ABD’de “İşgal Et” Hareketi ve Sınıf Politikası

Megan Trudell

2011 Eylül ayında New York’ta başlayan ve hızla ülke geneline yayılan İş­gal Et eylemleri ABD’deki değişen politik atmosferi yansıtmaktadır.1 Obama’nın seçilmesinden ve Cumhuriyetçilerin ciddi yenilgisinden yalnızca iki sene sonra, 2011’de Çay Partisi’nin yükselişi sağın yeniden dirilişi anlamına geliyordu.

Thomas Frank kısmen hareketi de anlattığı yeni çıkan kitabında ABD “yeni sağına” ağır eleştirilerde bulunuyor ve muhafazakar kazanımların Demokrat Par- ti’nin dolduramadığı ideolojik boşluklardan kaynaklandığı tespitini yapıyor: “Pi­yasalardaki durgunluk ve kurtarma operasyonları Jackson geleneğinin, eski usul felaket tellallarının, yozlaşma ve güçlüye öfkeli Jeremiahların popülizmi için mü­kemmel bir ortam yarattı.”2 Daha öncesinde, kurtarma operasyonları ile krizin ABD toplumunda yarattığı öfke ve hayal kırıklığının yaygınlaştığını ve Çay Par­tisi tarafından çarpıtıldığını tartışmıştık. Her ne kadar ABD sermayesi hükümete ve göçe karşı Çay Partisi’nden farklı bir tutuma sahip değilse de bu öfke büyük sermaye için de meseleyi sağ politikalar eksenine kaydırma fırsatı yarattı ve ABD orta sınıfı içindeki yabancılaşmanın ve tedirginliğin bir ifadesi oldu. Çay Parti­si’nin kendisini “halka yakın” bir hareket olarak tariflemesi Wisconsin valisi Scott Walker gibi işçi sınıfına ve sosyal refah düzenine saldıran politikacıların görmez­den gelinmesine neden oldu.3

Yeni doğmuş antikapitalist hareket ABD toplumundaki eşitsizliğe ve hükü­metin krize ilişkin çözümüne karşı oluşmuş aynı öfkeye ve hayal kırıklığına ter­cüman oldu ancak bu yeni hareket orta sınıf eylemliliğini temsil etmedi, aksine kendisini ABD çoğunluğundaki hoşnutsuzluğun bağımsız dışa vurumu olarak ör- gütledi. Sloganları, söylemleri ve eylemleri milyonların hayal gücünü yakaladı ve daha geleneksel mücadele yöntemlerine alışık olan işçi sınıfını etkisi altına al­dı.

İşgal Et eylemlerinin kökeni 90’ların sonunda ABD’de yükselen antikapita- list harekete dayanıyor. “Teamster-Turtle” birliği işçileri ve çok sayıda aktivisti Se- attle’da 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı bir araya getirmiş ve dünya genelinde kapitalizmin önceliklerine ve etkilerine karşı çıkan bir hareketi tetikle- mişti. Bu hareket ABD’de 9/11 dönemi ve sonrasında Bush hükümetinin Irak ile Afganistan’a karşı yürüttüğü savaşlarla birlikte ciddi bir şekilde kırıldı. Hareke­tin işçi sınıfı öğesi (o dönem için eylemlerde işçi sınıfının varlığı ABD’nin mü­cadele tarihi açısından önemli bir dönüşümü ifade ediyordu) demokrat kanadın ihanetleriyle, sağ kanat Cumhuriyetçi söylemlerle ve muhafazakar ve pasif sen­dika yapılarıyla odak değiştirdi. Fakat derin ekonomik kriz, bu krizin ABD işçi sı­nıfı ve toplumun %99’u üzerindeki etkisi kapitalizme karşı çok daha ateşli, genel bir eylemliliğin oluşmasının zeminini hazırladı ve İşgal Et hareketine inanılmaz bir enerji, canlılık ve işçi sınıfına ulaşacak yani kitle direnişinin koşullarını oluş­turan bir derinlik kazandırdı. Şubat ve Mart’ta Wisconsin’de sendika haklarını ve hizmetlerini savunmak için yapılan kamu işçilerinin direnişinde gördüğümüz ken- diliğindenlik ve yaratıcılık hareket içinde oluştu ve on yıllardır ilk defa birleşerek birbirini yeniden tanımlayabilecek ve değiştirebilecek bir yapıya büründü.

Eylemlerin hızı ve hareketin ideolojik gelişimi sebebiyle bu makalede müm­kün olan yalnızca ABD’de sınıf mücadelesine doğru bir değişime yol açan şart­lara ve oluşan bu mücadelenin sınırlarına ve gücüne dair bazı noktaları belirtmektir. Buradaki esas argüman ise ABD’deki mevcut durumun öneminin kesinlikle hafife alınmaması gerektiğidir.

