Marx’ın Devrimci Fikirleri

Alex Callinicos’un Marx’ın Devrimci Fikirleri kitabının 2. baskısı çıktı..

Karl Marx, fikirleriyle bütün dünyayı etkileyen az sayıdaki insandan biri. Bu fikirler öylesine etkileyici ki kendisinin 1883’teki ölümünden önce bile fikirleri büyük tartışmalar yaratabilmişti.

Herkes Marx’ı güncel sorunlar karşısında yeniden yorumlama gereksinimi duyuyor. Bu yorumların bir bölümü öylesine vahim ki Marx bile bu “marksizmler” karşısında “bütün bildiğim ‘marksist’ olmadığımdır; tanrı beni dostlarımdan korusun!” diye isyan etmişti.

Bu kitabın amaçlarından bir tanesi, onu fikirlerini çarpıtan dost ve düşmanlarının ellerinden kurtararak onun temel fikirlerini mümkün olan en açık ve doğrudan bir şekilde ortaya koymaktır.

Ama bundan daha önemlisi, onun ekonomik kriz, işsizlik, sömürü, ulusal sorun, savaş tehdidi, emperyalizm gibi konulardaki fikirlerini (ki bugün hala onlara çok ihtiyacımız var) ve bu sorunlara onun fikirlerini temel alan devrimci yanıtları sunmaktır.

NOT: Kitabı internet üzerinden indirimli olarak satın almak için: https://urun.n11.com/politika-ve-siyaset/marxin-devrimci-fikirleri-P295432434


 Önsöz

Karl Marx yüz yıl önce, 14 Mart 1883’te öldü. O günden beri çok şy oldu: İki dünya savaşı, Auschwitz, atom bombası, içten yanmalı motor, televizyon, mikroçip. O halde şimdi bu adamın yaşamı ve düşüncelerine ilişkin bir kitap yazmanın ne âlemi var?

Bu sorunun üç cevabı var. Öncelikle Marx, dünyaya bakışımızı kökünden değiştirmiş bir avuç düşünürden biriydi. Bu bağlamda Platon, Aristo, Kopernik, Galileo, Newton, Darwin, Freud ve Einstein’la aynı düzlemdedir. Materyalist tarih kavramı – yaşamı boyunca Marx’ın yoldaşı olmuş Friedrich Engels’in onun mezarına yazdığı gibi “ideolojinin aşırı büyümesinin etkisiyle insanlığın politikayı, bilimi, sanatı, dini vb. uğraşları sürdürmesi için her şeyden önce yemesi, içmesi, barınması ve giyinmesi gerektiği bugüne kadar gizlenmiştir” biçiminde özetleyebileceğimiz “basit gerçek” (SE, c.3, s.162)– o kadar güçlüdür ki Marx’ın muhalifleri ve hasımları bile bunu görmezlikten gelemezler.

Bununla birlikte ve sorumuzun ikinci cevabı olarak Marx, Engels’in dediği gibi “her şeyden önce bir devrimci” idi (SE, c.3, s.163). Marx açısından teori çevresindeki dünyayı anlama aracıydı, fakat sadece o dünyayı dönüştürmenin bir adımı olarak. Yaşamını –tarihe materyalist yaklaşım ve Kapital’de doruğa çıkan ekonomi araştırmaları da dahil– tek bir amaca adadı: İşçi sınıfının özgürlüğü.

Marx’ın önüne koyduğu görevin ne denli iddialı olduğunu unutmak kolaydır. O, son derece zeki bir adamdı. Çağdaşlarından biri yirmilerindeyken onu şöyle tanımlamıştı: “Rousseau, Voltaire, Holbach, Lessing, Heine ve Hegel’in bir kişide birleştiğini hayal edin… işte Dr. Marx”. Siyasal olarak geleneksel bir akademik kariyeri benimsemiş olsaydı dönemin en önemli entelektüellerinin önüne geçerdi. Zengin ve ünlü biri olarak ölebilirdi.

Fakat Marx, yaşamını sosyalist devrim davasına adadı. Sonuç olarak o ve ailesi neredeyse Avrupa’nın tamamında polis güçlerince izlendi ve gözetlendiler. Kapılarında icra memurları, sefalet içinde yaşadılar ve sadece Engels’in fedakârlığı sayesinde hayatta kaldılar. Marx’ın ölümü ülkesi saydığı İngiltere’de umursanmadı bile. The Times ölümünü Fransız basınından öğrendi. Bu kariyeri, medyanın dehalarına hayran olduğu ve refah içinde yaşayan günümüz bilginlerinden birininkiyle, örneğin Bernard Levin’inkiyle kıyaslayın artık.

