Barış Zamanı’nın 2. baskısı

Barış Zamanı’nın genişletilmiş 2. baskısı çıktı..

Savaşlar kitleler “milli hislerle” galeyana geldikleri için çıkmaz. Savaşlar, ülkeleri yöneten egemenler tarafından, onların çıkarları doğrultusunda, emekçi sınıfı üzerine daha büyük tahakküm kurarak gerçek ücretleri kısmak, hukukun üstünlüğü ilkesini devre dışı bırakmak, daha otoriter bir rejim kurmak, şeffaflığı, hesap verme zorunluluğunu ortadan kaldırmak, daha büyük devletler için de dünya üzerindeki ekonomik ve siyasal hegemonyalarını genişletmek gibi amaçlara yönelik olarak çıkarılır…

Emekçilerin mücadeleleri sayesinde eşitlik, adalet, özgürlük kavramlarının yaşamın ayrılmaz bir parçası, sosyal düzenin temel taşları haline gelmiş ülkelerde savaş karşıtlığı en güçlü ifadesini bulur…

Baskı rejimleri eşitlikten, özgürlükten yana özlemlere set çekebilmek için iç ve dış “düşmanlara” ve her türlü muhalif sesi susturmaya yönelik “terör” damgasına sarılmaktan geri durmaz. Bugün ülkemizde grevler, gazetecilik, habercilik, belgeleme ve yayın faaliyetleri terör eylemi olarak adlandırılıp insanlar hapse gönderiliyor. Suriye’deki savaş ortamının da beslediği kanunsuzluk ve şiddet ortamında hem ülkede hem de sınır ötesinde insanlar üzerinde terör estiriliyor…

Barış Zamanı’nın genişletilmiş 2. baskısında eski yazıların yanında Selahattin Demirtaş, Onur Hamzaoğlu, Nevin Soyukaya, Gençay Gürsoy ve Mesut Çelebioğlu’nun yazıları da eklendi.

Kitapçıkta yer alan yazılar ve yazarları şöyle:

Önsöz – Ayşe Erzan
Savaş ve Barış – Ayşe Erzan
Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur – Onur Hamzaoğlu
Emperyalizm, Savaş, Ortadoğu, Kürt Sorunu – Selahattin Demirtaş
Savaş ve Göç – Cem Terzi 
Filistin: 70 yıldır “El Nakba” Sürüyor – Çiğdem Özbaş 
Çatışma Süreci ve Yok Edilen Şehirler – Nevin Soyukaya
Savaş Muktedirlerin, Barış Toplumların Eseridir – Hakan Tahmaz
Barış İçinde Yaşama Hakkı – Rıza Türmen
Barış Bloku: Bir Düş Kırıklığının Kısa Öyküsü – Gençay Gürsoy
Barışı Sokakta İnşa Etmek – Cuma Çiçek
Savaş Karşıtı Mücadeleyi Güçlendirmek – Hülya Üçpınar
68: Barış ve Demokrasi Mücadelesinin Birlikteliği – H.Mesut Çelebioğlu
Savaş Karşıtlığı Deneyimleri – Ayşe Erzan
— Kırım Nire, Kore Nire? (1853-1950)
— Türkiye Barış Komitesi  (Barış Derneği)
— 68 Vietnam Savaşı (1960-1975) ve Savaş Karşıtlığı
— Irak’ta Savaşa Hayır
— Irak Dünya Mahkemesi
— İstanbul  24-26 Haziran 2005
— Barış İçin Akademisyenler 

1917: Ekmek ve Barış – H.Mesut Çelebioğlu
“Kurtuluş”un Bilinmeyen Yüzü – Cem Uzun
Falklands Savaşı Dersleri – Barış Çınar

NOT: Kitabı internet üzerinden indirimli olarak satın almak için: https://urun.n11.com/turkiye-uzerine-arastirmalar/baris-zamani-P295394659


2. Baskıya Önsöz

Ayşe Erzan

Barış, insanca yaşamın, eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin olmazsa olmaz koşulu. Sol ve sosyalist hareketin, erken evrelerinden itibaren savaş karşıtlığını benimsemesi ve aktif olarak örgütlemesi, bize de kendi barışımızı kurma konusunda değerli ipuçları sunuyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan Suriye savaşına, Kırım’dan Falkland adalarına, Yunanistan’dan Kore’ye tarih, uluslararası sermayenin dayatmalarına karşın örülen direniş ve dayanışma öyküleri ile dolu. Bu kitapta, bir yandan Ortadoğu’da giderek yerleşik hale gelen bir savaş, bu savaşın sona erdirilebilmesi için görüşler, çabalar, diğer yandan Türkiye’de ve dünyada savaş karşıtı deneyimler konusunda yazılar bulacaksınız.

