Türkiye emek hareketinin önemli örgütlerinden olan Eğitim Sen, geçtiğimiz hafta sonu 11. Genel Kurulunu gerçekleştirdi.
Örgütlerin kongre dönemleri, hem geçmişe dönük muhasebenin yapıldığı hem de geleceğe yönelik mücadele hedef ve programının somutlaştırıldığı, örgüt tabanının kendi sözünü söyleyebildiği dönemlerdir. Böylesi dinamik süreçlerde yapılan örgütsel tartışmaların, bu tartışmalarda ortaya çıkan eleştiri ve düşüncelerin, ortak örgütsel aklın oluşmasındaki önemi kuşkusuz çok büyüktür. Ancak Eğitim Sen şube ve 11. Genel Kurul süreçleri, içinden geçtiğimiz ve pandemi nedeniyle iyice ağırlaşan siyasal ve sendikal tablonun gereklerine çok uzak bir anlayışla işletildi. Buradan hareketle örgütün uzun bir süredir ülkenin gerçekleri ve emekçilerin ihtiyaçlarından ne kadar uzağa düşen bir mücadele hattına savrulduğunu tespit etmek yanlış olmayacaktır.
11. Genel Kurulun pandemi koşullarında yapılmış olması kimi çevrelerce eleştirilmekte, hatta kongreden çekilme gerekçesi olarak da ifade edilmektedir. Eleştirenlerin kongrenin yapılma tarihine birlikte karar vermiş oldukları gerçeği bir yana, bu konuda asıl sorun, yapılan tartışmaların pandemi koşullarının sınıfsal yansımalarını görünmez kılmaya yol açtığı gerçeğidir. Kongre açısından pandeminin yarattığı sorunlar, teknik bazı düzenlemelerle aşılabileceği gibi, bu sürecin eşitsizlikleri nasıl derinleştirdiği kamuoyunun gündemine daha etkili bir şekilde getirilebilirdi. Bir emek örgütünün pandeminin sınıfsal yanını yeterince görmeyen böylesi bir tutum takınması, tartışmayı teknik düzenlemelere indirgemesi kabul edilebilir bir şey değildir. Unutmamak gerekir ki pandemide emekçilerinin durumu, sağlık, eğitim vb kamusal hizmetlere erişim, sınıfsal sorunun bir parçası ve yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Pandemi koşullarında yüzlerce insanın bir salona toplanması kadar, böylesi dönemlerde emek ve demokrasi mücadelesinin adeta tatil edilmesi de elbette mücadelede zafiyetlere yol açar. Bir emek örgütü olarak Eğitim Sen’in yapması gereken şey, bir yandan pandeminin emekçilere, topluma ve kamusal hizmetlere yansımalarını daha çok görünür kılan bir politika yürütmesi, aynı zamanda bu koşullarda bir kongre yapabilmenin teknik olanaklarını geliştirebilme becerisi göstermesiydi. Eğitim Sen’de karar mekanizmalarını kontrol eden dinamikler ne yazık ki ikisini de başaramamıştır.
Kongre sırasında oluşturulan kaotik durum sonucunda genel kuruldan çekilen gruplar, genel kurulun altını boşaltmaya çalışmış, örgütsel sorumluluğun gereğini yerine getirmemişlerdir. Genel başkan ve MYK üyeleri yönetsel temsiliyetleri gereğince örgütsel sorumlulukla yükümlüdür. Yönetsel sorumluluğa sahip arkadaşların, sorumlu oldukları dönemle ilgili çalışmalara ilişkin raporlar okunmadan ve bunların değerlendirilmesi dahi yapılmadan salonu terk etmeleri etik bir tutum olmadığı gibi, örgütün genel teamüllerine de aykırıdır. Yaşanmış bütün sorunlara ve alınmış bazı yanlış kararlara karşın, yapılan kongrenin ve kongre sonuçlarının meşruiyetini sorgulamak iyi niyetli bir tutum değildir. Bütün eksikliklerine karşın Eğitim Sen 11. Genel Kurulu örgütün hukukuna uygun yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Kongredeki sorunları tespit ederek eleştiri ve özeleştiri mekanizması ile bunlardan doğru sonuçları çıkarmak ayrı, örgütün ve seçilen kurullarının meşruiyetini tartışılır hale getirmek ayrı bir şeydir. Eğitim Sen, bir dönem elde edilecek yürütme kurulu üyeliklerinden de genel başkanlık koltuğundan da çok daha değerli bir örgüttür. Kimsenin pazarlıklar sonucu elde edilecek koltuklar uğruna örgütün ve kongrenin meşruiyetini tartıştırmaya hakkı yoktur.
