Tony Cliff’in 1917 Rus Devrimi’nin ve Bolşevik Parti’nin önde gelen liderlerinden Leon Troçki’nin yaşamını kaleme aldığı 4 ciltlik biyografinin ilk cildi Türkçe’de..
Troçki’nin yaşamı ironilerle dolu muhteşem bir politik trajediyi andırır. Henüz 26 yaşındayken 1905 Devrimi’yle birlikte kurulan Petrograd İşçi Sovyeti’nin (işçi meclisi) başkanı olarak seçilen, uluslararası marksist literatüre “Sürekli Devrim” fikrini kazandıran, 1917 Ekim Ayaklanması’nın baş örgütleyicilerinden olan ve İç Savaş döneminde karşı-devrimci Beyaz Ordu’ya karşı devrimi koruyan Kızıl Ordu’nun lideri olan Troçki, Lenin hayattayken hem yetkin bir lider hem de parlak bir yazar olarak tanınıyordu. Bolşevik Parti dendiğinde ilk akla gelen isimlerdendi.
Bu tablo karşı-devrimci stalinist bürokrasinin kendisini kızıl örtü altında saklayarak Rus Devrimi’ni ve uluslararası işçi mücadelesini boğmasıyla ters yüz oldu. 1920’lerin başında “devrimci lider” diye bilinen Troçki, 1920’lerin sonuna gelindiğinde “faşist Alman ajanı, karşı-devrimci” olarak damgalanacak, devrimini koruduğu Rusya’dan kovulacak ve sonunda da kendisini faşistlikle suçlayan stalinist kliğin bir adamı tarafından 1940’ta katledilecekti. Üstelik onu “faşistlik”le suçlayanlar 1939’da Hitler’le saldırmazlık paktı imzalayanlarla aynı kişilerdi.
Troçki’nin yaşamı, devrimci mücadelesi ve katledilmesi basit bir bireysel trajedi olsaydı, Troçki bugün unutulur gider; en iyi ihtimalle bir zamanlar yaşamış devrimcilerden birisi olarak hatırlanırdı. Oysa onun bütün hayatı uluslararası devrimci işçi mücadelesine adanmıştır. Onun hangi koşullarda Rus ve dünya devriminin önemli bir parçası olmaya başladığını ve onun önce sürgün edilmesine daha sonra ise katledilmesine yol açan koşulları anlamlandırmak, bu kahrolası kapitalizme alternatif arayan ama komünizm denince aklına baskıcı Sovyet emperyalizmi gelen aktivistlerin (veya eskilerin tabiriyle “militanlar”ın) mücadelesinin önünü açacaktır.
Sosyalizm Stalin’in Rusyası, Mao’nun Çin’i veya Pol Pot’un ölüm tarlaları demek değildir. Bunu en iyi bilenlerden birisi Troçki idi.
Elinizdeki kitap İngiliz devrimci ve İngiliz Sosyalist İşçi Partisi (SWP) kurucusu Tony Cliff tarafından 1989’da kaleme alınan 4 ciltlik biyografinin ilk cildidir. Bu ciltte Cliff, “öğretmeni” Troçki’nin 1917 Ekim Devrimi’ne kadar yürüttüğü politik mücadeleyi işledi. Bu ciltte Troçki’nin politik mücadeleye ilk atıldığı dönemlerde yaşadıklarını, Rus Sosyaldemokrat İşçi Partisi’nin kuruluşunu, Bolşevik-Menşevik ayrımının kökenlerini ve sonuçlarını, 1905 Devrimi’ni ve onun kaybedilişi sonrası yaşanan baskı dönemini, Troçki’nin “Sürekli Devrim Teorisi”ni, Birinci Dünya Savaşı yıllarını ve sonunda da 1917’nin çalkantılı ve bir o kadar da muhteşem mücadelelerini bulacaksınız..