Selahattin Demirtaş, Edirne Cezaevi’nden, “Mezhep, ulus, din savaşlarıyla parçalanmış [Ortadoğu’da], emperyalizm kanlı biçimde hüküm sürmeye devam ediyor. Ortadoğu’nun bağımsızlığına ve birleşik bir güç olmasına giden yol, halkların ve inançların demokratik konfederal birliğinden geçiyor” diye sesleniyor.

Savaşı bir “halk sağlığı sorunu” olarak ele alan Onur Hamzaoğlu, sadece savaş sırasında değil, daha sonra da devam eden doğrudan ve dolaylı yıkımlara dikkat çekiyor. Cem Terzi, bu yıkımların göç cephesini, “Savaşların körüklenmesinde askeri, ekonomik ve siyasi imkanlarını seferber eden ülkelerin hepsi bugün sayıları milyonları bulan mültecilerden sorumludur, ancak bu sorumluluktan kaçmaktadır” diyerek vurguluyor. Irak, Suriye, Libya, Yemen, Ortadoğu’da en büyük kayıpları yaşayan, insanlarının göç yollarına düştüğü ülkeler. Çiğdem Özbaş, işgal altındaki Filistin’e, İsrail tarafından koskoca bir açık hapishane haline getirilmiş olan Gazze’deki direnişe dikkat çekiyor.

İnsanlar gelecek tahayyüllerini kurarken, barışın yollarını ararken, yan yana ortak yaşam alanları yaratırken, ortak kültürleri onların en büyük esin ve cesaret kaynağı oluyor. Ortadoğu’da 1990’dan beri insanlığın en eski medeniyetlerinin izlerini silercesine yürütülen kültür imhasına, Türkiye’de de 2016 Mart ayında yoğunluk kazanan fiziksel yıkımlarla Cizre’de, Şırnak’ta, Yüksekova’da, Şemdinli’de ve daha birçok yerleşimde tanık olduk. Nevin Soyukaya 2015’te Dünya Mirası ilan edilmiş Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçelerinin tamamlayıcısı ve Kültürel Miras alanı olan Sur içinin tahribini, sadece insanların evlerinden yurtlarından, dini mekanlarından, yaşamsal dayanışma ağlarından ve yerine konulamaz mimari ortamlarından kopartılmakla kalmayıp, barış için ortak çabalarının en önemli temel taşlarından da böylece yoksun bırakılmalarını ve bir milyona yakın insanın bölgede göç etmeye zorlanmasını anlatıyor. İşte bu bağlamda toplumların barışı yeniden inşa etme olanakları, barış içinde yaşama hakları ve bu doğrultuda örgütlenme çabaları Gençay Gürsoy, Hakan Tahmaz, Rıza Türmen, Cuma Çiçek ve Hülya Üçpınar tarafından irdeleniyor.

Savaş karşıtlığı deneyimleri, modern tarihte Dünya Savaşı (1914) öncesinden itibaren, özellikle Avrupa’da sol hareketler içinde gelişmiş ve 1917’de Sovyet Devrimi ve tek taraflı ateşkes ilanı ile çok önemli bir aşama kaydetmiş. Vietnam özgürlük hareketine karşı 1950’lerden beri Fransa ve ondan devralan ABD tarafından sürdürülmekte olan savaşa son verilmesi talepleri, 1968’deki gençlik hareketi ve toplumsal hareketler içinde Fransa’dan ABD’ye, Türkiye’ye kadar geniş bir etki alanında demokrasi taleplerinin yükseltilmesinin de başat motiflerinden birini oluşturmuşlardı. Mesut Çelebioğlu ve Ayşe Erzan, bu geleneğin somut pratiklerinin izini sürüyorlar. Cem Uzun ve Barış Çınar, Türk-Yunan savaşı içinde ya da Falkland savaşında askerlerin arasında filizlenebilen ve hatta ana akım siyasal düzlemde ifadesini bulabilen savaş karşıtlığından örnekler veriyorlar.