Son 30 yıldır ülke zenginliğindeki artıştan hiçbir şekilde pay almayan ABD toplumunun yüzde 99’una karşın aynı dönemde inanılmaz zenginleşen nüfusun yüzde 1 ‘i toplumdaki hoşnutsuzluğun ve öfkenin sınıfsal boyutu üzerinden hare­ketin kendisini yeniden tanımlamasına yol açtı. Sloganlar, derin ve gittikçe büyü­yen eşitsizliği, en zengin kesimin çıkarları uğruna toplumun geri kalanına krizin faturasının yüklendiği gerçeğini ve krizin politik bir araç olarak kullanılarak işçi sınıfına saldırıların ağırlaştığını, devletin yüzde 1 ‘lik kesimin çıkarlarını korumak için kollektif demokratik protestolara karşı baskı uyguladığını ifade ediyordu ve bu baskının mücadeleyi ateşlemesi gerektiğini vurguluyordu.

ABD’de Eşitsizlik

İşgal Et hareketinin ABD’deki temel politik ve ekonomik eşitsizlik üzerine yaptığı vurgulamalar zenginliğin dağılımdaki eşitsizlik, ki bu eşitsizliğin artışı i­nanılmaz derinleşmektedir ve yöneten sınıfın varlıklılaşması tartışmalarını toplumsallaştırdı.

Mark Weisbrot, Ekonomik ve Politik Araştırmalar Merkezi direktörü, “The Occupy Wall Street Movement: The Real Moral Majority (Wall Street’i İşgal Et

Eylemi: Erdemli Çoğunluk)” başlıklı yazısında Çay Partisi’nin sağ kanat popüliz­minden sınıfın gerçekliğini temel alan samimi halk hareketlerine geçişi açık bir şe­kilde tariflemektedir:

1970 ile 2007 arasında en zengin yüzde 1’lik kesim ülkedeki tüm gelirin beşte üçüne sahip oldu. Bu beşte üçlük gelirin de büyük bir kısmı yüzde 1 ‘in, or­talama yıllık geliri (sermaye payı dahil) 5.6 milyon dolar olan en zengin 10 kişi­sine gitti. Bu, korkunç bir tablodur.4

Aşağıdaki tablo bu gelir eşitsizliğini göstermektedir. Kongre Bütçe Büro- su’nun açıkladığı gibi savaş sonrası ekonomik büyüme döneminde ABD işçileri­ne maddi kazançlar sağlayan, artan üretkenlik ve artan maaşlar arasındaki ilişki kırılmıştır ve son 30 yıldır sömürü oranları artmaktadır.5Bir hanenin ortalama gerçek geliri 1979-2007 arasında nüfusun yüzde 1 ‘ini oluşturan kesimin en var­lıklısı için yüzde 275 arttı.6 Fakat “2000-2007 yılları arasında çalışma çağında­ki hanelerin enflasyon oranı uygulanarak hesaplanmış medyan geliri 2000 dolar civarında düştü. Bu, tipik bir işçi ailesinin döngünün sonunda başından daha az gelir aldığı görülen kayıtlı tek konjonktür dalgasıdır.7

Aşağıdaki tablodan da görebileceğimiz gibi 2008’de ekonomik durgunlu­ğun etkilerine rağmen % 1’lik en zengin kesimin ortalama geliri 1,2 milyon do­ların biraz altındayken, en alt kesimdeki % 90’lık kesim 31.000 dolarda kalmıştır.

trudell1

 

 

Tablo 1: Vergi öncesi ortalama ABD hane geliri – Kaynak: Kongre Bütçe Bürosu

 

 

 

 

 

Durgunluk dönemi gerçekten de en zengin Amerikalılar’ın gelirlerinde de­vam eden bir etki ortaya koymuştur. Fakat geçtiğimiz sene boyunca gelirlerini arttırmışlardır. 2010’un dördüncü çeyreğinde ABD karları yüzde 29.2 oranında artmıştır ve bu artış 1950’lerden beri yaşanmış en hızlı yükseliştir. New York Ti­mes’da yazıldığı gibi 200 büyük şirket yöneticisine ödenen medyan para 9.6 mil­yon dolardı ve bu 2009 senesinde paylarında yüzde 12’lik bir artış demektir.