NOT: Kitabı internet üzerinden indirimli olarak satın alabilirsiniz: https://urun.n11.com/politika-ve-siyaset/trocki-1-P295403116
Önsöz
Leon Troçki’nin siyasal biyografisini yazan kişinin ilk işi her şeyden önce iki eski biyografiyi değerlendirmek olmalıdır: Troçki’nin Hayatım adlı otobiyografisi ve Isaac Deutscher‘in üç ciltlik Troçki biyografisi. Ben iki biyografiyi de doyurucu bulmadığımı söylemeliyim.
Troçki’nin otobiyografisiyle başlayalım. Troçki’yi, Lenin’in iflah olmaz düşmanı olarak göstermeye çalışan Stalin’le hizip kavgasında bir belge olarak yazılan Hayatım, Troçki ve Lenin arasındaki farklılıkları küçümser. Özellikle de Troçki’nin sürekli devrim teorisini önemsemeyerek, Lenin’den ayrıldığı yerlerde Troçki’nin muazzam katkılarına hak ettiği değeri vermez. Bu teori Marksist düşünceye eşsiz bir katkıydı. O sırada Lenin dâhil hiç kimse Rusya’nın, dünyada sosyalist devrimi yaparak proletarya diktatörlüğünü kuracak ilk ülke olacağını ileri sürecek kadar ileri gitmiş değildi. Diğer tüm Marksistler sadece endüstriyel bakımdan ileri Batı Avrupa’nın sosyalist devrim için olgunlaştığına; Rusya’nın ülkeyi Çarlıktan ve feodalizmin mirasından kurtarıp modern bir kapitalist ülkeye dönüştürecek bir burjuva devrimine doğru ilerlediğine inanıyorlardı.
Ekim Ayaklanması’nın ve Kızıl Ordu’nun örgütlenişine Troçki’nin yaptığı katkılar da küçümsenmiştir. Bir otobiyografide yazarın kendi katkısını küçümsemesi çok sıra dışı. Madalyonun öbür yüzü, o uzun 1903- 1917 döneminde Lenin’in devrimci partinin niteliğiyle ilgili fikirlerine muhalefeti sırasında Troçki’nin hatalarını küçümsemiş olması (Troçki, diğer yazılarında parti konusunda kendi pozisyonunu eleştirirken katı davranıyordu).
Ayrıca otobiyografi, Troçki’nin 1929 Şubatı’nda Rusya’dan sürgün edilmesiyle sona erer. Troçki’nin siyasal faaliyetiyle ilgili çok önemli, muhtemelen en önemli bölüm tamamen atlanmıştır. 25 Mart 1935’te Troçki günlüğüne şunları yazmıştı:
1917’de Petrograd’da olmasaydım – Lenin’in olması ve komuta mevkiinde bulunması koşuluyla – Ekim Devrimi gene de gerçekleşirdi. Petrograd’da ikimiz de olmasaydık, Ekim Devrimi diye bir şey olmazdı: Bolşevik Parti liderliği devrimin olmasını engellerdi. Bundan hiç kuşku duymuyorum! Lenin Petrograd’da olmasaydı, benim Bolşevik liderlerin direnişini kırmayı başarıp başaramayacağım şüphe götürür… Tekrarlarsam, Lenin’in mevcudiyeti koşuluyla, Ekim Devrimi ne olursa olsun muzaffer olurdu….
Bu yüzden 1917-1921 döneminde bile kendi çalışmalarımın “kaçınılmazlığı”ndan söz edemem. Ama şimdi benim çalışmalarım kelimenin tam anlamıyla “kaçınılmaz”. Bu iddiada en küçük bir kibir bile yok. İki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonaller’in liderlerinin hiçbirinin çözüm bulabilecek donanıma sahip olmadığı bir problem yaratmıştır. Şansımın dönmesi, bu problemi önüme çıkararak beni onunla başa çıkacak önemli bir deneyimle silahlandırmıştı. Şimdi yeni kuşağı, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal liderlerinin boylarını aşan devrimci yöntemle silahlandırma misyonunu benden başka gerçekleştirecek kimse yok.