İlgili Haber ve Yazılar


 

Demirtaş: Ortadoğu, Üçüncü Dünya Savaşı’na gidişin merkezlerinden biri konumunda

Yaklaşık iki yıldır tutuklu bulunan Demirtaş, Barış Zamanı broşürünün ikinci baskısı için kaleme aldı.

H. Mesut Çelebioğlu tarafından Marx21 Yayınları’na hazırlanan Barış Zamanı’  başlıklı broşür, 1 Eylül Dünya Barış gününe özel ikinci baskısını yaptı.

Broşürün ilk baskısında savunmasından bir bölüm yer alan, yaklaşık 2 yıldır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bu baskı için kaleme aldığı yeni yazısında, “Savaşın ve kanın hiç terk etmediği Ortadoğu bölgesi bugün 3. Dünya Savaşı’na doğru gidişin merkezlerinden birisi konumundadır” değerlendirmesinde bulundu.

Barış Zamanı broşüründe, UNESCO ödüllü bilim insanı Ayşe Erzan, Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen, KHK ile ihraç edilen akademisyen ve Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Kocaeli Üniversitesi’ndeki görevinden KHK’yle ihraç edilen Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun da aralarında yer aldığı isimlerin yazılarına yer verildi.

“Yol, halkların ve inançların demokratik konfederal birliğinden geçiyor”

Demirtaş’ın “Emperyalizm, Savaş, Ortadoğu, Kürt Sorunu” başlıklı makalesinden tadımlık bölümler şöyle:

“Bizim kuşağımız transistörlü radyodan tabletlere uzanan bir değişimi yaşarken bile yeterince hızlı değildi. Gelecek nesillerin hızını tahmin bile edemeyiz artık.”

“Savaşın ve kanın hiç terk etmediği Ortadoğu bölgesi bugün 3. Dünya Savaşı’na doğru gidişin merkezlerinden birisi konumundadır. Mezhep, ulus, din savaşlarıyla parçalanmış bu bölgede emperyalizm kanlı biçimde hüküm sürmeye devam ediyor. Ortadoğu’nun bağımsızlığına ve birleşik bir güç olmasına giden yol, halkların ve inançların demokratik konfederal birliğinden geçiyor.”

“Ortadoğu’nun kendi iç barışını kurması, halkların ve inançların kardeşleştiği bir gelişme aşamasını yakalaması gereklidir. HDP ve onun arkasındaki toplumsal-siyasal mücadeleler birikimi, halkları ve inançları birbirine kırdıran gerici çerçeveyi yıkarak birleşik Ortadoğu’yu yaratma iddiasındadır. İnsan medeniyetinin ilk atılımlarını gerçekleştiren neolitik devrime sahne olmuş bu topraklar yeniden insanlığın öncülüğüne ancak bu temelde bir demokratik dönüşümle ulaşabilir.”

https://t24.com.tr/haber/demirtas-ortadogu-ucuncu-dunya-savasina-gidisin-merkezlerinden-biri-konumunda,690213

Hayır de!

Ragıp Zarakolu

“Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz. HAYIR demezseniz!…” Wolfgang Borchert Bugün yaşadıklarımızı farklı boyutlarda kavrama bakımından 2018 yılı içinde üç önemli kitap peş peşe yayınlandı. Diplomatların “hocası” olması nedeniyle bence “duayen” statüsünde olan (*), Baskın Oran’ın “Etnik ve Dinsel Azınlıklar / Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye” adlı kitabı (Literatür Yayınları, 2018) son derece önemli bir katkı. Yine bence onun magnum opusu niteliğinde. Baskın hocanın bir özelliği de, üniversite titrlerini kullanmayışı. Mete Hoca gibi…

Üniversite kavramının her darbede biraz daha düşürüldüğü gerçeğini düşünecek olursak bu son derece anlaşılır bir durum. Bu arada Literatür Yayınları’nın da 30. yılını kutlamadan geçmeyelim. 1982 yılında Alan Yayıncılığı kurduğumuzda, temel kaygılarımızdan biri de önü kapanan akademik yayıncılığın biraz olsun nefes almasını sağlamaktı. Literatür Yayınları da şimdi yine zor bir dönemde akademik yayınların sürmesine olanak sağladığı için teşekküre layık.

