İslami hareketi anlamak

Chris Harman’ın sonradan broşür olarak da basılan Peygamber ve İşçi Sınıfı makalesi, islami hareketin sınıfsal doğasının analizi için temel bir çıkış noktasıdır.

Iran Revolution 1979

 Foto: 1979 İran Devrimi – http://www.huffingtonpost.com

 

Kapitalizmin ülkelerdeki gelişim hızı farklılıklar gösterir. Bu süreci en çok etkileyen faktörler bölgesel ve toplumsal etkenlerdir. Ortadoğu’daki müslüman ülkeler kapitalizmin gelişim hızına ayak uydurabilmek için kendi kültürel ve dini yaşam tarzlarını yeniden oluştururken bu ülkelerdeki sınıfsal pozisyonlarda da önemli değişimler yaşandı.

Chris Harman Peygamber ve İşçi Sınıfı adlı broşüründe bu hareketlerin İran, Cezayir, Mısır, Sudan gibi ülkelerdeki gelişimini ve evrimini incelemekte ve sınıfsal karakterlerinin analizinde oluşan kafa karışıklıklarını gidermektedir.

Bütün dinler tarihler boyunca bulundukları maddi koşullara ayak uydurarak yüzlerce yıl yaşamayı başarmıştır. Örneğin Roma Katolik Kilisesi antik çağın sonunda ortaya çıkmış, feodal toplumda bin yıl yaşamayı başarmış ve kapitalizme geçişte öğretisinin içeriğini büyük ölçüde değiştirerek ayakta kalmayı başarmıştır. Tarih aynı dini inançlara sahip olan insanların büyük toplumsal olaylarda karşı saflarda çatışmalarının örnekleri ile doludur. Her dini lider, dini kitap metinlerini yeni sisteme uygun olarak değiştirmiş ve müritlerine yeni bir dünya görüşü sunarak ayakta kalabilmiştir.

İslam da bu anlamda diğer dinlerle aynı yoldan ilerlemiştir. Yedinci yüzyılda tüccar bir toplulukta ortaya çıkıp, bazı büyük imparatorlukların bu öğretiyi benimsemesi ile yaygınlaşıp, kapitalizmde bazı büyük devletlerin resmi ideolojisi, diğer taraftan ise bazı muhalif hareketlerin öğretisi olarak yaşamaya devam etmektedir.

Özellikle 1979 İran Devrimi ile birlikte islami hareketlerin Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler üzerindeki etkisi çarpıcı bir biçimde artmıştır. Bazı ülkelerde iktidarda, bazı ülkelerde ise muhalefette olmasına rağmen büyük güç odakları halindedirler. İslamcılık akımı asıl olarak Muhammed peygamberin yaşamış olduğu yüzyıldaki saf dini inançlara geri dönme temeline dayandırılmakta, bozulan toplumu yeniden din temelinde saflaştırma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Bu bir taraftan modern dünyanın kısmi olarak reddi anlamına gelse de gerçekte bu hareketler (bazı köktendinci akımlar dışında) bulundukları yüzyılın koşullarını reddetmeyip denge sağlamaya çalışmışlardır. İslami hareket, müslüman ülkelerin “sömürülmeleri” ve geri kalmışlıklarının temelinde gördükleri batı emperyalizmine ve bunun yarattığı toplumsal “yozlaşma”ya karşı Muhammed’den devraldıkları kavramları sloganlaştıran, modern bir harekettir. İslam, zenginlere daha az ezmeyi ve servetlerinin bir kısmını yardım olarak dağıtmayı önerirken, fakirlere başkaldırmamayı, sabretmeyi, hırsızlık yapmamayı öğütler. Bu arada kalmış ideolojisi ile islami hareket, burjuvazi-işçi sınıfı çatışmasında yönünü belirleyemeyerek savrulur.

İslami akımların esas toplumsal tabanı gelişen kapitalizmin yoksullaşma tehdidi altında kalan küçük burjuvazi ve “yeni orta sınıf”tır. Bu, faşist hareketlerin de toplumsal tabanıdır.