Troçki, iktidardan uzak kaldığı 1923-1940 yıllarında, özellikle de sürgün edildikten sonra proleter devrimci strateji ve taktiklerin gelişmesine muazzam katkılarda bulundu. Uzak bir Türk adasında, Fransız Alpleri’nde gizlendiği yerde, bir Norveç köyünde ve sonunda Mexico City’nin varoşlarında, Troçki’nin aklı fikri uluslararası işçi sınıfı mücadelesindeydi. Çin’le ilgili yazılarını okuyan biri, yazarın Şanghay’da yaşayıp mücadele verdiği izlenimi edinebilirdi. Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere üzerine yazıları da aynı izlenimi yaratır. Bütün bu ülkelerdeki Troçkist grupların tecrübesiz gençlerden oluşan ufak ve çok izole gruplar olması hep başını ağrıtmıştı. Troçki’nin büyük dehası, canlı, gerçekçi hayal gücü, muhteşem genişlikteki ufku, hayatının bu bölümünü en zengin bölümlerinden biri haline getirmişti.
En zor problemlerden biri, çok daha ileri kapitalist düşmanlarca kuşatılmış geri bir ülkedeki işçi devletinin karşı karşıya olduğu ekonomik, siyasal ve kültürel değişiklikler ve mücadeleler sorunuydu. Paris Komünü deneyimi çok kısa sürmüştü; şimdi dünya tarihinde ilk kez bir ülkenin tamamında işçi devleti kurulmuştu. Marksist teori, pratikten doğar; insanlığın geçmiş deneyimini genelleştirir. Troçki, devrimin yozlaşmasına ve Stalinist bürokrasinin doğuşuna karşı sürekli, amansız bir kavga verirken mecburen çok az bir deneyime bel bağlayabilirdi. Bu yüzden de Stalinist rejimin gelecekteki gelişmesine dair tahminlerinin olaylar tarafından doğrulanmamış oluşu şaşırtıcı değil. Özellikle yepyeni bir olguyla karşı karşıyaysak hiçbir tahmin tam doğru çıkmaz.
Troçki’nin devrimci davaya bağlılığı, en trajik olayların testinden başarıyla geçmişti. Stalin’in zulüm ve iftiraları tarihte daha önce hiç görülmemiş bir şeydi. İlk karısı bir Stalinist çalışma kampına gönderilmiş, dört çocuğundan ikisi Stalinist ajanlarca öldürülmüş; biri, kocası Stalin’in hapishanesinde çürürken veremden ölmüş, dördüncüsü intihar etmişti. Bildiğimiz kadarıyla yedi torunundan ancak biri özgür olarak yaşamıştı.
Çalışmalarının doğrudan etkisi yönünden, Troçki’nin iktidardan uzak yılları oldukça verimsiz geçti. Ama devrimci sosyalist hareketin uzun vadeli tarihsel gelişmesi açısından, Marksist geleneğin diri tutulması açısından, bu bölüm yaşamsal önem taşıyordu.
Peki ya Deutscher’in Silahlı Sosyalist, Silahsız Sosyalist ve Kovulan Sosyalist adlı üç ciltlik Troçki biyografisine ne demeli?
Bu kitaplar yüksek standarda sahiptir. Deutscher’in canlı üslubuyla birlikte kılı kırk yaran kaynak ve belgeleri tasnifi, yazdıklarına büyük bir önem yükler. Ne yazık ki üç cilde hâkim olan ruh, yazarın kahramanıyla tam bir zıtlık taşır. Troçki için Marksizm’in kalbi, işçi sınıfının öz-faaliyetidir; onun Stalinist bürokrasiye amansız muhalefeti, bu temel ilkeden kaynaklanmıştır. Troçki, Stalin’i Rus Devrimi’ne ihanet etmekle ve uluslararası devrimin mezar kazıcısı olmakla suçlamıştı. Bu yüzden Rus proletaryası, Stalinist bürokrasinin cenderesinden kurtulmak için yeni bir devrim yapmak zorundaydı. Troçki’nin sosyalizm anlayışı aşağıdan sosyalizm anlayışıyken Deutscher’inki tepeden inmeci sosyalizmdir.