Örgütte yer alan her sendikal dinamiğin, emek mücadelesinin geleceğine ve mücadele perspektifine ilişkin bir yaklaşımı elbette vardır. Kongre süreçleri, bu yaklaşımların tartışılıp ortak bir mücadele programının ortaya çıkarıldığı dönemler olursa örgüt için bir anlam ifade eder. Ancak Eğitim Sen’in 11 Genel Kurulu da daha önceki birçoğu gibi maalesef ağırlıkla yönetsel organların nasıl paylaşılacağına odaklanmıştır. Artık ertelenemez bir hale dönüşmüş örgütsel ve politik sorunlarımızı tartışıp mücadelenin ihtiyaçlarını gözeten ve ön açıcı olacak bir sürecin startını hep birlikte verebileceğimiz bir kongre yerine, eskilerinin kötü bir tekrarıyla süreç ıskalanmıştır. Elbette bunda en büyük sorumluluk kendini ana dinamik olarak gören ve süreci böyle şekillendiren sendikal anlayışlarındır. Son genel kurulda bir kez daha karşımıza çıkan bu sorunların, günümüze kadar devam eden bir sürecin sonucu olduğunu görmediğimiz, bütünlüklü bir bakış ve başka türlü kollektif bir irade geliştiremediğimiz sürece yaşanan sorunların bundan sonraki süreçlerde de karşımıza çıkacağını ve örgütsel gücümüzü daha da aşındıracağını unutmamak gerekir.
Uzun süredir sendika içinde mevcut seçim ve temsil sistemine ilişkin bir tartışma yürümekte, bu sistemin, sendikanın örgütsel ihtiyacına cevap vermeyip bir kastlaşmaya yol açtığı dile getirilmektedir. Karar alma mekanizmalarında etkili olan sendikal dinamiklerden hiç biri bu tartışmalara kulak asmamış, adaletli ve katılımcı bir temsil yerine sendikal bürokratizme evrilmekte olan mevcut durumu sürdürmekte herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Bu konuda, daha önceki kongrelerde gündeme getirilmiş önerileri reddeden kimi grupların bu kongrede geçmişte yapılanlar hiç yaşanmamış gibi kenara çekilmeleri samimiyetten uzak bir tutumdur. Mevcut seçim sistemi, emek örgütlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır ve üreteceği sonuç da bu anlamıyla sorunludur. İhtiyacımız olan şey, taban iradesini yansıtan, ortak akıl oluşmasına katkı sağlayan bir seçim sistemini en geniş zeminde tartışmak ve bunu kısa süre içinde sonuca bağlamaktır.
Emek hareketi içinde birer özne olarak varlığını sürdüren sendikal dinamikler, geçmişte sendikalarımıza siyasal ufuk kazandırıp dinamizm katarken bugün bu özneler neredeyse örgütsel gelişmenin önündeki engeller haline gelmekte ve niyetten bağımsız da olsa sendikanın bütünlüğünü zayıflatan birer ayrışma çizgisine dönüşmektedir. Demokratik Emek Meclisi, sendikalardaki farklı dinamiklerin varlığını bir zenginlik olarak görmekle birlikte, bu dinamiklerin örgütün ilerlemesine engel oluşturan bir şekle dönüşme tehlikesini de ciddi bir risk olarak değerlendirmektedir. Çeşitli sendikal dinamikler arasında “mutabakat” olarak adlandırılan durum, giderek bir dayatmaya dönüşmektedir. Bu durumun sonucunda grup aidiyetleri sendikal aidiyetin önüne geçmekte, sendikal yapılar gruplar arası rekabet alanına dönüşmektedir. Kuruluş iradesi ve mutabakatı denilen şey, kastlaşmış grupların birbirleriyle yaptığı pazarlık süreci değildir. Üzerinde mutabakat aranacak şey, temsil ve yürütme organlarındaki koltukların nasıl doldurulacağı değil, uzlaşılmış ilkeler ve bu ilkeler çerçevesinde hayata geçirilecek bir mücadele programıdır. Mutabakat, taban iradesini yansıtan, çoğulculuktan beslenerek zenginleşen ortak aklın üretilmesidir. Şimdi ihtiyacımız olan şey de bu ortak aklın yeniden keşfidir.
