Ekim Devrimi’ne giden yol.. Devrimin kazanımları.. Devrim neden kaybedildi..
İnsanlık tarihinin akışını değiştiren kilometre taşlarından birisi Ekim Devrimi. Tarihte ilk defa geniş bir ülke çapında “ayakları baş” yapan, yarattığı umudu bütün dünyaya yayan devrim bugün hala güncelliğini koruyor. Bu da çok doğal: Kapitalizm yine büyük bir ekonomik-politik kriz sinyalleri veriyor, dünyanın her yerinde yarattığı açlık, yoksulluk ve savaş politikaları sorgulanıyor, çıkış yolları aranıyor. Kapitalizmin verili politikalarına alternatif arayışı, elbette Ekim’in hayaletinin her köşe başından kendisini göstermesini beraberinde getiriyor.
Ancak bu hayalet, etrafında yaratılmış olan mitsel korku hikayelerinden arındırılmak zorunda. Yoksa neo-liberal piyasacıların, yoksulluk politikalarını bize dayatmaya başladıklarından itibaren ittirdikleri “başka alternatif yok” yalanı, kabusumuz olmaya devam edecek.
Her zaman bir alternatif vardır. Bunun en müthiş kanıtı Ekim Devrimi’ne giden yolun taşları, devrimin kurduğu tarihin en demokratik politik, ekonomik ve toplumsal düzeni ve devrimin sömürülen-ezilen tüm toplum kesimlerine kazandırdıklarıdır.
Tabii bu müthiş hikayenin bir de üzücü tarafı var: Ekim’in kurduğu düzenin yozlaşması ve sonunda devrimin kaybedilmesi.
Bu kitap tüm yönleriyle Ekim’in hikayesinin temel noktalarını ortaya serme amacı taşıyan, sekiz makaleden oluşuyor. Bu makaleler Ekim’in yarattığı rejimin temel özelliklerini, kurumlarını, kadın haklarının geliştirilmesi için atılan adımları, ezilen ulus ve halkların devrimden elde ettikleri kazanımları, devrimin yarattığı “bilimsel patlama”yı …, devrimin yozlaşmasını, kaybedilişini ve Ekim’in kurduğu rejimin stalinist bürokrasi tarafından devrilerek devlet kapitalisti sistemin inşa edilişini ele alıyor.
NOT: Kitabı internet üzerinden indirimli olarak satın almak için: https://urun.n11.com/politika-ve-siyaset/ekim-devrimi-P295397925
Makale ve yazar listesi
- Önsöz Barış Çınar
- Ekim’in Savunusu John Rees
- Sovyetler İşbaşında John Reed
- Demokrasinin En Gelişmiş Formu H. Mesut Çelebioğlu
- Devrimle Gelen Özgürlük Chanie Rosenberg
- Bolşevikler ve İslam Dave Crouch
- Bilim, Sosyalizm ve Rus Devrimi John Parrington
- Rusya: Devrim Nasıl Kaybedildi Chris Harman
- Rusya’da Devlet Kapitalizmi Peter Binns
Önsöz
Rus Devrimi birkaç ay içinde yarattığı gelişmelerle devrimciler için çok önemli dersler barındıran bir süreç oldu. Parti ve işçi sınıfı, reform ve devrim, savaş ve barış, reformistler ve devrimciler arasındaki ilişkiler; bütün bunlar üzerinde çok önemli deneyimler yaşandı.
Rus Devrimi beklenmeyen bir devrimdi. Bolşevikler bile Rusya’nın o anki koşullarında işçileri iktidara taşıyacak bir devrimin imkansız olduğuna inanıyorlardı. Şubat Devrimi’nden önce Rusya’da en fazla çarlığın ortadan kaldırıldığı, burjuva demokratik bir devrimin mümkün olabileceğini tartışıyorlardı. İşçi sınıfı, onlara daha fazlasının mümkün ve gerekli olduğunu gösterdi.
Bolşevikler, sonunda çarı tahttan indirecek hareketin bile ilk başta değerini tam olarak kavrayamadı. 8 Mart günü kadın işçiler, ekmek kıtlığını protesto için eyleme çıkmıştı. Bolşevikler ancak protestoların ikinci gününde ilk bildirilerini basıp dağıtabildiler. Kadınların başlattığı hareketin beşinci gününde ise çarlık rejimi çöktü.