Deutscher, Stalin’in yükselişiyle ilgili kaderci bir anlayışa sahiptir; onu devrimin zorunlu evladı olarak görür.
Stalin kitabında Deutscher, muzaffer Bolşevizm’in, Stalinizm’e dönüşümünü ortaya çıkaran “genel şema”nın “şimdiye kadarki tüm büyük devrimlerde ortak” olduğunu açıklar (ve onun argümanlarına bakılırsa, bu gelecekteki tüm halk devrimlerinde de ortak olacakmış gibi görünüyor.) Bu devrimlerin ilk evresinde:
Devrimci parti hâlâ ulusun çoğunluğuyla uygun adım yürür. Halkla birliğinin ve kendi hedefleriyle halkın arzu ve istekleri arasındaki mükemmel uyumun tam bilincindedir.
Bu evre İç Savaş’tan biraz uzun sürer. İç Savaş’ın sona erişiyle birlikte devrimci parti tükenmiş bir halkla karşı karşıya kalır; tepki ortaya çıkar:
Devrimin zirveden inişi başlamıştır. Liderler ilk vaatlerini yerine getirebilecek durumda değildir. Eski düzeni yıkmışlardır…
Devrimin kazanımlarını güvence altına almak için parti şimdi halkı susturmak zorunda kalmıştır:
Devrimin partisi ricat nedir bilmez; mevcut darboğaza büyük ölçüde, şimdi yüz çevirdiği aynı halkın iradesine uyarak sürüklenmişti. Halkın sesine fazla kulak asmadan, ödev bildiği şeyleri yapmaya devam edecektir. Sonunda o sesi susturup boğacaktır.
Yöneticiler, yaptıkları her şeyin eninde sonunda ulusun geniş kitlesinin çıkarlarına hizmet edeceği inancıyla kendilerine bahaneler bulabilirler. Genelde gerçekten de iktidarlarını, devrimin ekonomik ve sosyal fetihlerinin çoğunu sağlamlaştırmakta kullanırlar.
Deutscher, Lenin ve Troçki’nin kaçınılmaz olarak Stalin’e götürdüğünü söyler. Deutscher’in iddiası şöyle:
… Lenin’in fetih yoluyla devrim için çekingen ve utangaç denemelerinden, fatih Stalin’in planladığı devrime götüren bilinçsiz tarihsel sürekliliğin akışının izini sürmüştük. İlk anda göze çarpmayan benzer bir akış, Troçki’nin bu yıllardaki iç politikasını rakibinin sonraki uygulamalarına bağlar Troçki de Lenin de her biri kendi alanında bilmeden Stalin’in ilham kaynakları ve teşvikçisi olarak görünür. İkisi de denetimleri dışındaki koşulların ve kendi yanılsamalarının rüzgârına kapılıp gitmiştir…
Deutscher’e göre Lenin ve Troçki’nin mustarip oldukları “yanılsamalar”dan biri, devrimin batıya doğru yayılmasının mümkün olduğu inancıydı. Eğer Lenin ve Troçki “uluslararası devrimle ilgili daha ölçülü bir görüş edinmiş olsalardı“,”onlarca yıl boyunca kendi örneklerinin [başka bir ülkede] taklit edilmeyeceğini öngörebilirlerdi”
Stalin’in Avrupa işçi sınıflarının devrimci ruh haline ilişkin şüpheciliği, şimdiye kadar Troçki’nin güveninden daha çok doğrulanmış gibi görünüyordu.