Yaşadığımız dönemin çalışma ilişkileri ve kapitalizmin mevcut biçimi, emek hareketinde yapısal bir değişikliği zorunlu kılıyor. Endüstriyel kapitalizm döneminin ilişkilerine göre örgütlenen sendikalar, içinden geçtiğimiz dönemim ihtiyaçlarına cevap üretemedikleri gibi, emek hareketinin geleceğini doğru bir şekilde belirlemekten de giderek uzaklaşmaktadırlar. Yeniden yapılanma tartışmaları, sermayenin yeni birikim rejiminden, iktidar ilişkilerinden, işçi sınıfının yeni yapı ve bileşiminden, sermayenin saldırılarından ve de sendikaların bugünkü durumundan bağımsız ele alınamaz. Sendikal örgütler yapısal bir değişim geçirmek zorundalar. Gelinen noktada kısmi düzenlemelerle veya sendika yönetimlerinin şu veya bu grup tarafından üstlenilmesiyle sorunun çözülmesi olanaklı değildir. Yeni bir örgütlenme ve mücadele anlayışına ihtiyaç vardır. Emek hareketi bu alanda gerekli adımları atamadığı için sermayenin saldırı dalgalarına karşı koyamıyor, emek mücadelesini yürütmekte her gün daha fazla zorlanıyor. Emek hareketini yaşanan bu küresel ve çağcıl krizden çıkarabilmenin tek yolu yapısal bir yenilenme hedefine doğru atılacak radikal adımlardır. Kongre dönemlerinin de bu adımların tartışılacağı, bu hedeflere yönelik hamlelerin planlanacağı ve yeniden yapılanma fikrinin ete kemiğe büründürüleceği dinamik süreçler olması gerekirken, Eğitim Sen’in 11. Genel Kurulu bu açıdan da örgütün potansiyelini dinamizme dönüştürme konusunda yetersiz kalmıştır.
Yaşadığımız Genel Kurulun bir diğer talihsiz yanı, KHK’lı bir grubun sendika üyeliğinden çıkarılmasına karar verilmiş olmasıdır. Demokratik Emek Meclisi bu konuyla ilgili tutumunu daha önce “iki yanlıştan bir doğru çıkmadı” diyerek kamuoyuyla paylaşmıştı. Konunun sırf disiplin süreçlerine ve sonuçlarına indirgenerek tartışılması değerlendirmede eksikliklere yol açmaktadır. 15 Temmuz darbesinin hemen ardından başlayan ihraçlar karşısında KESK’in ve Eğitim Sen’in tüm kamu emekçilerinin sesi ve mücadele örgütü olma sorumluluğuyla çizdiği kararlı direniş hattı, örgütsel bütünlük içinde sahiplenilmemiş ve sürdürülememiştir. Bir sınıf ve emek örgütü olan Eğitim Sen ve KESK’in KHK’lı ihraçlar karşısında takındığı ikircikli tutum güçlü bir mücadelenin açığa çıkarılamamasında etkili olmuştur. Sendikalarımızın bu alanda bıraktığı boşluğu çeşitli gruplar kendi meşreplerince doldurmuştur. Mücadeleyi ortaklaşarak büyütmek yerine kendi hukukunu örgüte dayatan, sorunu ortak hukukumuz zemininde çözmek yerine krizi derinleştirerek konuyu manipüle ederek örgütlülüğümüzü değersizleştiren bir tutum elbette politik olarak mahkûm edilmelidir. Bunun yerine örgütsel kültürümüze denk düşmeyen bir biçimde üyelikten ihraç etme yöntemini işletmenin doğru olmadığı konusundaki uyarılarımızın haklılığı kongre sonrasında kamuoyunda süren tartışmalardan da anlaşılmaktadır. Disiplin süreçleriyle aldıkları üyelikten ihraç kararını Genel Kurula taşıyan tüm anlayışlar bu sürecin sorumlusudur. Kongre sonrasında Eğitim Sen üzerinden sürdürülen tartışmalar karşısında suçu bir birine atarak sorundan kaçmak yerine, eksiklikleri hep birlikte aşmak ve örgütü ileri taşımak için birlikte çalışmak ortak sorumluluğumuzdur. Bunun yanı sıra “sınıf siyaseti” yapma iddiasında olan kimi dinamiklerin, KHK’lılara yönelik sürdürdükleri mesafeli yaklaşımı, KHK’yla işinden edilen üyelerimizin sendika organlarındaki temsiliyeti konusundaki olumsuz tutuma kadar vardırmaları anlaşılmaz bir çelişkidir. Bir emek örgütü olarak KESK’in ve Eğitim Sen’in, bir kıyımın mağduru olan böylesi büyük bir kitleyi yok sayması, bu kitlenin taleplerinin sözcüsü olmaya soyunmaması kabul edilebilir bir durum değildir. Demokratik Emek Meclisi, sayıları yüz bini geçen KHK’lıların ve onların bir araya geldikleri platformların toplumsal hak alma mücadelesinde önemli yer tuttuklarını sendikal kamuoyuna bir kez daha hatırlatmayı zorunluluk olarak görür.