Marx’ın düşüncelerini kavramak; kendini sosyalist olarak gören, onun devinim yasalarını ortaya koymaya çalıştığı kapitalist sistemin barındırdığı sömürüyü, ıstırabı ve şiddeti yok etmeyi arzulayan herkes için önemli olduğundan dolayı ilgimizi hak etmektedir. Çünkü hâlâ Marx’ın yönelttiği soruların muhatabıyız. Sadece batının sanayileşmiş dünyasında 30 milyon işsiz var. Nispeten gelişmiş ülkelerde birtakım önemli sosyalist deneyimler yaşandı: Şili 1970-3, Portekiz 1974-5, bugünün Fransası. Hepsi de başarısız oldu. Hiçbiri Marx’ın esas aldığı, kapitalist sınıfın örgütlü gücünü bozguna uğratma ve onun yerine işçi iktidarının yeni ve radikal demokratik bir biçimini getirme adımını atamadı. Hiçbir ciddi sosyalist, Marx’ın düşüncesinden uzak duramaz; çünkü şu anda yüz yüze kaldığımız tüm zorlu konular –krizler ve işsizlik, devrim ve reform– onun uğraştığı konulardı.

Ne yazık ki Marx’ı anlamak her zaman olması gerektiği kadar basit değildir. Bunun esas nedeni (her zaman söylenenlerin aksine) Marx’ın yazılarının çapraşık, ağır ve Almanca olması değildir; o, genel olarak anlaşılır bir yazardır ve eserleri, genellikle sadece ele aldığı konu karmaşık olduğunda zor okunur. Asıl zorluk Marx’ın fikirlerinin birçok büyük çarpıtmaya maruz kalmış olmasından kaynaklanmaktadır ve bu kitabın yazılmasının üçüncü nedeni de budur.

Hiç kuşkusuz Marx; düşmanları, mevcut düzenin savunucuları -onun deyişiyle kapitalizmin “kiralık dövüşçüleri”- tarafından kısmen yıpratıldı. Onun hakkında sayısız yalan üretildi, birçok şeyle yaftalandı: Tutucu, Yahudi düşmanı ve Hitler’in habercisi (bir Yahudi ve bir enternasyonalist olmasına rağmen); hatta “aslen dini” bir düşünür (Marx yaşamı boyunca ateistti!). Sayısız mektubu, burjuva “bilim insanları” tarafından onun kaba ya da ırkçı bir ifadesini yakalama umuduyla gözlem altına alındı.

Ancak bu iftiraları çürütmek görece kolaydır. Zor olan Marx’ın düşüncesinin yandaşlarının ellerinde karşılaştığı saptırmalarla baş etmektir. “Bütün bildiğim marksist olmadığımdır” demişti yaşamının sonlarına doğru: “Tanrı, beni dostlarımdan korusun!”

Marx’ın fikirlerinin bu “dostça” yanlış yorumlanmasının iki ana kaynağı vardı: Birincisi ve en önemlisi “marksizm-leninizm”in başta Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere birtakım önemli ve güçlü devletin resmi ideolojisi olmasıdır. Göstermeye çalışacağım gibi Marx’ın sosyalizmi “aşağıdan” sosyalizmdi. İşçilerin kendi eylemliliğiyle özgürleşmelerini ve hayallerindeki toplumu kendilerinin kurmasını öngörüyordu. Ancak Doğu Bloku’ndaki “reel sosyalizm” işçilerin kendi eylemliliğinin reddiyesini ve halk demokrasisinin inkarını temel almaktadır. Polonya’daki Dayanışma’nın yükselişi ve çöküşü, bu konudaki tüm kuşkuları ortadan kaldırdı. Marx’ın fikirlerinin onun adına hüküm süren devletlerce anlaşılıp anlaşılmadığı konusunu son bölümde ele alacağım.

Saptırmanın diğer nedeni, Marx’ın akademisyenlerce keşfedilmiş olmasıdır. Sadece eserlerinin yüzlerce yorumun ve doktora tezinin konusu olması değildir sözünü ettiğimiz. Emek hareketinde değil, üniversitelerde ve yüksek okullarda, hedefi kapitalizmi devirmek değil, marksizmi incelemek olan yeni bir marksizm türevi ortaya çıktı.

Bu türün kibar adı “batı marksizmi”dir, çünkü üyeleri aslen Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunur. Buna “akademik marksizm” demek daha doğru olabilir. Bu akımın içinde yer alanlar, kendi yansımasına aşık olan mitolojik figür Narcissus’u hatırlatıyor. Bu akademik marksistlerin tüm ürettikleri hemen bir tarafa atılamaz. Bazen kullandığımız kavramları açıklama ve geliştirmeye zaman ayırmak gerekir, fakat batı marksistleri için bu etkinliğin kendisi amaç haline gelmiştir. Sonuçta yüksek nitelikli entelektüellerden oluşan, küçük bir azınlık dışında öyle herkesin anlayamayacağı birçok metin ortaya çıktı.