Oran’ın kitabın, “Gayrimüslimler, Kürt Hakları, Alevi Hakları, OHAL Rejimi” ad başlığından da anlaşılacağı gibi, sadece tarihsel/kuramasal/hukuki bir inceleme olmaktan çıkıp, son derece aktüel bir araştırma olma düzeyini de yakalamakta. Eğer bir gün demokrasiye geçiş yeniden mümkün olduğunda, bu kitap aynı zamanda neler yapılmaması, neler için suçluluk duyulması konusunda da ipuçları verecek.

Oran, TC’nin uluslararası meşru bir devlet olmasının temelini sağlayan Lozan Anlaşması’nın da en iyi araştırıcı ve yorumcularından biri.Ne yazık ki, TC’nin kurucuları kendilerine altın tepside sunulan demokratik bir toplum olma olanaklarını, “Batı”nın dayatması olarak algıladı ve istemeden kabul ettikleri aslında bütün etnik ve dinsel azınlıkların haklarını güvence altına maddelerini en baştan uygulama niyeti göstermedi. 1878 Berlin Barış Antlaşması’nın “reform” maddesini gönülsüz kabul edip, asla uygulamayışı, tam tersi işler yapması gibi. Baskın Oran’ın da göstereceği gibi, Kürt toplumuna, gayrimüslim azınlıkların, Alevilerin sözde teminat altında olan haklarına saygı gösterilip, gereği yapılsaydı, çok daha farklı hoşgörüye dayalı, demokratik, kültürel zenginliği farklılıkları ile sahiplenen, gerçekten çağdaş bir toplum olabilirdik. Bunun olmayışının bedelini sonuçta “çoğunluk” diye nitelenen yurttaşlar da ödedi.

(*) Baskın Oran’ın “Türk Dış Politikası/ Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar” adlı 3 ciltlik kitabı duayenliği çok daha hak ettiriyor. (İletişim Yayınları, 2013; Kitabın İngilizcesi Utah Üniversitesi tarafından yayınlandı. Farsçası ise, Tahran Siyasal ve Uluslararası Araştırma Enstitüsü tarafından 2018’de yayınlandı.) Türkiye’de her darbenin üniversitelerde yaptığı tasfiyelerle yarattığı tahribat son derece büyük oldu. Ama hiçbiri son yaşadığımız tasfiye kadar yığınsal olmadı. Olayı sayılarla anlatmak da bir noktadan sonra bir anlam ifade etmiyor. Ama çok farklı kesimlerden kişilerin tanıklıklarını okumak, yaşanan trajedinin boyutlarını çok daha iyi algılamamıza olanak sağlıyor. Kemal İnal, Efe Beşler ve Batur Talu’nun editörlüğü altında yürütülen bu çalışma son derece takdire şayan: “OHAL’de Hayat / KHK’liler Konuşuyor” (Belge Yayınları, Ağustos 2018).

Bütün yazıları çok sevdim. Cihangir İslam’ın “Ümitvar Olun!”, Cemile Kocaman’ın “Birileri Hayatımız Hakkında Bizden Fazla Söz Sahibi”, Dilek Hattatoğlu’nun “Şiddet Altında Yaşamak ya da Direnmek Yaşamaktır”, Fatma Bostan Ünsal’ın “İnsan Eliyle Felaket: İşten Atılmak, Bireysel Sivil Ölümler ve Toplum”, kamu çalışanlarından Filiz Özsoy’un “Kod adım Teyze, İlker Urlu’nun “Taşrada Kovulmak!”, öğretmen Çınar çiftinin “Ottan Köfte’de Bugün”, Zeynep Mercan’ın “Mühreç Hakim”, Sinan Ok’un “Körlük ve Görme”, Gergerlioğlu’nun “Gayya Kuyusuna Düşmek”, Serdar Başçetin’in “Bir Savaş Vakti Eğer Taşrada Bir Akademisyen İsen” son derece çarpıcı tanıklıklardı. Elbette, fiili sürgünde yaşayan biri olarak, Maya Arakon’un “Benim Bir Evim Vardı”, Neşe Özgen’in “Bavulumda Taşıdıklarım” ve Aslı Vatansever’in “Göçebelik, Güvensizlik ve Özneleşme” anlatıları daha farklı bir etki yarattı bende. Üçüncü kitap ise, H. Mesut Çelebioğlu’nun editörlüğünü yaptığı “Barış Zamanı” adlı derleme (Marx21 Yayınları, İstanbul, Haziran 2018). Bu kitap küçük hacmine karşın, dünyada ve Türkiye’de barış hareketlerinin içerik ve tarihini vermesi bakımından son derece önemli.