Her ne kadar islami hareket, faşizm ile aynı toplumsal tabana sahip olsa da (Türkiye’de yaygın boş inanın aksine) islami hareket, bir çeşit faşizm değildir; tarihte ve günümüzde karşımıza çıkan “küçük burjuva radikalizmi”nin (Arjantin’deki peronizm, Mısır’daki nasırizm ve hatta Türkiye’deki kemalizme kadar) faşizmden farklı bir türüdür. Faşist hareket, burjuvazinin içinden çıkamadığı derin bir krizle karşı karşıya kaldığı durumlarda küçük burjuvaziyi işçi sınıfına karşı bir sopa olarak kullanmasıdır. Bu anlamıyla faşizm, kapitalizmin sopalı savunusudur. İslami hareket ise içinde antikapitalist öğeler ve sloganlar da barındıran, çelişkili bir harekettir. İslami hareket, faşizmin aksine doğrudan işçi sınıfı hareketini ve örgütlülüğünü yok etme temelli bir ideoloji olmamasıdır. Sermayenin sorunlarını çözmek için burjuvazi adına kendini feda etmez. Faşist hareketlerin neredeyse hiç tercih etmediği şekilde devletle doğrudan silahlı mücadeleye girebilir. Emperyalizmin doğrudan ajanları olmak yerine, anti emperyalist sloganları benimseyerek kapitalizmin çıkarlarına zarar vermekten kaçınmaz. Elbette küçük burjuvazinin bir bütün olarak çıkarlarını savunma ve bağımsız hareket edebilme yeteneğinin olmaması, nihayetinde iktidara geldiğinde veya güçlendiğinde islami harekete de kapitalizmi işletmekten ve güçlendirmekten başka seçenek tanımaz.

İslami hareketlerin yükselmesi tüm dünyada, ama özellikle Ortadoğu’da sol açısından kafa karışıklığına neden oldu. Sol birbirinden farklı tarzlarda gelişen bu hareketleri anlamak için yerel küçük grupları değerlendirmek yerine bütün olarak sınıfsal temeline bakmayı ihmal ederek iki zıt yaklaşım geliştirdi.

Birincisi islamcılığı gericilik yani faşist bir hareket olarak yorumlayan anlayıştır. İran Devrimi’nden sonra ülkedeki sol, Humeyni rejimini faşist olarak tanımladı ve bu teoriden yola çıkarak devrim öncesinde Humeyni’nin gerici politikalarına karşı liberal burjuvazi ile ittifak yapmamış olmayı hata olarak kabul etti.

İkincisi ise bunun tersine islamcılığı ezilenlerin anti-emperyalist bir hareketi olarak gören yaklaşımdır. İran Devrimi’nin hemen arifesinde İran solunun bir bölümü bu yaklaşımı benimsemiş ve neredeyse Humeyni hareketine koşulsuz destek vermişlerdi.

Bu iki yaklaşımın da hatalı olduğu Chris Harman’ın makalesinde net olarak ortaya koyulmaktadır. Türkiye’de de Refah-Yol hükümeti ile başlayan süreçte aynı hatalı yaklaşımlar belirmiş ve kafa karışıklığı sol arasında hatalı analizlere ve yanlış stratejilere yol açmıştır. Bu nedenle Türkiye’de Refah Partisi ile yıldızı parlayan islami hareket, devamcısı AKP ile uzun dönem iktidarda kalmayı başarmıştır. Aynı dönem sol hareketler için ise birkaç küçük varlık gösterebilme denemeleri dışında başarısız bir dönem olmuştur. İslami hareketlere karşı alternatif güçler yaratabilmenin koşulu bu hareketlerin doğru sınıfsal analizinden geçmektedir.