O halde bu kitabın amacı Marx’ı maruz kaldığı saptırmalardan kurtarmak; onun temel fikirlerini mümkün olduğunca açık ve basit bir biçimde ortaya koymaktır. Bunun kolay bir iş olmadığı aşikâr. Öncelikle sosyal demokratlar, ortodoks komünistler, maocular, çeşit çeşit troçkistler gibi her türden sosyalist, Marx’ı kendi politik görüşlerini doğrulatmak için okuyor. Bu kitabın devrimci sosyalist bir bakış açısıyla yazıldığını baştan söylemeliyim. Diğer bir deyişle Marx’ın inancını paylaşıyorum: Kapitalizm kendi doğasında taşıdığı çelişkiler nedeniyle ya sosyalizm ya barbarlık noktasına evrilecek ve insanlık adına tek umut, işçi sınıfının bu sömürücü toplumsal sistemle birlikte kapitalist devlet mekanizmasını imha edip yerine kendi düzenini kurmasıdır. Bu, kitapta Marx’a yönelik hiçbir eleştiri getirilmediği anlamına gelmez. Gözde söylemi “kuşku her şeydir” olan adam, Sovyetler Birliği’nde yaratılıp onu yanılmaz bir guru olarak gösteren kültten nefret ederdi. Fakat kitap her şeyden önce Marx’ın fikirlerinin bir sunumu ve savunmasıdır.

İkinci olarak Marx’ın fikirlerine dair herhangi bir çalışmanın tartışmalı olması kaçınılmazdır. Yazıları etrafında o kadar çok çelişkili yorum varken anlattıklarını açıklamak mayın tarlasında yürümek gibidir. Dahası bir birey olarak Marx bazen tutarsız ve muğlaktı ve irili ufaklı bazı konularda fikrini değiştirdi. Bu zorlukları aşarken dar bir patikadan geçmek gerekir. “Marx’ın gerçekte söylemek istediği”nden “Marx’ın söylemiş olması gereken, fakat söylemediği”ne geçiş yapmak kolaydır. Umarım ben ikincisini yapmamışımdır. Bunu yapmakla suçlanabileceğim tek yer, Marx’ın tarih teorisine ilişkin 5. bölümdür. Burada Marx’ın görüşlerinin değiştiğine ve Alman İdeolojisi ile Kapital arasında gelişme gösterdiğine inanıyorum; açıklamamı ikinci ve daha olgun olan esere dayandırdım.

Üçüncü olarak Engels’in yazılarının Marx’ın düşüncesi açısından ne kadar güvenilir bir rehber olarak görülebileceği sorusu söz konusudur. Engels İkinci Enternasyonal tarafından ve Doğu Bloku’nda ortodoksluğun mihenk taşı sayılıyordu. Şimdi batıdaki birçok marksist, Engels’i Marx’ın düşüncesini çarpıtan, Marx’ın kötü bir kopyası olarak görmektedir. Engels hakkındaki bu görüşler reddedilmelidir. O hiçbir zaman Marx kadar büyük ya da özgün bir düşünür olduğunu iddia etmedi: “Marx bir dahiydi; bizler olsak olsak yetenekli insanlardık”. (SE, c.3, s.361) Her şeye rağmen Engels gerek bilimsel, felsefi, siyasal ve askeri konularda bir yazar olarak gerekse Marx’ın fikirlerinin yalınlaştırıcısı olarak marksizme özgün katkılarda bulunmuştur. O da incelenmeyi hak ediyor. Marx’ın görüşlerini tamamladığı, aydınlattığı ya da geliştirdiği ölçüde onun yazılarından alıntı yapacağım.

Bu kitap kapitalizme karşı sosyalizm adına verilen mücadeleye bir katkıdır. Birkaç insanın inancını değiştirmeyi ve onları Marx’ın haklı olduğuna ikna etmeyi başardığı ölçüde işini yapmış sayılır. Çünkü kimse Marx’ın bilimsel teorisini kabul edip devrimci politikasını reddedemez; ikisi bir arada yürür. Marksizmin temel noktası budur; Antonio Gramsci’nin sözcükleriyle marksizm pratiğin felsefesidir.

Bu kitap bir kişiyi bile işçi sınıfının kurtuluşu için emek harcamaya ikna ederse kendimi amacıma ulaşmış sayacağım.