Kitabın, 2. Dünya Savaşı’nı asker olarak bizzat yaşayan ve genç yaşta ölen Wolfgang Borchert’in “Hayır De!” şiir/düzyazı metni ile sonlanması son derece anlamlı. Kitap şu bölümlerden oluşuyor: Savaş ve Barış (Ayşe Erzan), Selahattin Demirtaş’ın Savunmasından, Savaş Muktedirlerin, Barış Toplumların Eseridir (Hakan Tahmaz), Ortadoğu’da Yeniden Paylaşım Savaşı (Çiğdem Özbaş), Barışı Sokakta İnşa Etmek (Cuma Çiçek), Bu Suça Ortak Olmayacağız! (Barış Akademisyenlerinin Metni), Barış İçinde Yaşama Hakkı (Rıza Tüzmen), BM, Savaş ve Göç, (Cem Terzi), Savaş Karşıtı Mücadeleyi Güçlendirmek (Hülya Üçpınar), Vietnam Savaşı /1960-1975 ve Savaş Karşıtlığı (Ayşe Erzan), Irak’ta Savaşa Hayır! (Kampanya 2002), Irak Dünya Mahkemesi (İstanbul 2005), Kırım Nire, Kore Nire? / 1853-1950 (Barışseverler Derneği deneyimi), Türkiye Barış Komitesi / Barış Derneği (1977-80), “Kurtuluş’un Bilinmeyen Yüzü” (1919-22 Yunan savaş karşıtlığı), Falklands Savaşı Dersleri (1982). 1 Mayıs 1914’te 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre önce İstanbul Sendikalar Birliği için Zaharias Venetzenis tarafından kaleme alınan çağrı hala güncelliğini korumuyor mu? (age.,s.52): “Ne yazık ki önleyemediğimiz Balkan Savaşı denilen savaş, etkilerini doğu emekçi sınıfının daha uzun süre üzerinden atamayacağı, halkın ve proleterlerin henüz yeni uyanışlarını geciktirecek sonuçlar doğurmuştur. …

Bu savaş, şehirleri ve köyleri yerle bir etti ve beraberinde bütün halkı kırıp geçiren sefalet ve açlığı getirdi. Bu savaş doğu ulusları arasında kin ve bağnazlığı yeniden canlandırdı, yöneticiler ve sermayedarlar çıkarına milliyetçi zihniyeti güçlendirdi…

Bu savaş şimdiye kadar görülmemiş bir siyasi zorbalık getirdi. Şehirlerimizin sokakları, yersiz yurtsuz, aç yaşlılar, kadın ve çocuklarla dolu. Rumeli’yi istila edenlerin savaş sırasında bütün mallarına mülklerine el koydukları göçmenler kafileler halinde bize sığınıyor, Trakya’ya ve Anadolu’ya yerleşiyorlar. Bu kez de Anadolu’da bağnazlık ve din ayrılıklarına bağlı kinlerin körüklediği yeni olaylar patlak veriyor ve yerli ahali ters yöne göç etmek zorunda kalıyor. Hükümet mahvolmuş halkın sırtına (tabii sürekli anayasaya uygun etiketi altında) rezil bir baskı yönetimi yerleştirdi: Devamlı sıkıyönetim, örgütlere, toplantılara ve basına karşı şiddet tedbirleri… 1 Mayıs 1914 günü yürüyüş yapamadık, bu keyfi yönetimi protesto ediyoruz…”

http://yeniyasamgazetesi.com/hayir-de/

Sen misin ‘barış’ diyen!

Sibel Özbudun

Havarisini yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil.

14 Temmuz 1950… Demokrat Parti iktidarının üçüncü ayı. İktidar partisi Türkiye’nin NATO üyeliğini güvence altına alacak bir hamlenin peşinde. Haziran sonunda Kuzey ve Güney Kore arasında patlak veren savaş ve yeni dünya hegemonu ABD’nin derhâl harekete geçerek Birleşmiş Milletler’e Güney Kore’ye askeri yardım kararı aldırması, DP’ye aradığı bu fırsatı altın tepsi içinde sunacaktı. II. Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmiş Türkiye, pek az yurttaşının haritada yerini gösterebileceği bir ülkenin savaşına doğru koşar adım gidiyordu. Havayı kesif bir şovenizm bulutu kaplamıştı ve radyo ve gazetelerde kahramanlık menkıbeleri uçuşmaktaydı.