Deutscher’in yapıtında, Rus Devrimi’ndeki Troçkistler’in, İngiliz Devrimi’ndeki Eşitlikçiler [Levellers] ve Fransız Devrimi’ndeki Hebertistler gibi devrimi, devrimin kazanımlarını ve geleceğini tehlikeye atan “ütopyacılar” oldukları ima edilmiştir. Deutscher, Rusya’da Troçkistler’in Stalin’e muhalefetinin boşuna olduğunu öne sürer. Bunu hiç kıvırtmadan söyler: “Stalin’e teslim olanların siyasal olarak intihar ettikleri doğruydu. Ama bu teslim olmayı reddedenler için de söylenmeli.” Demek ki Troçki’nin Stalin’e muhalefeti boşunaymış! Aslında Stalin’e teslim olmak yerine savaş açmak, gelecek kuşakların muzaffer mücadelelerine zemin hazırlamıştır.
Deutscher’e göre Stalinizm, devrimin meşru çocuğuydu. Tüm devrimlerde, devrimin ilham verdiği kitlelerin taleplerini karşılayamayacağını kavramayan ütopyacı aşırılar görülür. Silahlı Sosyalist‘in en başına konan Machiavelli alıntısının önemi şimdi açıkça anlaşılıyor. Sosyalist silahlı olmalı; böylece halkın devrime inancı kalmadığında, onları “zorla inandırabilir.” Deutscher’e göre Stalinizm, devrimin kazanımlarını korumakla kalmayıp derinleştirir ve genişletir de:
1929’da, Lenin’in ölümünden beş yıl sonra, Sovyet Rusya sadece ve sadece Stalin’in yönettiği ikinci devrimini başlattı. Kapsamı ve yaklaşık 160 milyon insanın hayatı üzerindeki dolaysız etkisiyle ikinci devrim, ilkinden bile daha köklü ve radikaldi.
Stalin … devrimin koruyucusu ve vasisi olarak kaldı.
“Devrim”le ilgili bu sözler, milyonlarca köylünün hayatına mal olan zorla kolektifleştirme ve milyonlarca insanın kapatıldığı çalışma kamplarına gönderme yapıyordu.
Deutscher, Troçki’nin Stalin’i karşıdevrimci olarak nitelendirmesine itiraz eder. Aslında devrimin, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda birçok ülkeye yayılarak yüz milyonlarca insanı sardığını öne sürer:
Devrim, Doğu Avrupa’ya – fetih ve işgalle – temelde “dışarıdan değil tepeden” getirilirken Çin’de şehirlerden kırlara yayılan proletarya demokrasisi olarak değil, kırlardan şehirleri fetheden, ancak sonradan “burjuva demokratik” evreden sosyalist evreye geçen dev bir isyan olarak doğacaktı.
Deutscher, Mao’nun yükselişinin aslında Troçkizm’in nihai zaferi olduğunu söyler: “Bu ‘Çin Ekimi’, gene de bir anlamda Troçki’nin ölümünden sonraki zaferlerinden biriydi.”
Stalin ve Mao’nun Troçkistler’e kara çalması, zulmetmesi ve öldürmesi çok az önem taşır: Hem Stalin hem de Mao, Troçki’nin varisidir. Rus devletini, enternasyonal devrimci bir aktör olarak gören Deutscher, Soğuk Savaş güç mücadelesinin sosyalizm ve kapitalizm arasındaki mücadelenin başlıca ya da belki tek arenası olduğu sonucunu çıkarır. Öngörülebilir bir gelecekte “geleneksel anlamda yürütüldüğü düzeyde bastırılmış olan sınıf mücadelesi, farklı bir düzeyde ve farklı biçimlerde, güç blokları arasında rekabet ve soğuk savaş olarak yürütülecekti.”
