla ihtiyatlıydı. Mahmud Abbas hem Mübarek’i hem de Tunus’un diktatörü Ben Ali’yi telefonla arayarak destek önerdi ve ayaklanmaları destekleyen Ramallah’taki göstericilerin üzerine polisi saldı. Bunlar FUY’un diktatörlüklere olan bağlılığının ve kitlesel hareketleri küçümsediğinin açık göstergeleridir. Fakat kutlama havasının yayılmasıyla Abbas panikledi, tüm kabinesinin istifasını istedi ve başkanlık seçimi çağrısı yaptı. Aynı anda FUY’un güvenlik güçlerini alarma geçirdi. Onun ayakta kalması yerel hareketi bastırmak için İsrail’le ortak hareket etmesine bağlıydı. Aylar boyunca Filistin gitti geldi. Haziran 2011’de İsrail subaylarının aklında bir “felaket senaryosu” vardı: İsrail’in Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan sınırlarının bir “sınır İntifadası” alanına dönüşmesine neden olacak ve Filistinliler’i birleştirecek bir çatışma olasılığı.[78] Fakat Abbas dayandı ve İsrail, binlerce Filistinli Suriye’den sınırı aşmaya çalıştığında bunu bastırmayı becerdi.

SKYK (Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi) hükümetinin Mübarek’in İsrail’le yaptığı anlaşmaları iptal etmesinde ve Gazze’yle olan sınırın açılmasında ısrar eden, Filistin için harekete geçilmesi adına sayısız eylemin yapıldığı Mısır’daki gelişmeler özel öneme sahipti. Eylül 2011’de büyük bir kalabalık İsrail’in Kahire büyükelçiliğini bastı ve İsrail diplomatik görevlilerini tahliye etti. SKYK yine de isteklere kulaklarını tıkadı. Aralık 2011’de Müslüman Kardeşler parlamento seçimlerini kazandılar; onlar da harekete geçmedi. Kardeşler’in Gazze’deki “kardeş” örgütü Hamas Mübarek’in düşüşünü “tüm taleplerini desteklediğimiz Mısır devriminin zaferinin başlaması” olarak değerlendirip kutladılar.[79] Mısır devletinin omurgası olan orduyla çatışma olasılığı yüzünden felç geçiren Kardeşler harekete geçemedi. Örgütün adayı Muhammed Mursi Haziran 2012’de devlet başkanı seçildikten sonra Kardeşler, Filistin’le olan ilişkilerini inkar etme moduna girdi; Filistin meselesiyle çok derin bir geçmişi olmasına rağmen Gazze’yi kaderine terk etti. Mısır’ın laik muhalefeti de daha etkin değildi. Liberaller ve milliyetçiler her ne kadar Filistin meselesine bağlılıklarını sürekli ifade etseler de Gazze ve (daha geniş perspektiften) İsrail işgali meselelerinde ıslık çaldılar. 2012’de Nasırcı başkan adayı Hamdeen Sabbahi eğer seçilirse Mısır’ın İsrail’le yaptığı barış anlaşmasını yırtıp atacağını, Filistin direnişini destekleyeceğini ve Araplar’dan gasp edilmiş topraklar üzerinde kurulmuş olan siyonist devleti tanımayı reddedeceğini açıkladı.[80] Milyonlarca Mısırlı işçinin ve devrimci aktivistin desteğini yakalayan bir kampanyadan sonra o da sessizliğe büründü. Tıpkı Kardeşler ve diğer laik muhalif kesimler (liberaller, sosyal demokratlar ve komünistler) gibi o da Mısır devletinin omurgasıyla yüzleştiğinde felç oldu. Stalinist dönemin perspektiflerinden mustarip; ulusal çıkarların vücut bulmuş hali ve “halk”ın tarihsel temsilcisi olarak değerlendirdikleri silahlı kuvvetlere saygı duyan ulusalcılar ve komünistler, üst düzey subaylarla uzlaşı arayışına girdi; Filistinli radikal aktivistlere yapılan ihanetin onlara düşen kısmı da buydu. Temmuz 2013’te General Abdül Fettah El-Sisi iktidara el koyduğunda Mısır’da Filistin’e en fazla yakınlık duyanlar sokaklardan temizlendi.