Kitleler, devrim talebiyle değil, ekmek ve barış isteğiyle harekete geçti. Kurulan Geçici Hükümet, kitlelerin varolan bilincini temsil ediyordu. Şubat Devrimi denilen bu isyan sırasında kurulan işçi konseylerinde (sovyetler) bolşevikler küçücük bir azınlıktı.
Şubat’tan Ekim’e giden yol tam bir devrimci sosyalist politika okulu niteliğindedir. Bu okulda partilerin hem işçi sınıfından öğrenme hem de işçi sınıfına kılavuzluk etme kapasiteleri test edildi.
İlk test Şubat Devrimi’nin hemen ertesinde yaşandı. Bolşeviklerin o ana kadar benimsedikleri teoriye göre Rusya’da ancak demokratik bir devrim mümkündü. Çarlık rejimi çöktü, geçici bir hükümet kuruldu. Yani demokratik bir değişim yaşanmıştı. Peki, iş bitti mi? O anda Rusya’da olan bolşevik liderlerine göre öyle. Ama Rusya’ya daha dönememiş olan Lenin Mart’ta daha işin başında olunduğunu, iktidarın sıradan insanların eline geçinceye kadar mücadeleye devam etmek gerektiğini ifade eden Uzaktan Mektupları (bu beş mektuptaki fikirleri daha sonra Nisan Tezleri kitabında daha da derinleştirecekti) kaleme aldı. Mektuplar, bolşeviklerin gazetesi Pravda’ya gönderildi. Ancak o dönem, içinde Stalin’in de yer aldığı Pravda’nın editoryası, bu beş mektuptan sadece birincisini, onu da sansürleyerek yayımladı. Hatta Stalin, mektubu yayımlarken altına bunların “Lenin’in kişisel görüşleri” olduğunu belirten bir not da eklemeyi unutmamıştı.
Lenin, devrimim daha da ileri gitmesi gerektiğini söylerken yalnız değildi. Petrograd’daki ileri işçiler de onunla hemfikirdi. İşçi konseyleriyle ve fabrika komiteleriyle oluşturdukları demokratik yönetimden vazgeçmek istemiyorlardı. Haklı olarak Geçici Hükümet’in savaşı bitireceğine inanmıyorlardı. İşçilerin bu ileri kesimi sayesinde Lenin, parti içi tartışmayı kazandı ve bolşevikler rotalarını “Tüm İktidar Sovyetlere” politikasına çevirdiler.
Temmuz günlerinde ileri işçiler hükümete karşı isyan ettiğinde, şehirlerdeki kitlelerin hazır olmadığını gören bolşevikler harekete fren basmak zorunda kaldı. Hareket geri çekilince hükümet devrimci avına çıktı. Sosyalist devrimciler ve menşevikler, kendilerinin ne kadar gerici olabileceklerini herkese gösterdiler. Tutuklanmamak için Lenin Finlandiya’ya kaçmak zorunda kaldı. Orada saklanırken marksist literatürün bir başka köşe taşı kabul edilen “Devlet ve Devrim” broşürünü kaleme alacaktı.
Sosyalist devrimci başbakan Kerensky, genelkurmay başkanı Kornilov ile sola karşı ittifak kurdu. Kornilov darbe yapacaktı ve böylece Kerensky solculardan kurtulacaktı.
Ancak son anda Kerensky kendisinin de darbeye kurban gidebileceğini fark edince geri adım attı. Sosyalistler için yeni bir fırsat doğdu. Menşevik ve sosyalist devrimcilere destek verenlerle darbeye karşı ilkeli bir ittifak kurmak darbeyi önleyebilir ve aynı zamanda pratikte demokrasinin tutarlı savunucularının aslında kimler olduğu ortaya koyabilirdi. Burada bolşevikler, bir yandan menşeviklerin ve sosyalist devrimcilerin liderliğini ve bu partilerin savaşı devam ettirme, işçi iktidarını engelleme ve nihayetinde Kornilov darbesinin önünü açma politikalarını amansızca eleştirirken, bir yandan da bu partilerin tabanındaki işçi ve yoksullarla ittifak kurma ve ittifakı geliştirme politikası güttüler; bu, Rus Devrimi’nin en önemli taktiksel derslerinden biridir. Lenin öyle düşünüyordu. Tekrar tekrar bu taktiği anımsatacaktı. “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” kitabı bu konuyu ele alır. Kitabın ilk bölümü olan “Rus Devrimi’nin Uluslararası Öneminden Hangi Anlamda Sözedilebilir?” sorusunun cevabı, Kornilov darbesine karşı ikili bir politika izlenmesidir; hem ittifak hem de eleştiri içeren “Birleşik Cephe” politikası.