Harman’ın broşürü her ne kadar 1990’ların başında yazılmış olsa da temelinde islami hareketin çelişkili sınıfsal pozisyonunu ortaya sermesi açısından günümüz Türkiyesi ve Ortadoğusunu anlamak için hala bir başlangıç noktası oluşturuyor.

Didem Göçer

 

Aşağıda Harman’ın makalesinin önsözünü ve makalenin tamamının PDF dosya linkini bulabilirsiniz:

 

Önsöz

“İslami fundemantalizm”, “politik İslam”, “İslami hareket”; bu tanım­lamalar 11 Eylül 2001’de DTÖ’nün bir intihar saldırısıyla yok edilmesi ve G.W. Bush’un Afganistan’ın bombalanmasıyla başlayan “terörizme karşı savaşı” başlatmasından bu yana aynı olguyu tarif etmek üzere kullanılan ve büyük ilgi odağı oldular.

Yüzlerce gazete, dergi ve kitapta konu hakkında milyonlarca söz yazıldı.

Ne var ki bu sözlerin çok azı konuya açıklık getirmede faydalı oldu. Dünya nüfusunun neredeyse beşte birinin mensup olduğu din olarak İslam ile sınırlı sayıda taraftarı olan politik grupların tanımlanması arasında yaygın bir kafa karışıklığı söz konusu. Nasıl ki Katoliklik batı Avrupa sosyal demokrat partileri veya Protestanlık Ian Paisley’nin partisi ile özdeşleştirilemeyecekse din olarak İslam da İslami politik gruplarla aynı kefeye koyulamaz.

Konu hakkındaki tartışmalar genellikle politik grupların “fanatikler”, “deliler” ve “deli mollalar” tarafından yönetildiği ve bunların da “şeytani” olduğu yönünde. Yine tartışmalarda “faşist” kelimesi sıkça kullanılıyor. Bu durum, Bush’un Cumhuriyetçi sağı, ABD Kongresi’ndeki Demokratik Parti ile Avrupa’nın sosyal demokrat partileri “medeniyeti savunmak için” savaşta birleşmelerinin bahanesi oldu.

Bu görüşü destekleyenler sadece hükümetler değil. Sol muhalifler bile benzeri görüşler savunuyor. “Faşist” tanımlaması ABD’nin daha önceki askeri maceralarına karşı çıkan Christopher Hitchens’ın, Afganistan’da çocukların bombalarının altında gömülmesini mazur göstermesine zemin hazırladı. Ancak kafa karışıklığı Hitchens’ın gezdiği New York salon­larının çok ötesine geçiyor.

Sol veya liberal yayınlara bir göz atınca İslam’ın barbarlığı ve mantık- sizliği ile İslam’a dayan politik grupların “Ortaçağ faşizmi”nden bahsedildiğini görürüz. Örneğin küreselleşmenin yarattığı yıkıma karşı tanınmış bir aktivist olan Susan George, İslam’ı küresel kapitalizmden daha tehlikeli bulmaktadır; George, dünyayı ele geçirmeye çalışan mega- lomanyakların yönettiği “faşist fundemantalistler”den bahsediyor. Böylesi bir yaklaşımla G.W. Bush’un Afganistan’a saldırısına karşı çık­mak konusunda kafasının karışık olduğunu açıkladı.

Hakaretlerle dolu bir dil, büyük bir politik olguyla baş etmeye çalıştığımız zaman uygun değildir. Kullanılan kelimeler bir açıklamada bulunmak zorundadır.

Bir olguyu anlamak illa onu desteklemek anlamını taşımaz. Bir insanın neden kanser olduğunu anlamak onun çektiği acıyı ve ölümünü mazur görmek anlamına gelmez. Arap yarımadasından bir grup gencin kendi­leriyle birlikte 3.000 kişiyi neden öldürdüklerini anlamak onları destekle­mek anlamına gelmez. Müslüman erkeklerin, kadınları neden türban tak­maya zorladıkları ve Müslüman kadınların da neden bunu destekledik­lerini anlamak, kadının kurtuluşu mücadelesinden vazgeçmek anlamına gelmez.

