Hollande-Erdoğan mı, “ırkçılığa hayır” diyenler mi?

je suis charlie

Fransız muhalif mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan baskın ve çalışanlarının vahşice (profesyonellik düzeyinde vahşice) katledilmesinin ardından dünyanın bütün liderlerinin timsah gözyaşları döktüklerine şahit olduk. Fransız Cumhurbaşkanı Hollande “Fransa’ya karşı yapılmış barbar bir terörist saldırı” olarak niteledi ve “Bu ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırıdır” dedi. İngiliz Başbakanı Cameron “terörizme karşı savaşta Fransızlar’ın sonuna kadar yanında olduğu”nu belirtmekte gecikmedi. Benzeri kelamlar Obama ve Merkel’in de ağzından saçıldı.

İşin ilginç tarafı Hollande’ın sözlerinde gizli: Bu saldırının basın ve ifade özgürlüğüne karşı düzenlendiği vurgusu.

Seviyesi pek bir tartışmalı olan Türk medyasında Charlie Hebdo hep Müslüman karşıtı, Muhammed karikatürlerini yayımlayan, hatta islamofobik bir dergi olarak öne çıkartıldı. 11 Eylül saldırılarından sonra batıda yükseltilen İslam karşıtı havanın bir temsilcisi olarak gösterildi. Oysa ki dergi, dini dogmalarla da uğraşan, muhalif bir yayın:

Charlie Hebdo, elbette İslam’la özellikle derdi olan bir mizah dergisi değildi. Hatta Charb, bundan iki yıl önce yayımlanan bir söyleşisinde, “Biz bir tanrı tanımaz olarak bu ülkede herşeyden önce Katolikleri hedef alırız, çünkü onlar bu toplumda çoğunluk dinidir ve onlar bu toplumda, Fransa’da insanların din aracılığıyla yabancılaşmasının sorumlusudur” demiş ve “İslam bu ülkede azınlık dini olduğu için bizim esas konumuz değildir” diye ilave etmişti. Gerçekten de Charlie Hebdo’nun esas hedefi hep sağ ve özellikle aşırı sağ liderler, görüşler oldu. Milliyetçi Cephe lideri Le Pen ve şimdi kızı derginin hemen her sayısında acımasız, zaman zaman belden aşağı olmaktan çekinmeyen mizahının malzemesi oluyorlardı.[1]

Vahşetin kaynağı

Hangi güçlerin, ne amaçla bu saldırıyı düzenlediğinden bağımsız olarak şunu net bir şekilde söylemeliyiz: Saldırıyı düzenleyenler ister “Hıristiyanlar’ın Müslümanlar’ı katletmesinin öcünü alanlar” olsun, isterse bu türlü eylemlerden sonra kaçınılmaz olarak birçoğumuzun aklına takılı veren provokasyona dönük komplo senaryolarına inanalım, bu saldırı vahşetten başka bir şey değildir. Emperyalist güçlerin başta Ortadoğu olmak üzere kendi ülkeleri de dahil dünyanın her yerinde çevirdikleri dolapların, katlettikleri milyonların öcü, sıradan insanları gaddarca öldürerek alınamaz. Kaldı ki Charlie Hebdo muhalif bir dergi. Avrupa’da yaşasaydık, belki Muhammed karikatürlerini yayınladıkları sırada, Avrupa’da yükseltilmeye çalışılan ırkçılığa teşne oldukları yönünde dergiyi eleştirebilirdik (bu eleştirinin Türkiye’den, hele hele ister AKP’li ister değil Türk yöneticilerinin ağzından dökülmesi abesle iştigaldir. Zira adama döner sorarlar: “Sen geçmişten bugüne ırkçılığın, ayrımcılığın daha beterini yapmıyor musun”). Maalesef genel olarak Fransız solunun mustarip olduğu laiklik takıntılı Fransız milliyetçiliğinden Charlie Hebdo da muaf değil. Ancak ne olursa olsun derginin çizerleri ve çalışanlarının hakkettiği şey öldürülmek değildir.