Filistinli aktivistler “kaybedilen Arap Baharı”nın yasını tutuyor.[81] 2014’te İsrail Gazze’ye yeniden insafsızca saldırdıktan sonra, İsrail basını bile Gazzeliler’in üzüntüsünü satırlarına taşıdı. Haaretz Filistinliler için “müttefik olarak değerlendirdikleri bir ülke – Mısır – Gazze’yi yıkıma terk ettiği için şaşkınlık ve öfke [duyuyorlar]” yorumunda bulundu.[82] Fakat tarihsel değişimler ufukta göründü. Arap ülkelerindeki kitlesel hareketler sayesinde Filistin’e olan ilgi arttı. Bu, 50 yıldan fazladır süren Filistin mücadelesindeki en önemli gelişmedir. Ali Abunimah’ın belirttiği gibi: “devrimler sınırsız olanakların ve yayılması gereken değişim arzusunun bilincini geri getirdi”. Bölgenin egemen sınıfları neo-liberal gündem etrafında birleşmiş durumdalar. Değişim isteyen Filistinliler, Mısırlılar ve diğerleri için mesele, devrimci dönüşüme ve Filistin’i özgürleştirmeye kendini adamış politik akımların nasıl inşa edileceğidir.

 

 

 

Notlar



[*] Arapça rais – [ç.n.]

[†] İngilizcesi “Faustian pact”; ruhunu şeytana satma anlamında – [ç.n.]

[‡] Orijinal metinde burada Abbas deniyor; ancak muhtemelen bir yanlışlık söz konusu. – [ç.n.]



[1] Bu makalenin taslak aşamasında yaptıkları yorumlar için Anne Alexander’a, Alex Callinicos’a, Elli Marfleet’e, John Rose’a ve Alan Watts’a teşekkürler.

[2] Ma’an News, 2014

[3] Faheem ve Thomas, 2014.

[4] Mozgovaya/Haaretz, 2011.

[5] Benn, 2010.

[6] Benn, 2010.

[7] Barghouti, 2011, s. 56.

[8] Khalidi, 2014.

[9] Khalidi, 2014.

[10] Nakba, Arapça felaket anlamında bir kelime. Kelime, Arap dünyasında 1948 Arap-İsrail çatışması ve Filistinliler’in yerinden yurdundan edilmesine işaret eder.

[11] Ibrahim, 1982, s. 48.

[12] “Fatah” veya “Fath” Arapça Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (Harakat al-Tahrir al-Watani al-Falastini) kelimelerinin (tersten) baş harfleridir. Aynı zamanda Kuran’da geçen bir kelime olup “başlangıç” veya “zafer” [fetih] anlamına gelir.

[13] El-Fetih’in politik stratejisinin gelişimi ve karışmama ilkesi için: Schulz, 1999.

[14] Hart, 1989, s. 157.

[15] Suriye, Irak ve Lübnan FKÖ içindeki çeşitli gruplara destek sağlıyordu. Suriyeliler; El-Saika, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık ve Filistin Halk Mücadele Cephesi dahil bir dizi gruba arka çıkıyordu.

[16] Hart, 1989, s. 286.

[17] Hart, 1989, s. 286.

[18] Lübnan’da yaşanan gelişmelerin hayranlık uyandırıcı hikayesi için: Sayigh, 1979.

[19] Filistinli liderler çoğunlukla takma adlarla anılır. Bu adlar genellikle en büyük çocuklarının ismine göndermede bulunur (böylece Ebu Davud, Davud’un babası anlamındadır)

[20] Hart, 1989, s. 304.

[21] Rabbani ve Hajjar, 1988, s. 26.

[22] Johnson ve O’Brien, 1988.

[23] Hanieh, 2013, s. 105.

[24] Johnson ve O’Brien, 1988.

[25] Mideast Mirror, 1988b.

[26] Mideast Mirror, 1988a.

[27] Marshall, 1989, s. 167-168.

[28] Mideast Mirror, 1988c.

[29] Batı Şeria topraklarının sadece yüzde 3’ü ve bölgedeki Filistin nüfusunun yüzde 20’si üzerinde FUY’un doğrudan kontrolü vardı (A bölgesi). Bölgenin yüzde 24’ü ve nüfusun 70’inin kontrolü FUY-İsrail ortak yönetimi altındaydı (B bölgesi); İsrail bölgenin yüzde 70’inin doğrudan kontrolünü ele geçirdi (C bölgesi). Bu son bölgede 227 tane birbirinden ayrı alan vardı. Bknz. Gorenberg, 2007, s. 370-373; Hanieh, 2013, s. 10-109.