Bu broşür International Socialism (Uluslararası Sosyalizm) dergisinde 1994’te ilk kez yayımladığında bu olguyu anlamamıza katkı sağlamayı hedefliyordu. Broşürün temel tartışmaları 11 Eylül sonrası ve “terörizme karşı savaş”ın sürdüğü bir ortamda daha da önemli bir hale geldi.

İslami hareket, K. Afrika’dan Bengal kıyılarına kadar uzanan bölgede yaşayan yüz milyonlarca insanın hayatı üzerinde emperyalizmin etkileri­ni görmeden anlaşılamaz. Bengal’in 1757’de Britanya tarafından fethiyle Mısır’ın 1798’de Napolyon tarafından işgalinden bu yana batılı güçler askeri güçlerini kullanarak bölgeye egemenliklerini dayattılar. Son derece kanlı sonuçlar yaratan askeri işgaller o zamandan bu yana sürmektedir.

Savaş ve işgalin sonuçları devam ediyor. Irak’a uygulanan yaptırımlar nedeniyle 500 binden fazla çocuk öldü. Arap yarımadasının petrol zenginliğinin neredeyse hepsi batılı ÇUŞların elinde. Bu şirketler zengin­liğin küçük bir kısmını dar bir yerel elitle paylaşıyor, ama toplumun çoğu yoksulluk içinde yaşıyor. İMF ve DB, Mısır ve Cezayir gibi ülkelerde hâlâ ekonomik programlarını dikte ediyor. Hepsinin ötesinde Britanya desteğiyle kurulan İsrail devleti, Filistin halkı üzerinde bir diktatörlük oluşturdu ve sürekli insanların evlerine ve topraklarına el koyuyor.

Batı emperyalizminin elinden acı çeken tek bölge Ortadoğu değil. Sahara-altı Afrika, Orta Amerika ve Güneydoğu Asya benzeri sorunlar yaşıyor. Ne var ki Ortadoğu’nun halkı ve egemenleri bin yılı aşkın bir süreden beri Müslüman inanç ve ortak bir kültürel mirasa sahip oldukları için gelişmeleri emperyalist yağmacılık yerine bir Hristiyanlık- Müslümanlık çatışması olarak göstermek mümkün oldu.

Dolayısıyla İslami hareket emperyalist yıkıma karşı bir tepkidir. Ancak bu tepki emperyalizme karşı mücadele için öne atılmak yerine kapitalizm öncesi sınıflı toplumun en gerici yönlerini kucaklayan bir hal alabiliyor.

İslam’ın içindeki büyük farklılıklar İslami hareketin dini dili ve muhal­iflerini şeytanlaştırma politikaları tarafından perdeleniyor. Güney Lübnan’daki İsrail işgaline karşı mücadeleden yükselen bir İslami örgütlenme Pakistan’da askeri istihbarat ile onlarca yıl çalışan bir başka örgütlenmeden çok farklı bir politik rol oynar.

1980’lerde ve 90’larda İslami hareketin yükselişinin nedenleri de genellikle üstü örtülüyor.

Üçüncü dünyadaki orta sınıf, köyü ve işçiler açısından emperyalizme alternatif olarak eskiden ulusalcılığa ve SSCB etkisindeki komünizm olarak görülüyordu. Ancak 1980’lere gelindiğinde ulusalcı yönetimler, dünya sistemiyle çoğunlukla uzlaştı. Sovyetler Birliği de yıkıldı. İslami hareket batının İslam’a uzak değerlerini kucaklayan, yolsuz yerel yöne­timleri suçlayarak yanlış giden şeyler için bir açıklama oluşturdu ve poli­tik arenada oluşan boşluğu doldurmayı başardı. Daha yaşlı ve muhafaza­kâr sosyal gruplar, yönetimleri reforme etmeye çalışırken halk üzerine de daha sıkı davranış kodları dayatmaya çalıştı. Daha genç ve radikal unsurlar ise devlete ve onları destekleyen emperyalist güçlere karşı savaş bayrağı açtılar.

