İrfan Aktan’ın Agos gazetesinde yayımlanan röportajı
Fotoğraf: zete.com
Uygar Gültekin
Halkların Demokratik Partisi, geçtiğimiz ay sonunda olağanüstü kongresini gerçekleştirdi. Eşbaşkanları dahil çok sayıda yöneticisini değiştirdi. Türkiye’de sol sosyalist siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleriyle beraber Kürt siyasi hareketinin ortak hareket edebildiği HDP, yerel seçimlerin şimdi de cumhurbaşkanlığı yarışına hazırlanıyor. Ancak HDP’yle ilgili eleştiriler devam ediyor. Öcalan ve Kandil yönetimi sık sık HDP’ye dönük eleştirilerini dile getiriyorlar. BDP’li milletvekilleri de benzer tartışmaları sürdürüyor. Son olarak Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, eleştirilerini açık bir dille getirdi.
Al Jazeera Türk’e ‘HDP umut vaadetmiyor’ başlıklı bir yazı yazan Coşkun, şunları kaydetmişti, “HDP, toplumun tüm kesimlerini temsil etmek gibi çok büyük bir iddia taşıyor. Ama gerçekte HDP, aralarında çok büyük farklar bulunmayan sol grupları ihtiva ediyor. Son kongrede çıkan Parti Meclisi de, bunun teyidi. Toplumda bir ağırlık merkezi oluşturmayanlar, partide ciddi bir ağırlığa tekabül eder hale gelmiş. Bu, önemli bir sorun; çünkü partinin topluma ulaşmasına, topluma dokunmasına engel oluşturuyor.”
HDP’yi yakından takip eden İrfan Aktan, HDP’ye dönük eleştirileri Agos’a değerlendirdi.
Eleştirilerin temeli HDP’nin bir gelecek vaat etmediği yönünde. HDP bir gelecek vaat ediyor mu?
Bence hem varlığıyla hem de hedefledikleriyle vaat ettiği gelecek, bazı kesimlere imkânsız gibi geldiği için HDP’den “gelecek” beklemiyorlar. Aslında onlara göre Türkiye ve Türkiye halkları ortak bir gelecek vaat etmiyor. Bu konudaki karamsarlığı anlaşılır buluyorum ama HDP’ye yönelik reaksiyon sadece geleceğe dair dostane bir karamsarlıktan kaynaklanmıyor. Ortada bir de Kürt ve Türk sağının HDP fikriyatına duydukları hasımlık var. Çünkü her iki kesim de etnik temelli bir ayrışmayı sorunun çözümü olarak görüyorlar. HDP ise yeni bir buluşmayı hem kendi içinde hem de halklar arasında örmeye çalışıyor.
HDP bir siyasi parti olarak iç çelişkiler, sorunlar yaşayabilir. Gün gelir siyaset hayatından çekilebilir. Dolayısıyla HDP’yi fetişleştirmek de en az onu hiçleştirme girişimleri kadar yanlış. Fakat bence mühim olan şey, bir siyasi parti olarak HDP değil, HDP’nin taşıdığı ve tekrar Türkiye’nin önüne koyduğu birarada, eşit ve özgür yaşam ihtimali. HDP bu yönüyle fazlasıyla kutuplaşmış olan Türkiye’ye yeni bir başlangıç öneriyor. Türkiye halkları ya bu öneriyi kabul edecek ve yoluna devam edecek veya ayrışma daha da keskinleşecek ve herkes kendi cephesine dönecek. Fakat ikinci ihtimalin, Suriye veya Irak’a baktığımızda nasıl bir ihtimal olduğunu az çok kestirebiliriz. Bu ihtimal Kürtler dâhil kimse için mutlu bir geleceğin inşasına işaret etmiyor.
Şunu teslim edelim; elbette HDP, taşıdığı fikriyat açısından yeni bir parti değil. Daha önce kutuplaşmaya, ayrışmaya, sömürüye karşı onlarca parti ve örgüt mücadele etti. Hâlâ HDP dışında kalan pek çok sol/sosyalist örgüt bu mücadeleyi kendi mecralarında da sürdürüyorlar. HDP’nin alametifarikası, kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği bir dönemde, ilk defa ezilenler skalasında yer alan neredeyse tüm kesimleri, az veya çok, temsil kabiliyeti var veya yok, kendi bünyesine katmış olmasıdır.
Bunun parti içinde handikapları olacak tabii. EMEP örneğinde bunu gördük mesela. Fakat tekrar söylüyorum; HDP’nin parti olarak sorunlarını, oy potansiyelini vs, ayrı bir mesele olarak görmeliyiz. Aslolan, HDP fikriyatıdır.