Ekonomik ve politik iklimin gün geçtikçe daha da kötüleştiği, ülkede yaşanan çoklu krizin emekçileri her gün daha fazla yoksullaştırdığı, baskının ve otoriterleşmenin hız kesmeden devam ettiği, toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin en uç noktalara ulaştığı Türkiye’de, Eğitim Sen gibi örgütlerin varlığı her zamankinden daha fazla anlam kazanmaktadır. Eğitim Sen, Türkiye’deki emek, demokrasi ve barış mücadelesinde önemli bir mevzidir. Emekçilerin hak mücadelesiyle toplumun demokrasi, eşitlik, adalet ve insanlığın barış mücadelesini birbirinden ayrı olgular olarak görmek mümkün değildir. Yaşadığımız dönemin çelişkileri elbette emekçilerin ve sınıfın çıkarlarını savunmak konusunda yol göstericidir. Yolumuzu aydınlatan mücadele ilkeleri, Eğitim Sen’in tarihinde şekillenip, bugüne kadar ulaşmıştır. Dün olduğu gibi bugün de herkese parasız, eşit, laik, bilimsel ve anadilinde eğitimi amasız fakatsız savunmaya devam edeceğiz. Parasız, bilimsel ve laik eğitim talebimizden de, anadilinde eğitim talebimizden de vaz geçmeyeceğiz. Ekonomik ve özlük haklarımızı savunmaktan da, halkların adalet, eşitlik, demokrasi ve barış taleplerine sahip çıkmaktan da geri durmayacağız. Bunları, birbirinin karşısına koyacağımız mücadele alanları değil, ancak birbirinin tamamlayıcıları olarak görüyoruz. Kimse unutmamalıdır ki Eğitim Sen, ne üzerinde tepinilerek popülarite sağlanacak bir yapıdır, ne de küçük iktidarlar için itibarsızlaştırılarak gözden çıkarılacak bir örgüttür. Eğitim Sen, uğruna büyük bedeller ödenerek emek, demokrasi ve barış mücadelesi içinde var edilmiş olan emekçilerin ortak örgütüdür.
Demokratik Emek Meclisi her düzeyde sendikaya emek katmayı, bütün sendikal platformlarda sözünü söylemeyi, yanlışa yanlış, doğruya doğru demeyi tarihsel ve örgütsel sorumluluğun bir gereği olarak görmektedir. Bundan hareketle Demokratik Emek Meclisi, Eğitim Sen’in Merkez Yürütme Kurulunda yer almayı da bu tarihsel sorumluluğu bir parçası olarak değerlendirmiştir.
Eğitim Sen’in 11. Genel Kurulu, taşıdığı birçok zaafı ile de yol göstericidir. Çünkü zararın neresinden dönülse kârdır. Önümüzde KESK Genel Kurulu durmaktadır. Yaşanan bütün sorunlardan dersler çıkararak daha sağlıklı, daha yapıcı, daha mücadeleci, daha kaynaştırıcı, daha kapsayıcı bir KESK Genel Kurulu mümkündür. Ne Eğitim Sen’in ne de KESK’in kan kaybına tahammülümüz yoktur. Eleştiri-özeleştiri zemininde yanlışlarımızdan arınıp, yorulmuş olan KESK’i hep birlikte yeniden ayakları üzerinde doğrultabiliriz. Sendikalarımızı yeniden emek, demokrasi, barış ve ekoloji mücadelesinin odağına taşıyabiliriz.
Türkiye’de emek, demokrasi ve barış mücadelesini yükseltmek için bugün Eğitim Sen ve KESK’e düşen sorumluluk her zamankinden daha fazladır. Fiili ve meşru mücadele hattını hayatla buluşturacak deneyim ve birikimimizi kolektif bir akla ve iradeye dönüştürmek için hep birlikte göreve.
Yaşasın emekçilerin dayanışması!
Yaşasın Eğitim Sen!
Yaşasın KESK!