Kornilov darbesi yenildi. Demokrasinin gerçek savunucularının gerçekte kimlerin olduğunu gören menşevik ve sosyalist devrimci işçiler, bolşevik saflarına geçmeye başladılar. Yine de birleşik cephe taktiğine devam edildi. Bolşevikler tekrar menşevikler ve sosyalist devrimcilere koşullu bir ittifak önerdi: “Gerici generalleri atın, bize legal propaganda hakkı tanıyın, sovyetlere gerçek yetkiler verin; biz isyan etmeyeceğiz”. Tony Cliff, Lenin biyografisinin ikinci cildinde bu tartışmaların ayrıntılarını en iyi şekilde tarif eder.
Ekim’de, isyan anında bile parti ve işçi sınıfı arasındaki diyalog son derece önemliydi. Önce bolşevik liderliği ikinci bir devrimin yapılıp yapılmaması konusunda anlaşamadılar. Partinin merkez komitesi üyeleri Zinoviev ve Kamaenev, parti dışı yayın organlarında açıkça ikinci bir devrime karşı çıkan yazılar yazdı. Bu ihanete (ve Lenin’in ittirmesine) rağmen onların merkez komite üyelikleri devam edecekti.
Ekim Devrimi konusunda partideki ikinci bir anlaşmazlık konusu ise Lenin dahil bir dizi lider kadronun devrimin parti adına yapılmasını ve Moskova’da başlatılmasını önermeleriydi. Sonradan görülecekti ki eğer böyle olsaydı ayaklanmanın sonu felaket olacaktı. Neyse ki parti delegeleri tabandaki işçilerin hislerini doğru bir şekilde ve hızla aktarabildiler: Ancak Petrograd’da başlayan ve parti değil sovyetler adına yapılan isyan hareketi çoğunluğunun desteğini kazanabilirdi. Öyle de oldu. İşçi iktidarına giden yol hiç de düz bir yol değildi.
1917’den bu yana neler değişti?
Rus Devrimi’nden öğrenirken 1917’dekiyle tıpatıp aynı dünyada yaşamadığımızı aklımızda tutmalıyız. 1917’de işçi sınıfı dünya nüfusunun küçük bir azınlığını oluşturuyordu. Toplumun ezici çoğunluğu köylüydü. 2017’de dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor ve emeğini satarak hayatını devam ettiriyor. Yani artık işçi sınıfı çoğunluğun çıkarlarını temsil etme pozisyonundan çıkıp bilfiil çoğunluğun kendisi oldu ve bu işçi sınıfı artık kendi varlığının farkında. 1917 yılında varolmayan televizyon ve internet sayesinde bütün dünyadaki işçiler an be an birbirlerinin mücadelelerini takip edebiliyor. Örneğin 2010 yılında Mısır’da işçiler isyan edince hemen bir-iki gün sonra onlarınkiyle aynı sloganlar ABD sokaklarında da yankılanabildi.
1917 yılında Rusya’nın işçileri kendilerinden çok daha kalabalık bir köylü kitlesi için politikalarını şekillendirmek zorundaydılar. Şimdi bu ilişkide işçiler daha kalabalık.
İşçi sınıfının gücü arttı, ama dünya toplumunun krizi çok daha derinleşti.