Arap dünyasında yaşanan gelişmeler ve Kürt hareketinin de büyük etkisiyle Ortadoğu’da geleneksel ulus-devlet sitemi sarsılıyor ve HDP aslında tam da bu sarsıntının içine doğuyor. Mevcut gidişat ya otoriter, sömürgeci, ayrımcı rejimlere doğru sürükleyecek bizleri veya eşitlikçi, adil, demokratik, barışçıl bir düzene. İkinci ihtimal, HDP’nin vaat ettiği ihtimal gibi görünüyor. Bence HDP, Trabzon’la Diyarbakır’ın, Roboski ile Soma’nın arasına köprü kuracak veya bizzat köprü olacak bir bağlantı olarak görülebilir. HDP’nin gelecek vaat etmediğine dair değerlendirmeler tabii ki HDP’nin bileşenleri üzerinden yürütülüyor. Kimi sağcı çevreler, buna Kürt sağcıları dahil, HDP içerisindeki sol yapıları marjinal olarak görüyor ve Kürtlere “siz güçlüsünüz, bu çapulcuların arasında ne işiniz var, Kürdistan’a dönün” çağrısı yapıyor. Bence bu sadece sağın değil, devletin de çağrısıdır.
Halk tabanı olmadığına dair eleştiriler var.
Halk tabanı olmaması, davanın ve mücadelenin haklı olmadığı anlamına gelmez, bu bir. İkincisi, marjinal sözcüğü çok ideolojik bir sözcük, egemenin sözcüğüdür. Kürt hareketi içerisinde de zaman zaman birtakım azınlık gruplardan ya da bazı sol örgütlerden “marjinal” diye bahsedenler var. Oysa HDP içinde yer alan “marjinallerin” kafa sayısı hesabını yapmak, bence HDP’yi anlamamaktır. HDP sadece hareketlerin değil, aynı zamanda fikirlerin, ideolojilerin de buluştuğu bir zemin olarak tasarlandı. En azından benim okumam bu yönde. Kürt hareketi sadece kitle tabanı olan yapılarla değil, tarihsel kıymeti olan ve ideolojik birikimlerle de yeniden buluşuyor. Sol hareketler, zannedildiği gibi Kürt hareketine yamanmıyor, olması gereken yere dönüyor. Kürt hareketi de soldur, HDP de bence Kürtlerin bulunması gerektiği yerdir. HDP ilk ortaya çıktığında Express’te o yüzden “Buluştuğumuz yer” diye kapak yapmıştık.
HDP’ye yönelik eleştirileri dillendirenler çoğunlukla şunu söylüyor: Kürtlerin HDP’yle ne işi var? Burada kaçırdıkları şey şu: Kürtler, Kürt hareketi tam da HDP’dir. Oysa Kürt milliyetçileri ısrarla Kürt hareketini HDP’den koparıp Kürdistan siyasetine sıkıştırmak istiyorlar. Çünkü o zaman kendilerine de bir soluk borusu açılacağını biliyorlar. Oysa eğer Kürtler bağımsız bir devlet mücadelesi vermiyorlarsa, vermeyeceklerse, HDP dışında başka bir seçenekleri de yok gibi görünüyor. Çünkü Kürt hareketi sadece etnik bir hareket değil, aynı zamanda sol-sosyalist bir harekettir. Kürtlerin ittifak kuracağı kesimler elbette solcular, sosyalistler olacaktır.
Keza, bazı ulusalcılar, HDP içindeki bazı sosyalist hareketleri “HDP’de ne işiniz var” diye eleştiriyor. Hatta “Kürt kuyrukçuluğu” yapmakla itham ediyor. Bu lafı edenlere “sol” diyebilir miyiz? Türkiye’deki sol hareketler hem etnik hem de sınıfsal mücadele yürütmek zorundalar. Kürtlerin ve yoksulların hakkını aynı güçler gasp etti, ediyor. O halde niye buna karşı aynı çatı altında mücadele hattı örülmesine kimse tahammül edemiyor? Bence bunun temel sebebi, sol hareketler dâhil olmak üzere tüm topluma nüfuz eden derin ayrışma, kutuplaşmadır.
Cemil Bayık, “Bazı marjinal gruplar var, HDP kendini bunlardan arındırmalı” diyor. Ayrıca HDP Milletvekili Altan Tan’ın sıklıkla dile getirdiği, İslami kesime dönük açılım göstermesi gerektiğine yönelik de eleştiriler var.
Cemil Bayık HDP’nin kitleselleşmesi, daha fazla farklı kesimlere açılması gerektiğini söylerken “marjinal gruplar” tabirini de kullandı, evet. Ama Bayık, bu kesimlerle olunmasından değil, bu kesimlerin HDP’yi daraltması ihtimalinden bahsediyordu. Tekrar söyleyeyim, marjinal sözcüğünü Kürt hareketinin kullanması sorunlu. HDP içinde iri ve ufak yan yana olabilirse, hedefe ulaşılır. Sadece irilerin bir arada olduğu bir siyaset ne Kürtler açısından ne de diğer ezilenler açısından gelecek vaat edebilir. Fakat şunu da kabul edelim ki, HDP’yi giderek her açıdan hezeyanlarla sonuçlanmış siyasi geçmişlerini paklamanın aracı olarak kullanmak isteyen kimi şahsiyetler olabilir. Onlar da aslında marjinal sıfatını hak etmiyorlar. Onlar için başka bir sıfat bulmak lazım.
