Geçtiğimiz yılın ağustos ayında Türk yöneticileri Karadeniz’de fosil (doğal) gaz rezervi bulduklarını “müjdelediler”. Hemen ardından Doğu Akdeniz’de yürütülen fosil yakıt arama faaliyetleri gündeme oturdu. Bu faaliyetler Türkiye’yi başta Yunanistan ve Kıbrıs olmak üzere bölge ülkeleriyle karşı karşıya getirdi.
Fosil enerji kaynaklarının, özellikle ortalama sıcaklık artışıyla kendisini gösteren iklim krizinin baş sorumlusu olduğunu artık herkes biliyor. Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana dünyanın ortalama sıcaklığı yaklaşık 1,2oC artmış durumda. Bu küçük gibi görünen artış bile şu anda örneğin dünyanın bazı bölgelerinin aşırı sert kasırgalarla, sel baskınlarıyla ve kar fırtınalarıyla boğuşmasına neden olurken, aynı anda başka bölgeleri kuraklık tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor, buzulları yok ediyor, deniz seviyesinin yükselmesine neden oluyor. Üstelik genel trendde radikal bir değişiklik olmazsa 21. yy.ın sonunda bu ortalama sıcaklık artışı 4oC (hatta bazı bilim insanlarına göre daha da fazla) olacak. Bunun pratik anlamı, dünyanın cehenneme dönmesidir.
Egemenler, bütün bunları hepimizden daha iyi bilmelerine rağmen iklim felaketini durdurmak için en iyi ihtimalle “miş gibi” yapmayı; ama işleri, eski tas eski hamam devam ettirmeyi tercih ediyorlar.
Karadeniz’deki fosil gaz müjdesi ve Akdeniz’deki inatlaşma işte böylesi bir ortamda gerçekleşti. Adına “doğal gaz” denilen fosil gaz, diğer fosil enerji kaynaklarına göre daha masummuş gibi görünüyor. Oysa ki sera etkisi yaratma konusunda karbondioksitten 84 kat etkili ve bu gazın çıkarılması ve taşınması sırasında oluşan sızıntılar sık sık kamuoyundan saklanıyor. O yüzden “Karadeniz müjdesi”nden sonra farklı kurumlarda mücadele eden aktivistler, bu konuda birlikte hareket etmeye karar verdiler ve 6. Küresel İklim Grevi’nin düzenlendiği gün olan 25 Eylül’de kampanya, basına ve halklara duyuruldu ve imza metni kazmabirak.org sitesinde yayınlanarak bireysel imzacıların katılımına da açıldı.
Kampanya, kendini sadece Karadeniz’deki fosil gaz meselesiyle sınırlamadı; zira aynı dönemde Türkiye Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetlerini hızlandırmıştı. Bu yüzden başta Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye halklarının milliyetçilik dalgası üzerinden fosil yakıt temelinde karşı karşıya getirilmesi ve savaş senaryolarının gündeme getirilmesi, kampanyayı başlatanları uluslararası mücadele olanaklarını aramaya itti. Böylece başta Kıbrıs ve Yunanistan merkezli olmak üzere onlarca ülkeden sivil çevre inisiyatifleri ve kurumlar, kampanyanın imzacısı oldu (imzacı kurum ve bireyleri buradan görebilirsiniz. Ayrıca kampanya tanıtım kitapçığında şimdiye kadar yapılanlar ve bundan sonra yapılmak istenenlerin kısa bir özetini de bulabilirsiniz).
Yunanistan ve Kıbrıs kurumları kendi koordinasyonlarını oluşturarak yerel faaliyetlerini düzenliyor. Ayrıca bu kurumlarla birlikte uluslararası bir koordinasyon kurulu da oluştu. Burada ortak etkinliklerimizi planlıyoruz.
Fosil enerji kaynaklarının kullanımının en bilindik doğrudan sonucu elbette bunların iklim felaketini yaratmaları. Ancak bunlar aynı zamanda savaş politikalarının da baş sorumlularından. O yüzden fosil kaynaklarla mücadele eş zamanlı olarak milliyetçilik, ırkçılık ve militarizm sorunlarıyla da başa çıkmayı gerektiriyor (özellikle milliyetçilik sorunu aslında diğer ekolojik felaket nedenlerinde de karşımıza çıkıyor). Kampanyaya diğer ülkelerden kişi ve kurumların katılımıyla pek çok sorunun (örneğin altın madenciliği ve katık atık imhası meseleleri) bölge halklarının ortak sorunları olduğunu gördük. Bu yüzden ülkelerin egemenlerinin yaratmaya çalıştıkları milliyetçi histeriye karşı ortak bir tutum geliştirme, Kazma Bırak Kampanyası’nın önceliklerinden. 30 Ekim 2020’de İzmir’i vuran deprem, Ege’nin öteki yakasında da hissedildi. Kampanyamıza dahil olan kurumlar, İnsanlar ve Tüm Canlılar İçin Hayatın Yanındayız başlıklı bir bildiri yayımlayarak iki ülkenin egemenlerinin de ekonomik kaynakları silahlanma ve fosil yakıtlar için kullanmalarını protesto ettiler. Ayrıca Yunanistan ve Türkiye arasında “tarihi” gerilim noktalarından olan “Kardak Krizi”nin yıl dönümünü olan 26 Ocak 2021’de uluslararası koordinasyon, ortak bir online basın açıklaması yaptı, Ege ve Akdeniz’in fosil yakıt araçları ve savaş gemilerinin değil doğanın ve barışın denizleri olması gerektiğini belirtti.
Kampanyanın şu anda önüne koyduğu hedef, ekonomik faaliyetlerin doğal dengeyi gözeten bir bakış açısıyla yeniden örgütlenmesi için toplumsal duyarlılığın ve mücadelenin artırılmasına katkı sağlamak. Bunun için elbette ekoloji mücadelesi yürüten herkesle ve her inisiyatifle buluşmak önemli. Ama ayrıca özellikle meslek örgütleri ve sendikalarla daha yakından bir ilişki geliştirmek istiyoruz. Bunun iki nedeni var: Birincisi, ekolojik felaketlerden en çok etkilenen/etkilenecek olanlar işçiler ve toplumun alt kademesinde yer alanlar. Fosil yakıtlara karşı ses çıkaranların sayısı arttıkça kar ve savaş delisi egemenlerin oyun alanları o kadar daralacaktır.
İkinci neden ise bir tahmine göre yeraltında yaklaşık 50 trilyon $ değerinde fosil yakıt rezervi duruyor hala. Kapitalizmde her şey paraya, kara köle edildiğinden yönetici sınıf, bu paradan seve seve vazgeçmek istemeyecektir; bu parayı elde etmek dünyayı ateşe atsa bile. Onları durdurabilecek en önemli güç çalışan kesimdir, zira Rosa Luxemburg’un dediği gibi “zincirleri, üretildikleri yerde kırabiliriz”.
Bu yazı https://etelgraf.com/fosile-de-savasa-da-hayir-h-m-celebioglu adresinden alınmıştır.