Ama bu vahşetin kaynağı dini inanç farklılığı veya İslam’ın Hıristiyan inanışından daha vahşi olması (İslam diğer dinler kadar vahşidir veya insancıldır) değildir. Saldırıyı düzenleyenlerin Cezayir kökenine sahip Fransız vatandaşları olduğu açıklandı. Saldırganların Cezayir kökenli olmasının ayrı bir önemi var: Hollande, Charlie Hebdo olayından bahsederken barbarlık diyordu; Cezayir’in bağımsızlığını kazandığı 1962’ye kadar Fransız işgal güçleri en az 1,5 milyon Cezayirli’yi “medenice” katletti. Uzun yıllar Cezayir’den özür bile dilemeye tenezzül etmeyen Fransız yöneticileri, özür taleplerine hep şu karşılığı veriyordu: “Bu, tarihçilere bırakılması gereken bir konu”; bu topraklarda yaşayan bizler için ne kadar da tanıdık bir ifade!

Ancak elbette bu saldırının arkasında sadece tarihsel bir ulusal nefret yok. 11 Eylül’den bu yana ABD ve diğer büyük emperyalist güçler Afganistan ve Irak işgallerini meşrulaştırabilmek için durmadan Müslüman-Ortadoğulu karşıtı ırkçılığı kaşıyorlar. Elbette bunu doğrudan değil “medenice” yapıyorlar. Sorsanız, o yöneticilerin hepsi “İslam’a veya Müslüman’a değil terör karşı” olduklarını söylüyorlar. Ancak bir ara Avrupa ve ABD’de polislerin sokakta yürüyen esmer tenli insanlara (ki bunların bir kısmı Müslüman veya Ortadoğulu bile değildi) terörist muamelesi yaptıklarına şahit olduk. Aynı güvenlik güçleri dozunu bazen azaltsalar da buna benzer ırkçı-ayrımcı uygulamalara devam ediyorlar.

Kaldı ki ekonomik krizin pençesindeki Avrupa’da neo-nazilerin veya diğer ırkçıların yeniden boy gösterdikleri ortada. Krizin çıldırttığı kitleler, sanki ekonomiyi Ortadoğu kökenliler bozmuş gibi Müslüman karşıtı gösteriler düzenliyorlar. En son geçen hafta Almanya’da düzenlenen böylesi bir eyleme binlerce insan katıldı. Avrupa’nın diğer şehirlerinde de irili ufaklı benzeri eylemler yapılıyor.

Ve elbette “Büyük Ortadoğu”da yaşananlar: Her gün onlarca Filistinli, Iraklı, Suriyeli, Libyalı ya emperyalistlerin ordularına mensup askerler ya da onların vekilleri/kuklaları tarafından katlediliyor.

Teröre yeltenenler emperyalistlerin doğrudan doğruya kendilerinin yarattıkları ve içinde yuvarlanmaktan çok memnun oldukları kan bataklığından besleniyor. Ne yazık ki olan sıradan insanlara oluyor: Akıllı-akılsız füzelere, kurşunlara kurban giden Araplar, zengin petrol şeyhleri değil. Veya onları öldürmekle görevlendirilen, bu arada zaman zaman kendi canından da olan askerler zengin Amerikalılar veya Avrupalılar değil; tıpkı o askerlerin yarattıkları vahşetin doğurup beslediği terör saldırılarından zarar görenlerin, o askerlere vur emri veren devlet yöneticileri olmadığı gibi.

Bir tesadüf eseri Charlie Hebdo saldırısından bir gün önce Fehim Taştekin “www.radikal.com.tr”de yayımlanan, Libya’daki karma karışık duruma ilişkin bir yazı kaleme aldı.[2] Yazıda Libya’ya komşu ülke yöneticilerinin büyük güçlerden Libya’ya askeri müdahalede bulunmasını talep ettiğinden bahseden Taştekin, Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’ın şimdilik buna pek sıcak bakmadığını ama Fransa’nın “bölgede radikal İslamcı grupları vuracağını” söylediğini ekliyor. Hollande ve diğer büyük biraderler; Libya’ya, Suriye’ye ve/veya Ortadoğu coğrafyasının diğer unsurlarına müdahale konusunda herhalde şimdi elinin güçlendiğini düşünüyordur. Üstelik katledilenler muhalif cepheden; solun bir kısmının da desteğini alabileceklerini veya hiç olmazsa solun ırkçılık ve emperyalizm konusunda sesinin kısılacağını hesaplıyorlardır.