[30] Merkezi İstatistik Dairesi, İsrail’in İstatistiki Özeti 1992-2006 ve Yerler, Nüfus ve Simgeler Listesi 1995-2005. Kudüs’ün İstatistik Almanağı, Kudüs İsrail Araştırmaları Enstitüsü, 1991-2004, FMEP (Ortadoğu Barışı Vakfı) içinde, 2007.

[31] BBC News, 1998.

[32] Yiftachel, 2005, s. 128.

[33] Davidi’den alıntı, 2000.

[34] Mısır’da ve Ürdün’de hızlıca kurulan bu bölgeler, ABD’ye sınai ürünlerin gümrük tarifesi alınmadan ihracını mümkün kıldı. Bu malların girdileri çoğunlukla İsrail’den sağlanıyordu.

[35] Hanieh, 2013, s. 104.

[36] Hanieh, 2013, s. 110.

[37] Hanieh, 2013, s. 110.

[38] 1984’te Tunus’ta Halil El-Vezir’le (El-Fetih’in tarihi lideri Ebu Cihad) röportaj yaptığımda El-Vezir şehir dışında, gözlerden ırak küçük ve kötü döşenmiş bir evde yaşıyordu. 1988’de bir İsrail komando timi tarafından orada katledildi. Salah Khalaf (Ebu Iyad) da Tunus’ta aynı kaderle 1991’de karşılaştı.

[39] Hanieh, 2013; Abunimah, 2014.

[40] Hilal, 1998, s. 124.

[41] Farsakh, 2002, s. 13.

[42] Ellman and Laacher, 2003, s. 11.

[43] Farsakh, 2002, s. 13.

[44] Ellman ve Laacher, 2003, s. 39.

[45] Bu yerlerden 10 sene içinde 300 bin işçi toplandı. Bunların 200 bini çalışma iznini kaybetti ve teknik olarak yasadışı hale geldi – Ellman ve Laacher, 2003, s. 7,19.

[46] Farsakh, 2002, s. 20.

[47] Usher, 1998, s. 148.

[48] Usher’ın tahmini (2006)

[49] El Fassed, 2006; Rose, 2008.

[50] Usher, 1998, s. 155. İsrail başbakanı İzak Rabin 7 Eylül 1993’te Yediot Aharanot gazetesine “Filistinliler bunda bizden daha iyiler” dedi ve ekledi: “kendi yöntemlerine göre hükmediyorlar ve en önemlisi İsrail askerlerinin istedikleri gibi davranmasını sağlıyorlar”. Usher’dan (1998, s. 154) alıntı.

[51] Kuttab, 2013.

[52] IMF, 2003.

[53] Andoni, 2004.

[54] Hanieh, 2013, s. 116.

[55] Hamas, Arapça İslami Direniş Hareketi kelimelerinin baş harfleridir. Aynı zamanda Arapça coşku anlamına gelir.

[56] Robinson, 2004.

[57] Robinson, 2004, s. 125-126.

[58] Milton-Edwards and Farrell, 2010, s. 163.

[59] Bkn: “Palestine Papers”-Rose, 2008.

[60] Palestinian National Authority, 2007, s. 19.

[61] Bkn: www.rawabi.ps/about.php

[62] Silver, 2012.

[63] Dana FUY ekonomi bakanlığından elde ettiği kanıtlara dayanarak Filistinli işadamlarının Batı Şeria ve Ürdün Vadisi’nde İsrail yerleşimlerine yatırım yaptıklarını iddia ediyor. – Dana, 2014a.

[64] Dana, 2014a.

[65] Abunimah, 2014, s. 85.

[66] Dana, 2014a.

[67] UNCTAD, 2013, s. 6.

[68] Marfleet, 2013.

[69] Hinnebusch, 2012. Daha az hararetli bir girişim Ürdün’de de oldu. Bkn: Baylouny, 2008.

[70] Khalidi, 2014.

[71] Khalidi’den alıntı, 2014.

[72] Dana, 2014b.

[73] Barghouti, 2011, s. 56-57.

[74] Almeghani, 2011.

[75] Almeghani, 2011.

[76] Abunimah, 2011.

[77] Abunimah, 2011.

[78] Naami, 2011.