14 Temmuz 1950 dedim. Behice BoranAdnan CemgilNevzat ÖzmeriçOsman ToprakoğluVahdettin BarutReşat Sevinçsoyve Muvakkar Güran Türk Barışseverler Cemiyeti kuruluş dilekçesini böyle bir atmosferde verdiler İçişleri Bakanlığı’na. Dernek dünya barışını, ülkede barışçı politikayı savunacağını ve nükleer silahların yasaklanması için çalışacağını bildiriyordu programında…

11 gün sonra Menderes hükümeti Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Aynı gün, Meclis Başkanlığı’na kararı protesto eden bir telgraf çekildi Behice Boran ve Adnan Cemgil imzasıyla. Ardından da İstanbul’da kararı protesto eden bildiriler dağıtıldı.

Sen misin “Barış” diyen! Bildiri dağıtımının ertesi günü, 29 Temmuz’da kurucular ve bildiriyi basan matbaanın sahibi tutuklanacak, derneğin faaliyetleri durdurulacak, 30 Aralık 1950 tarihinde askerî mahkeme derneğin “Türk-ABD dostluğunu bozmaya ve halkın hükümete güvenini sarsmaya yönelik faaliyetlerinden” dolayı kurucular 15’er ay hapse mahkûm edilecekti…

Barışseverlerin karşı çıktığı Kore Savaşı’nda resmî açıklamalara göre 1,5 milyon, gayriresmi açıklamalara göre ise 3 milyon insan hayatını kaybetti. Türkiye’den ise 721 asker öldü, 2.147 asker yaralandı, 234 asker esir düştü, 175 asker kayboldu.

20 Nisan 1977… ABD ile SSCB arasındaki “Soğuk Savaş”ın “Ilık Barış” ya da “Barış içinde yanyana yaşama” politikalarına (Detente) evrildiği günler. Uluslararası “yumuşama” havasının Türkiye’deki ilk meyvelerinden biri, Barış Derneği oldu. Önceli gibi nükleer silahların yasaklanması, insan hakları ihlallerine son verilmesi, BM kararları ve yumuşama sürecinin yaygınlaştırılmasını öngören Helsinki Nihai Senedi’ne uyulması ve Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkması taleplerini savunmak üzere kurulan derneğin başkanı eski büyükelçi Mahmut Dikerdem’di. Kurucuları ve üyeleri arasında, ülkenin önemli aydınları yer alıyordu: Reha İsvan, Orhan Apaydın, Erdal Atabek, Aykut Göker, Tahsin Usluoğlu, Enis Coşkun, Tektaş Ağaoğlu, Oya Baydar, Yavuz Çizmeci, Gültekin Gazioğlu, Kemal Anadol, Haluk Tosun, Şefik Asan, Aybars Ungan, Ali Taygun, Uğur Kökden, Mehmet Karaca, Medet Serhat, Metin Özek, Niyazi Dalyancı, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Gencay Saylan, Ergun Elgin, Orhan Taylan, Hüseyin Baş, Nedim Tarhan, Mustafa Gazalcı, İsmail Hakkı Öztorun, Nurettin Yılmaz, Melih Tümer

Dernek kurulalı üç yıl olmuştu ki, şom 12 Eylül darbesi geldi çattı. Ülkedeki sendikalar dahil tüm sol, sosyalist ve devrimci faaliyetleri, yasal olduklarına bakmaksızın “Sovyet maşaları, Beşinci kol” olarak tanımlayan antikomünist histerinin generaller eliyle bir kez daha iktidara taşınması…

Sen misin “Barış” diyen! Barış Derneği kurucuları, üyeleri yaka paça önce nezarethanede, ardından da askeri cezaevlerinde buldular kendilerini. Haklarında hazırlanan iddianamede derneğin “SSCB yanlısı olduğu, ülkenin meşru düzeni ve bu düzeni sağlayan ittifaklara, özellikle de NATO’ya karşı olduğu, mevcut düzeni yıkarak Marksist bir düzen kurmayı hedeflediği” savlanıyor, sanıkların TCK’nın kötü şöhretli 141-142. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları isteniyordu.