Türkiye: Neresinden baksan ikiyüzlülük ve bayağılık

Saldırı konusunda Türkiye’de hemen iki kamp oluşuverdi: Bir tarafta Charlie Hebdo’nun “Müslüman karşıtlığı”na atıf yapıp neredeyse oh olsun diyenler (bunlardan bazıları Leman’a ve Penguen’e ayar çekmeyi de ihmal etmedi), diğer tarafta ise AKP’ye olan (çoğunlukla) haklı öfkesini bu saldırı üzerinden ucuzca ve yanlış bir şekilde ifade edenler.

Öncelikle herhangi bir devlet yöneticisinin (tekrar hatırlatalım: menşei ister AKP olsun isterse olmasın) kalkıp Avrupa’da yükselen ırkçı-islamofobik havadan bahsetme hakkı yoktur. Ona hemen 80 sene devlet katında inkar edilen Kürt gerçeği, hala inkar edilen veya haklı gösterilmeye çalışılan Ermeni “tehcir”i, Türkiye’deki Sünni olmayan geri kalan her dini inanışın baskı altında tutulması ve daha bunlar gibi bir sürü mevzu hatırlatılır.

AKP yöneticilerinin veya borazanlarının Avrupa’daki İslam karşıtı havaya dair ağızlarından çıkan laflar, kendi pisliklerini örtmeye, kendilerini hala mazlum göstermeye çalışmanın ürünüdür. Onlar da en az Hollande, Obama, Cameron ve Merkel kadar ırkçıdır. Üstelik Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesinde onların da hatırı sayılır payı var. En son IŞİD’e yenilmesini dört gözle bekledikleri (ama hüsrana uğradıkları) Kobane için yaptıkları bile yeterli bir örnektir.

AKP karşıtlarının kampı ise bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen laik-cepheci histeriden mustariptir. Yazının yazıldığı sırada Twitter’da gündem olan #CharlieHebdo etiketiyle atılan mesajların ciddi bir kısmına AKP’nin İslamcı bir parti olduğu, İslami hareketin komple terörist olduğu hissiyatı hakim.

Oysa AKP ile IŞİD’i veya başka bir terörist organizasyonu sırf İslami nosyona sahip oldukları için aynı kefeye koymak AKP’yi zayıflatan değil; tam tersine zayıflamasını engelleyen bir bakış açısıdır. Böylelikle AKP yöneticileri türlü türlü pis işe bulaşmalarına rağmen tabanlarına hepsinin aynı gemide olduğunu ve o gemiyi batırmak isteyen “diğerleri” eğer başarılı olursa hepsinin mahvolacağı mesajını veriyor. Bu mesaj alıcılara ulaşıyor ayrıca.

AKP, farklı toplumsal kesimlerden ve sınıflardan oy alan bir parti. Yöneticileri o geniş yelpazeyi bir arada tutmak için durmadan manevra yapmak zorunda. AKP’nin çizdiği zikzakların nedeni bu. Oysa AKP yöneticilerinin attığı her takla bize AKP’yi parçalamak ve gerçek bir demokratik ortam yaratmak için şans tanıyor.

Örneğin sendika değiştirdikleri için işten atılmaları dolayısıyla 70 günden fazladır direnen Ülker işçileri artık Ülker’in patronuyla hiç de aynı gemide olmadıklarını anladı. Aynı şey Somalı madenciler için de geçerli. Daha küçük bir örnek de Almanya’dan: Geçen haftaki ırkçı mitingi protesto gösterisine, tüm yüzsüzlüğüyle katılan AKP İstanbul Milletvekili ve AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Metin Külünk’e meydanda tepki gösteren vatandaşın kafasında bazı şeyler netleşmeye başlamıştır. Eğer Türkiye’de her ağzını açana tekme tokat dalınmasa mutlaka ki bu örnekleri daha da artırabilirdik.