Rosa Luxemburg, “ya sosyalizm, ya barbarlık” dediğinde önündeki örnek Birinci Dünya Savaşı’nın vahşeti ve 2. Enternasyonal reformistlerinin milliyetçiliğe teslim olmalarıydı. O savaşta 18 milyon kişi öldü. İkinci Dünya Savaşı’nda 50-80 milyon kişi öldü, ölüm fabrikalarında yahudiler, romanlar, eşcinseller, engelliler, komünistler, sendikacılar kitlesel katliamlara kurban gitti. İki nükleer bomba, iki Japon şehrini anında yerle bir etti, vs.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki sözde barış döneminde ise aslında savaşsız tek bir yıl dahi geçmedi ve milyonlarca kişi öldü, milyonlarcası da savaşlar yüzünden mülteci durumuna düştü. Her geçen sene daha tehlikeli, daha öldürücü, daha vahşi silahlar üretiliyor. Bu silahlar Suriye, Irak, Yemen, Afganistan gibi yerlerde test ediliyor.
Luxemburg yol ayrımına işaret ettiğinde iklim değişikliği henüz mevzu bahis değildi. Gezegenin önemli bir kesimi henüz kapitalizm tarafından dokunulmamış, dünya kadar orman daha kesilmemişti. Şimdi “barbarlık”tan söz ettiğimizde aslında insanlık da dahil dünyanın varoluş mücadelesini anlamamız gerekiyor.
İnsanlık için sosyalizmden başka bir çare yok. Rus Devrimi’nin ete kemiğe büründürdüğü çözüm bugün her zamankinden daha gerekli.
1917’den bu yana neler değişmedi?
Kapitalizm, insanlığın ihtiyaçlarının tersine çalışan bir sistem. Bu son derece net, fakat sosyalistlerin önündeki sorun, bu çarpık sistemin nasıl olup da ayakta kalabildiği. Sömürülen/ezilen çoğunluk niçin bu sistemi hemen ortadan kaldırmıyor; politikanın çözmesi gereken, değişmeyen soru bu.
Bu sorunun cevabının önemli bir kısmını Marx ortaya koydu: “Her toplumda egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir”. Reformizmin “böyle gelmiş, böyle gider” fikri sisteme karşı isyan edenleri, sistemi lağvetmek yerine, (boşuna) sistemi iyileştirme çabalarına sürüklüyor. Milliyetçi ve ırkçı fikirler, işçileri sömürenlere karşı çıkmak yerine birbirlerine karşı döndürüyor.
Bugünkü dünyada olduğu gibi 1917 Rusyasında da sosyalistler için reformizme, milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı nasıl tavır alınacağı can alıcı bir konuydu.
Rus işçiler doğuştan devrimci, doğuştan enternasyonalist değildi. 1917 boyunca çok keskin bir politik gelişme yaşadılar. Savaşı destekleyen menşevik ve sosyalist devrimciler gibi partilerin peşinden giden işçiler; savaş karşıtı, devrimci fikirlere kazanıldı. Bu süreçte en önemli rol hem işçilerden öğrenen, hem de bu deneyimi işçi sınıfına geri aktarabilen devrimci bir partiye düştü. Bolşeviklerin Rusya’daki diğer 60 kadar sol örgütten farkı buydu. 1917’deki keskin virajlarda her zaman otomatik olarak doğru tutum geliştiremediler; her zaman gelişmeleri tam olarak öngöremediler; ancak işçi sınıfının en ileri unsurlarından öğrendiklerini, sınıfın bütünüyle paylaşmalarını sağlayan diyalog kanallarını etkin bir şekilde kullanmaları ve örgütlü tutumları, sonuçta iktidarın işçi sınıfının eline geçmesini mümkün hale getirdi.
Sonuç
İnsanlığın önündeki yol ayrımı (“ya sosyalizm, ya barbarlık”) bugün, 100 sene öncesinden daha keskin ve net vaziyette. Artık kapitalizmin yarattığı iklim krizi dünyadaki tüm yaşamı tehdit eder halde. Savaşlar giderek yayılıyor ve daha da vahşileşiyor. Aynı zamanda Marx’ın toplumsal değişimin motor gücü olarak bel bağladığı, onun yaşadığı dönemdeki minicik işçi sınıfı, şimdi bir dev haline geldi.
Sorunumuz daha acil, çaremiz daha mümkün. Yeter ki 1848’de yankılanmaya başlayan ve ilk defa 1917’de tam olarak vücut bulan politikayı hayata geçirelim: “Zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok; kazanacağınız ise bir dünya var. Dünyanın bütün işçileri; BİRLEŞİN”!