Hem Amerika Birleşik Devletleri’nin hem de Rusya’nın yöneticileri nükleer silahlara sahipken işçiler böyle bir silaha sahip olmadıkları için Deutscher’in mantığını izleyen biri, işçilerin sınıf mücadelesinde yeri olmadığı sonucunu çıkarır. Gerçekten de işçiler ne zaman Stalinist bürokrasi ile çatışmaya girse Deutscher, o bürokrasiyi işçilere karşı savunur. Doğu Avrupa’daki tüm halk ayaklanmalarına karşı çıkar: 16-17 Haziran 1953’te Doğu Almanya, Ekim 1956’da Polonya ve Macaristan. 1953’te Doğu Berlin’de inşaat işçilerinin üretim normlarını yükselten bir kararnameyi reddetmesini ve işçilerin, ayaklanmayı kanlı bir biçimde bastıran Rus tanklarına taş atmasını onaylamayan Deutscher şöyle der:
Eylemleri, Moskova’da talihsiz sonuçlar doğurdu. Reform ve uzlaşma yanlısı adamın elini zayıflattı. İnatçı Stalinistler ve diğer uzlaşmazların elini güçlendirdi.
İşçiler, tepeden inecek reformu sabırla ve edilgin bir biçimde beklemeliydi!
1956’daki Polonya ve Macaristan işçi ayaklanmalarının “”farkında olmadan saati geri kurmaya çalışan” karşıdevrimci eylemler olduğu ilan etti. Deutscher, işçi ayaklanmalarını ezen Rus tanklarına alkış tuttu:
Doğu Avrupa (Macaristan, Polonya ve Doğu Almanya) … Stalin çağının sonunda kendisini neredeyse burjuva restorasyonunun eşiğinde bulmuştu. Onu orada durduran sadece Sovyetler ‘in silahlı gücüydü (ya da onun tehdidiydi).
Troçki, Stalinist bürokrasiye karşı bir ölüm kalım mücadelesine girişmişti. Deutscher’in yazdıklarının özü Troçkizm ve Stalinizm arasında bir uzlaşmadır. Biyografinin yazarı ile konusu arasında ortak bir ruh yoktur. Troçki faal, dinamik ve devrimcidir; ona göre işçi demokrasisi, tüm bürokrasiye karşı mücadele ve ayrıcalıklılara karşı tabandan kitle eylemi ilkeleri yaşamsal öneme sahiptir. Bu (Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisinde zamanımıza parlak bir biçimde uyarlanmış olan) Marksizm’in esaslarının yeniden doğrulanmasıdır. Hazin ölümüne kadar hayatı ve mücadelesinin merkezi teması, sosyalizmin işçiler için değil ancak ve ancak onlar tarafından başarılabileceğiydi.
Deutscher’e bakılırsa kitleler rahatsızlık verici olmasa bile pasif, tali bir rol oynayarak devrimin kazanımlarını tehlikeye düşürürler. O, Troçkizm’in özünü atıp salt kabuğunu bırakmıştır. Onun, Troçkizm’le her türlü yakınlığı sadece görünüşte ve kitabidir – devrimci savaşçının ruhundan eser yoktur. Troçki onun hakkında pekâlâ şöyle söyleyebilirdi: “Ejderha tohumları ektim, pireler biçtim.”
Mevcut biyografinin yazarı, yarım asırdan uzun bir süre Troçki’nin öğrencisi olmuştur. Bugün onun fikirlerinin doğruluğuna eskisinden daha fazla inanıyorum. Bu fikirlerin genel özü, en başta da Sürekli Devrim Teorisi, zamanın testinden başarıyla geçmiştir. Uluslararası komünist devrim için devrimci mücadelesi, Sosyal Demokrasi’ye ve Stalinizm’e muhalefeti, tarihsel olaylarca bütünüyle doğrulanmıştır. Geriye bakarak Troçki’nin duraksamalarına dair örnekler bulunabilecek olması, sadece o dev devrimcinin sırtına tüneyerek elde edilebilecek bir ayrıcalıktır. Troçki’nin güçlü yanlarına, uzun süre Lenin’in parti anlayışını reddetmekle işlediği ciddi hata gibi zayıflıkların eşlik ettiği yerlerde bu biyografi, yanlışların üzerini örtmeyi denemeyecek; evliyanameden kaçınmak için elinde geleni yapacaktır.