Çözüm: Enternasyonalist dayanışma

Ben Kürt değilim, Kürtçe tek kelime bilmiyorum, bir Kürt yazarın ismini bile söyleyemem. Kürt kültürü bana tamamen yabancıdır. Evet, arada Kürt yemekleri yemişliğim vardır. Geçelim bunları. Ama bugün Kürdüm, Kürtçe düşünüyorum, Kürtçe konuşuyorum, Kürtçe şarkı söylüyorum. Kürtçe ağlıyorum. Suriye’deki Kürtler sadece Kürtler için değil, bütün insanlık için karanlık güçlere karşı savaşıyorlar. Hayatlarını, ailelerini, ülkelerini koruyorlar. Sadece ‘fanatik İslam ’a karşı değil, barbar çeteciliğe karşı da hepimizi savunuyorlar.

Boğaz kesicilere karşı oluşturulan sözde koalisyon güvenilir mi? Farklı sebeplerden dolayı birçok üyesi stratejik, ekonomik ve politik çıkarlarını hesaba katıyor. Bugün ölüme karşı direnen sadece Kürt halkı var.[3]

Bu sözler saldırıda öldürülen Charlie Hebdo’nun genel yayın yönetmeni Stephanie Charbonnier’e ait. Ekim ayında böyle konuşmuş; kendisinin kaybına duyduğumuz üzüntüyü daha da artıran laflar bunlar.

Charbonnier’in sözleri sadece “Kobane’ye yardım” için değil emperyalistlerin tüm müdahaleleri için geçerli sözlerdir. Büyük güçler ve onların küçük biraderleri ne zamanki bir ülkeye demokrasi ihraç etmekten, teröre karşı haklı savaştan veya buna benzer zırvalardan bahsetseler orası kan gölüne dönüyor. Çünkü o “sözde koalisyon”ların üyeleri farklı “stratejik, ekonomik ve politik çıkarları hesaba katıyor”lar.

Kendi aralarında zaman zaman anlaşmazlığa düşseler bile Amerikalısı, Fransızı, Türkü; bütün devletlerin yöneticilerinin ayrımsız hepsi aynı taraftalar. O taraf ister Müslüman, ister Hıristiyan veya Amerikalı/Fransız/Türk/Kürt olsun tüm işçi sınıfının, ezilen halkların; kısaca sıradan insanların sömürülmesi, katledilmesi, sürekli baskı altında tutulması için ellerinden geleni ardına koymayanların tarafıdır.

Bizim taraftaki yapay milli-dini bölünmeler karşı tarafın işine geliyor.

Dünyanın her yerinde geçerli olan temel sorunların çözümü şu iki (biraz uzun da olsa) basit soruya verilecek cevaplarla başlar:

1. “Laik”in ve “modern”in önde gideni bile olsa Hollande ve onun gibiler yarın sıradan Libyalılar’ı (veya başka halkları) veya kendi ülkesinin vatandaşı olan Cezayir asıllıları (veya diğer göçmenleri) öldürmeye veya hapse atmaya başladığında/devam ettiğinde kendimizi ona/onlara yakın hissedecek miyiz?

2. “Müslüman”ın önde gideni bile olsa Gezi’dekileri, Roboski’dekileri gözünü kırpmadan katleden, kendi ülkesinin vatandaşlarından (maalesef küçük) bir kısmının da hala mensubu olduğu bir halktan bahsederken “affedersin, Ermeni” diyen, masum Kobaneliler’in ölmesini aylarca izleyen, yolsuzluk batağına batmış ve en az büyük abileri kadar emperyalistçe rüyalar gören Erdoğan’ın yanı mı; yoksa “ırkçılığa hayır” eylemleri düzenleyen, en az bizim kadar sömürülen ve hatta ölen-öldürülen Hristiyan/Müslüman/ateist Fransız-Alman-Amerikalı işçiler ve muhaliflerin yanı mı?