[79] Yaghi, 2011.

[80] United Press International, 2012.

[81] El-Ghoul, 2013.

[82] Diab, 2014.

 

 

Kaynakça

Abunimah, Ali, 2011, “The Revolution Continues after Mubarak’s Fall”, Electronic Intifada, (12 Şubat), http://tinyurl.com/n3lpuam

Abunimah, Ali, 2014, The Battle for Justice in Palestine: The Case for a Single Democratic State in Palestine (Haymarket).

Al-Ghoul, Asmaa, 2013, “Palestinian Activists Bemoan Their Lost Arab Spring”, Al Monitor
(18 Ocak), www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/01/palestine-failed-arab-spring.html

Almeghani, Rami, 2011, “Gaza Celebrates Fall of Mubarak”, The Electronic Intifada (12 Şubat),www.electronicintifada.net/content/gaza-celebrates-fall-mubarak/9229

Andoni, Lamis, 2004, “All for Reform”, Al-Ahram Weekly, number 701 (29 Temmuz-4 Ağustos),http://weekly.ahram.org.eg/2004/701/re52.htm

Barghouti, Omar, 2011, Boycott, Divestment, Sanctions: The Global Struggle for Palestinian Rights (Haymarket).

Baylouny, Anne Marie, 2008, “Militarizing Welfare: Neo-liberalism and Jordanian Policy”, Middle East Journal, cilt 62, sayı 2.

BBC News, 1998, “West Bank Withdrawal Postponed” (16 Kasım),http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/middle_east/215434.stm

Benn, Aluf, 2010, “Prayer for the Health of the Rais”, Haaretz (26 May), www.haaretz.com/print-edition/opinion/prayer-for-the-health-of-the-rais-1.292269

Dana, Tariq, 2014a, “The Palestinian Capitalists That Have Gone Too Far”, Jadaliyya (23 Ocak); http://tinyurl.com/qg4t9pp

Dana, Tariq, 2014b, “The Beginning of the End of Palestinian Security Coordination with Israel?”, Jadaliyya (4 Temmuz),http://tinyurl.com/pxpyhyy

Davidi, Efraim, 2000, “Globalization and Economy in the Middle East”, Palestine-Israel Journal, cilt 7, sayılar 1 ve 2.

Diab, Khaled, 2014, “An Insane Alliance: Israel and Egypt against Gaza”, Haaretz (8 Ağustos), www.haaretz.com/opinion/.premium-1.609595

El Fassed, Arjan, 2006, “Who is Mohammad Dahlan?”, Electronic Intifada (20 Aralık), www.electronicintifada.net/content/who-mohammad-dahlan/6627

Ellman, Michael ve Smain Laacher, 2003, Migrant Workers in Israel: A Contemporary Form of Slavery (Euro-Mediterranean Human Rights Network & International Federation for Human Rights), www.fidh.org/IMG/pdf/il1806a.pdf

Faheem, Kareem ve Merna Thomas, 2014, “Egypt Flattens Neighborhoods to Create a Buffer With Gaza”, New York Times (29 Kasım), http://tinyurl.com/qxxky6h

Farsakh, Leila, 2002, “Palestinian Labor Flows to the Israeli Economy: A Finished Story?”, Journal of Palestine Studies, cilt 32, sayı 1.

FMEP, 2007, “Israeli Settler Population, 1972-2006”,http://tinyurl.com/nzzxaxy

Gorenberg, Gorshom, 2007, Occupied Territories: The Untold Story of Israel’s Settlements (I B Tauris).

Hanieh, Adam, 2013, Lineages of Revolt: Issues of Contemporary Capitalism in the Middle East (Haymarket).

Hart, Alan, 1989, Arafat, a Political Biography (University of Indiana Press).

Hilal, Jamil, 1998, “The Effect of the Oslo Agreement on the Palestinian Political System”, in George Giacaman, and Dag Jørund Lønning (eds) After Oslo: New Realities, Old Problems (Pluto Press).

Hinnebusch, Raymond, 2012, “Syria: from ‘Authoritarian Upgrading’ to Revolution?”, International Affairs, cilt 88, sayı 1.

Ibrahim, Saad Eddin, 1982, The New Arab Social Order: A Study of the Social Impact of Oil Wealth (Westview Press).