Troçki, kendi yanlışları konusunda çok dürüsttü. 1911 öncesinde parti sorunundaki tutumuna en sert eleştiri kendisine aitti. Açıklamalarından sadece bir tanesinden alıntı yapalım:
Bolşevik Parti olmadan Ekim devrimi gerçekleştirilemez ya da oturtulamazdı. Bu yüzden tek hakiki devrimci çalışma bu partinin biçimlenip güçlenmesine yardım eden çalışmaydı. Bu ana yolla ilişkili olarak içte herhangi bir başarı garantisinden ya da güvenilirlikten yoksun olan tüm diğer devrimci çalışmalar ikinci planda kalmış ve birçok durumda o zamanın ana devrimci çalışmasına doğrudan zarar vermişti. Bu anlamda Lenin, Troçki’nin [kendi pozisyonu olan] uzlaşmacı pozisyonunun, Menşevizm’e koruma ve kılıf sağlayarak genelde devrimci sloganların, perspektiflerin, vb. içini boşalttığını söylediğinde haklıydı…
[Ben bunu anlar anlamaz] Lenin’in pozisyonunu tüm gücümle benimsedim. Bana önceden “bölücülük”, “ayrılıkçılık”, vb. gibi gelen şeyler, şimdi proleter partisinin devrimci bağımsızlığı için biricik ve tartışmasız ileri görüşlü mücadelesi olarak görünüyordu.
Bu biyografide, kırk yıllık siyasal faaliyeti sırasında Troçki’nin görüşleri çok övülecek ve oldukça fazla eleştirilecektir. Troçki, her türlü eleştiri karşısında koruma gerektirmeyecek kadar büyük bir devrimciydi. Umarım hem eleştiride kantarın topuzunu fazla kaçırmamış, hem de Troçki’nin düşünce ve eylemlerinin sunumu eleştiriyle çarpıtmamışımdır.
Troçki’nin yazılarının parlaklığı, zenginliği, derinliği, keskinliği, renkliliği ve şiirselliği nedeniyle hem eylemlerini hem de fikirlerini mümkün olduğunca ifade edebilmek için onun kendi sözlerini kullanacağım. Bu, 1905 ve 1917 devrimlerini ele aldığımızda özellikle uygun düşer. Büyük liderlerinden birinin aynı zamanda devrimin parlak bir tarihçisi de olduğunu görecek kadar şanslı bir devrim daha görülmemiştir. 1905’te Troçki, dünya tarihinin ilk işçi konseyinin (Sovyet) lideri ve esinlendiricisiydi. 1917’de ayaklanmanın örgütleyicisiydi. Bu kitap çok fazla alıntıya “boğulmuş” olabilir. Ama aslında beni de al diye bağıran diğer birçoğunu elemek zorunda kalırken çok güçlük çektim.
Troçki’nin bütün varlığı, zihni, iradesi, enerjisi geleceğe dönüktü. Yirmi bir yaşında bir delikanlıyken şöyle yazmıştı:
Dum spiro, spero! Soluk aldıkça umut edeceğim – soluk aldıkça gelecek için, güçlü ve güzel insanın tarihin kendiliğinden akışına hâkim olacağı ve onu güzellik, neşe ve mutluluğun sınırsız ufkuna doğru yönlendireceği o parlak gelecek için savaşacağım… Dum spiro, spero!
Öldürülmesinden kısa bir süre önce vasiyetinde geleceğe dönük iyimserliğini tekrarlamıştı:
İnsanlığın komünist geleceğine inancım, bugün gençlik günlerimde olduğundan daha az ateşli değil, aslında daha sağlam… Duvarın dibinde yeşeren yemyeşil otları, duvarın üzerinde açık mavi göğü ve her yerde gün ışığını görebiliyorum. Hayat güzel. Gelecek kuşaklar onu tüm kötülüklerden, baskı ve şiddetten temizleyip dolu dolu yaşasınlar.