Bu çalışmada tartıştığım üzere radikal gruplar çoğunlukla başarısız oldu. Mücadele ettikleri devleti yıkamadılar. Makale yazıldığında Cezayir’de FİS, düzenle uzlaştı; Sudan İslami hareketinin lideri Turabi hapsedildi, Mısır’daki İslami gruplar da devlet tarafından bastırıldı.

11 Eylül saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen El-Kaide, bu yenilgi­lerin ürünüdür. El-Kaide, baskı sonucu sürgün edilen küçük grupların bir koalisyonudur. Bin Ladin, milyoner olarak sahip olduğu kaynaklar ve uluslararası düzeyde bu grupları toparlama enerjisi gösteren ve bunlara Afganistan’da bir coğrafi üs yaratan birisi olarak öne çıktı.

DTM’ye yapılan saldırı on yılı aşkın bir süre yaşanan yenilginin doğal bir sonucudur. Gücün değil çaresizliğin bir göstergesiydi. ABD’nin Vietnam, Libya, Panama, Irak, Sırbistan ve Afganistan gibi ülkeleri hedef aldığı zaman kullandığı korkunç yöntemleri taklit etme çabasıydı. Sivil ölümler bu nedenle çok yüksek oldu. Ne var ki bu, ABD’nin gücünü azal­tan bir etki yaratmadı. ABD bu saldırıyı bahane ederek dünyanın en yok­sul ülkelerinden birisini bombaladı ve böylece ekonomik veya stratejik hedeflerine engel olmaya çalışanları cezalandırma kapasitesini gösterdi.

Birçok ülkede savaşa karşı önemli mücadeleler ortaya çıktı. Fakat başka bir dizi yerde savaş karşıtı hareketin inşasına öncülük etmesi gerekenler, İslami hareketi anlayamadıkları için felç oldular. Susan George’un yaptığı gibi İslami hareketi emperyalizmden daha büyük bir sorun olarak gördüler. Bu dar görüşlülük ABD kapitalizminin kendi gücünü Pentagon ve NATO veya İMF ve DTÖ aracılığıyla dünyanın yok­sullarına dayatmasına istemeyerek de olsa katkı sundu. Aynı şekilde İsla- mi hareketin, uluslararası düzeyde solun bölge haklarının emperyalizm ve yerel diktatörlerden çektiği acılarla ilgilenmediğini tartışma fırsatı da sundu. Batıda ve üçüncü dünyada sosyalistlerin, sendikacıların ve birçok farklı kesimlerin savaşa karşı çıkışlarının televizyon görüntüleri İslami hareketin Hıristiyanların Haçlı Seferi yürüttüğü iddiasını zayıflatır. İsla­mi hareketi ortaya çıkaran memnuniyetsizlik varlığını sürdürüyor. Çare­sizlik 11 Eylül türü saldırıların tekrarlanmasına da yol açabilir. Emperyalizm de bu saldırıları kendi gücünü artırmak için bahane olarak kullanacaktır.

Bu kısır döngü ancak solun dünya çapında sömürü ve baskılara karşı mücadeleye liderlik edebileceğini kanıtlamasıyla kırılabilir. Ancak sol, asıl düşmanın kim olduğu ve İslami hareket sorununun bununla ilişk­isinin ne olduğu konusunda net olmadan bunu gerçekleştiremez.

Broşür 1994’te yazıldı. Güncel dille yazılan bazı şeyler artık geçmişte kaldı. Ancak temel tartışma makalenin yayımlandığı ilk günkü kadar önemlidir.

Chris Harman; Londra; 2002

Makalenin tamamı

NOT: Bu makale Marx21’in 2. sayısında (Bahar 2011 – www.marx-21.net/?p=207) yeniden yayımlandı. Eğer bu sayıyı satın almak isterseniz bize “İletişim” bölümünden yazabilirsiniz..