“Savaş Hâli” hükümleri çerçevesinde sürdürülen davada avukatlar da sonunda sanık durumuna düşmekten kurtulamadılar. Derneğe ilişkin açılan ikinci davada, ilk davanın avukatları (Halit Çelenk, Turgut Kazan, Turgut Arınır, Atilla Coşkun, Nezahet Gündoğmuş, Rasim Öz, Mustafa Özkan ve Ali Şen)sanık sandalyesinde yerlerini almıştı.

“Barış Derneği davası”, karar verile bozula 1991’e dek sürdü ve 21 Nisan’da tüm sanıkların beraatı ile sonuçlandı. Bir hukuk trajedisi daha tarihin çöplüğünde yerini almıştı.

Ocak 2016… AKP 7 Haziran 2015 seçiminde uğradığı büyük oy kaybı ve tek başına iktidar olamamanın şaşkınlığını kısa sürede atlatmış, sanki bir el gizli bir düğmeye basmış gibi, Haziran ile seçimlerin yenilendiği Kasım 2015 arasında ülke kan ve gözyaşına boğulmuştu. Metropollerde birbiri ardı sıra kendilerini patlatan canlı bombalar, Kürt illerinde dehşet hâli, JÖH/ PÖH’lerin ortalığı sarması, yasaklı kentler, sokak ortasındaki cansız bedenler, ölüsü buzdolabında saklanan bebeler, yanan, yakılan, yıkılan hayatlar… “Teröre karşı mücadele”nin dizginlerinden boşanarak yurttaşlara karşı ölçü-sınır tanımaz bir teröre dönüşmesi… Metropollerde ise… Hani Nâzım diyor ya: “Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü…” Öyle…

Doğuda JÖH/ PÖH, batıda havuz medyasının estirdiği yılgı atmosferinin dilsizleştirdiği kamu vicdanının ilk kıpırtılarından biriydi binin üzerinde akademisyenin imzasıyla yayınlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” bildirisi. Kavrulan yüreklere bir nebze su serpti, kendi içine büzüşen vicdanlara bir taze soluk oldu.

Sen misin “Barış” diyen! İmzacı akademisyenlerin çoğunun işinden atıldığı, kampüslerde ve medyada tehditler, linç gösterileri arasında yaka paça karakollara götürüldüğü, pasaportlarına el konulduğu, sigortalı işlerde çalışmaktan men edilip açlığa mahkûm kılındığı, tek tip hükmü çoktan kesilmiş mahkemelerde yargı sürecinin süregittiği… günler geride kalmadı.

Ya da Kürt coğrafyası kan revan iken bir TV programına bağlanıp “Burada çocuklar ölüyor; bir şeyler yapalım, çocuklar ölmesin” dediği için işinden atılan, yargılanan, yeni doğmuş bebeğiyle hapse mahkûm edilen Ayşe Öğretmen… Sen misin “Barış” diyen!

Diyorum ya, savaş naralarının, katliamların makbul, barış özleminin ise “suç” sayıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz.

Böylesi bir ülkede “barış talebi” gibi masum, insancıl bir istek, tekinsiz bir fiiliyata, “müesses nizama yönelik tehdit”e, “Beşinci kol faaliyeti”ne, ya da yeni yaftasıyla “terör örgütü propagandası”na tahvil olma riski yüksek bir edimdir devletlûlar için…

H. Mesut Çelebioğlu tarafından Marx21 Yayınları’na hazırlanan Barış Zamanı’ başlıklı broşür, böyle “tekinsiz” bir görevi üstlenmiş. Farklı kalemlerden, Kore’den Falklands’a, Irak’a savaşı; Türk Barışseverler Cemiyeti’nden ABD’deki Vietnam savaşı karşıtlarına, barış mücadelelerini farklı veçhe ve boyutlarıyla irdeleyen yazılardan oluşuyor.

Hem savaşın kapitalizm-emperyalizm için vazgeçilmezliği, hem de dünyanın farklı bölgelerinden barış mücadelesi deneyimleri konusunda kısa ama özlü bir kaynak.

Dilerim çokça okunur…

Ve dilerim barış talebinin bu ülkedeki “makus talihi”nin kırılmasında bir katkısı olur!

http://t24.com.tr/haber/sen-misin-baris-diyen,643668