IMF, 2003, “IMF Audit Reveals Arafat Diverted $900 Million to Account under his Personal Control”, Electronic Intifada (20 Eylül), http://tinyurl.com/pmhepq5

Johnson, Penny ve Lee O’Brien, 1988, “The West Bank Rises Up”,Middle East Report, sayı 152, www.merip.org/mer/mer152/west-bank-rises

Khalidi, Raja, 2014, “The Economics of Palestinian Liberation”,Jacobin (15 Ekim), www.jacobinmag.com/2014/10/the-economics-of-palestinian-liberation/

Kuttab, Daoud, 2013, “The Return of Mohammed Dahlan”, Al Monitor (30 Ekim), www.al-monitor.com/pulse/originals/2013/10/mohammad-dahlan-fatah-plo-abbas-uae.html

Ma’an News, 2014, “25 Years after Berlin Wall Fall, Activists Break Open Israeli Wall,
(8 Kasım), www.maannews.net/eng/ViewDetails.aspx?ID=738413

Marfleet, Philip, 2013, “Mubarak’s Egypt—Nexus of Criminality”,State Crime, cilt 2, sayı 2.

Marshall, Phil, 1989, Intifada: Zionism, Imperialism and Palestinian Resistance (Bookmarks).

Mideast Mirror, 1988a, 4 Ocak.

Mideast Mirror, 1988b, 12 Ocak.

Mideast Mirror, 1988c, 10 Ekim.

Milton-Edwards, Beverley ve Stephen Farrell, 2010, Hamas: The Islamic Resistance Movement (Polity Press).

Mozgovaya, Natasha/Haaretz, 2011, “Barak: Israel facing Regional ‘Earthquake’ and Diplomatic ‘Tsunami’”, Haaretz, (23 Mart),http://tinyurl.com/6kggejy

Naami, Saleh, 2011, “Israel: A border intifada would ‘paralyse’ our army”, Ahram Online (6 Haziran), http://tinyurl.com/khkstjy

PNA, 2007, Building a Palestinian State: Towards Peace and Prosperity (17 Aralık),www.papp.undp.org/en/aboutundp/Prdp.pdf

Rabbani, Mouin ve Lisa Hajjar, 1988, “Israel and the Palestinians, 1948-1988”, Middle East Report, sayı 152,http://merip.org/mer/mer152/israel-palestinians-1948-1988

Robinson, Glenn, 2004, “Hamas as Social Movement”, in Quintan Wiktorowicz (ed), Islamic Activism: A Social Movement Theory Approach (Indiana University Press).

Rose, David, 2008, “The Gaza bombshell”, Vanity Fair (April),http://tinyurl.com/yvlntu

Sayigh, Rosemary, 1979, Palestinians: From Peasants to Revolutionaries (Zed).

Schulz, Helena Lindholm, 1999, The Reconstruction of Palestinian Nationalism: Between Revolution and Statehood (Manchester University Press).

Silver, Charlotte, 2012, “Leaked Documents show PA Outsourced Palestinian Land and Rights to Turkish Firm”, Electronic Intifada(19 Eylül), http://tinyurl.com/ovcq85s

UNCTAD, 2013, “Report on UNCTAD Assistance to the Palestinian People: Developments in the Economy of the Occupied Palestinian Territory” (8 Temmuz), www.unctad.org/meetings/en/SessionalDocuments/tdb60d3_en.pdf

UPI, 2012, “Sabahi Aims to Support Palestine” (6 Mayıs),http://tinyurl.com/jwg7cxg

Usher, Graham, 1998, “The Politics of Internal Security: The Palestinian Authority’s New Security Services”, in George Giacaman, and Dag Jørund Lønning (eds) After Oslo: New Realities, Old Problems (Pluto Press).

Usher, Graham, 2006, “Hamas Risen”, Middle East Report, sayı 238, www.mafhoum.com/press9/272P9.htm

Yaghi, Mai, 2011, “Jubilation in Gaza as Hamas hails Mubarak Ouster”, Ma’an News Agency (11 Şubat),www.maannews.net/eng/ViewDetails.aspx?ID=359157

Yiftachel, Oren, 2005, “Neither Two States Nor One: The Disengagement and ‘Creeping Apartheid’ in Israel/Palestine”, The Arab World Geographer/Le Géographe du Monde Arabe, cilt 8, sayı 3.

 

Makalenin orijinal metni: http://isj.org.uk/index.php4?id=1029&issue=145