Gelelim İslamcı Kürtlerin HDP’ye dair değerlendirmelerine. Buna elbette HDP’nin gerekli cevabı vermesi gerekiyor. HDP adına konuşacak değilim. Fakat bu mesele üzerinde çalışan bir gazeteci olarak, açıkçası Kürt hareketi içindeki mütedeyyinlerin tam olarak ne talep ettiklerini kestirebilmiş değilim. Örneğin HDP, başörtülü insanları mı barındırmıyor? İnsanlar inançları yüzünden HDP’de baskı altına alınıp ihraç mı ediliyor? Namaz-niyaz mı yasaklanıyor? Dinsiz bir gelecek tahayyülünde mi bulunuluyor? Keza Kürt hareketi, PKK, din karşıtı bir söylem mi tutturmuş? Hayır. Peki nedir mütedeyyinlerin rahatsızlığı? Aslında Öcalan, Demokratik İslam Konferansı’na yolladığı mesajda dine bakışlarını sarih bir biçimde ifade etmişti. Dinin siyasal emeller için kullanılmasına karşı olduklarını tekrarlamıştı. Kürtler siyasi İslam üzerinden yıllar boyunca sömürüldüler. Devlet siyasi propagandayı camiiler üzerinden yaptı ve bu hikâye Gülen cemaatine kadar dayanıyor. Kürtlerin ve sol siyasi hareketlerin siyasal İslam’a karşı tabiî ki çekinceleri var. Fakat inanç özgürlüğüne karşı, HDP’yi izleyen bir gazeteci olarak şu ana kadar herhangi bir beyanat görmedim. Bazı kesimlerin ısrarla “HDP İslami kesimlere de açılmalı” eleştirilerini anlamıyorum. Bunun için tam olarak ne yapmaları gerekiyor mesela? Bence yanıtı, bu eleştirileri yapanlar vermeli. HDP’nin de bu yöndeki tazyikleri savuşturmak yerine, “buyurun esaslıca tartışalım” diyerek bu meseleyi bir nihayete erdirmesi gerekiyor.
BDP bütün bunları tek başına yapamaz mıydı? Yani bütün bu HDP misyonunu BDP tek başına üstlenemez miydi? Bütün bu sol bileşenlerle işbirliği halindeydi.
-Yapamazdı. Çünkü BDP başka bir parti. Yani Kürt hareketinin partisiydi ve pek çok örgüt BDP’ye dâhil olmayı istemezdi, istemeyebilirdi. Yeni bir hamle için yeni bir parti gerekiyordu. Ayrıca sadece kimlik temelli değil aynı zamanda sınıf temelli bir mücadeleyi öngörmesi gerekiyordu. Çünkü Türkiye’de Kürtler kültürel haklarını elde ettikleri zaman sorunları bitmeyecek, sınıf sorunu daha görünür hale gelecek. Türklerin belki Kürtlerinkine benzer bir kimlik sorunları yok ama sınıf sorunları var. Dolayısıyla hem kültür-kimlik hakları hem de sınıf mücadelesi iradesi, Kürt hareketiyle HDP içindeki farklı bileşenleri buluşturdu. Bence Kürt hareketiyle ortaklaşmaktan çekinen sol hareketlerin solculuğu tartışmalıdır. Keza Kürt hareketinin de soldan uzaklaşması ihtimali, kendi özünden uzaklaşmasıyla aynı anlama gelecektir. Kürt milliyetçileri tam da bunu öneriyor: “Soldan uzaklaşın” diyorlar. Kendini solcu diye lanse eden bazı Türk milliyetçileri de HDP içindeki sol hareketlere “Kürtlerden uzaklaşın” diyorlar. Kimse Ermenilere, Süryanilere, LGBTİ’lere, Hristiyanlara “HDP’den ayrılıp bize gelin” demiyor ama. Bunun üzerine de düşünmemiz gerekmiyor mu?
Eğer HDP başarısız olursa, o zaman Türkiye’de bir arada yaşamın imkânları kalmamış demektir. Dolayısıyla bence HDP’nin kaybetmesi, hepimizin kaybettiği bir ortamın varlığına işaret eder. Eğer HDP bir gelecek vaat etmiyorsa, aslında Türkiye’deki halklar, azınlıklar, farklıklar ortak bir gelecek vaat etmiyor demektir. Dahası, HDP’ye saldırmak, tam da bu ortaklık ihtimaline saldırmaktır. Bunun başka hiçbir izahı olduğunu düşünmüyorum.
“http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=hdp-gelecek-vaat-etmiyorsa-turkiye-bir-gelecek-vaat-etmiyor-demektir&haberid=7584” adresinden alınmıştır.