CEO’lar tarafından yönetilen şirketlerin hepsi olmasa da çoğu ekonomik kriz dönemindeki koşullarından çok daha iyi durumdadır. Bazı şirketler durgunluk dö­neminde o kadar büyük sarsıntılar yaşadı ki satışlardaki ve karlardaki ufacık ar­tışlar bile oldukça önemlidir. Fakat vergilerle finanse edilmiş mali yardımlarla kurtarılmış Capital One ve Goldman Sachs gibi şirketlerdeki CEO’ların aldığı maaşlar da artıştadır… Bu senenin listesinde en fazla kazanan CEO dokuz ayda 84.5 milyon dolar yapan Viacom yöneticisi Philippe P. Dauman’du.8

trudell2

 

 

Tablo 2: Dolar cinsinden ortalama gelir (sermaye gelirleri dahi; 2008) – Kaynak: The World Top Incomes database8

 

 

 

 

 

En zengin kesim daha da zenginleşirken, en fakir kesim daha da fakirleşmiş­tir. Nüfus sayımına dayalı Brookings Enstitüsü raporunda şunlar yazılmıştır:

20.5 milyon Amerikalı veya ABD nüfusunun yüzde 6.7’si resmi yoksulluk sınırının yarısı kadar veya daha az gelire sahip olarak tanımlanan en fakir kesimi­ni (açlık sınırında yaşayan kesimini) oluşturmaktadır. Derin bir yoksulluk içerisin­de yaşayan bu insanlar yoksulluk sınırının altında yaşayan 46.2 milyonluk kesimin yarısına tekabül eder. 2010 yılında açlık sınırının anlamı bir kişi için 5,570 dolar veya daha az ve dört kişilik bir aile için 11,157 dolar olarak tanımlanmıştır. Bu yüzde 6.7’lik kesimin payı 35 yılın en yüksek oranındadır ve Nüfus İdaresi 2009 ve 1993 yıllarında görülmüş artışları gölgede bırakan böylesi kayıtları tutmaya devam etmektedir.9

Bu büyük ve derin yoksulluk üretimdeki azalmanın sonucu olarak artık sa­nayi bölgesi olan orta batının ötesine geçerek “Sun Belt” (ABD’nin güneybatısı) bölgesine, Las Vegas, Riverside, Kaliforniya, Cape Coral, Florida şehirlerine doğ­ru yayılmıştır. Bu bölgedeki yoksulluğun artışının sebebi ise konaklama (ev) sek­törü krizinde mülk gelirlerinin düşmesi ve inşaat sektöründeki iş imkanlarının azalmasıdır.

Resmi işsizlik oranı ulusal ölçekte son iki buçuk yıldır değişmemiş ve yüz­de 9 civarında kalmıştır fakat iş bulma imkanı olmadığı için veya deneyimsiz ol­duğu ya da kalifiye olmadığı için iş arama umudunu yitirmiş kesim ile yarı zamanlı çalışan fakat tam zamanlı çalışmak isteyen kesimi bu orana eklersek iş­sizlik oranı yüzde 16.5’e çıkar. “BLS’ye göre, 11.4 milyon Amerikalı’nın her­hangi bir geliri bulunmamaktadır, gelir vergisi ödememekte, mal ve hizmet üretimine katkıda bulunmamaktadır. Gerçekten de Amerikalıların yaklaşık %15’i (45.8 milyon kişi) yemek kuponları ile yaşamaktadır.”10

Çalışan kesimin ise 2011 gelirleri 1970’lerin seviyesindeyken, geçim mali­yeti (evden arabaya, çocuk bakımında okul masrafların kadar) ciddi bir şekilde art­mıştır. Amerikan işçilerinin bir şekilde tüketim mallarını edinmek için “satın alındığı” düşüncesi bu ürünleri alım güçlerinin azaldığı gerçeğini görmemektedir. Economist’in Eylül ayında yazdığı gibi:

Elbette bugünün tüketim ürünleri 1970’lere kıyasla çok daha kalitelidir ve tipik bir hane 70’lerden farklı olarak iPod ve düz ekran televizyon gibi ürünlere erişebilmektedir. Fakat, konaklamadan eğitime kadar her şeyin maliyeti son on yıl­dır artmaktadır. Reel gelir perspektifinden bakacak olursak Amerika ekonomisi kayıp bir on yıl yaşamaktadır ancak ortalama hane bir durgunluk kuşağındadır.11

Hane gelirindeki durgunluk toplumun en yüksek gelirli kesimine yansımadı; dolayısıyla Amerika toplumunun çoğunluğuna düşen ulusal gelir payı 1970’ler- den daha azdır. 1979-2007 arasında en alt kesimdeki %80’lik kesimin gelir payı yüzde 10 ile 30 arasında düşmüşken, en zengin kesimin payı yüzde 130 oranında artmıştır.

trudell3

 

 

Tablo 3: Gelir paylarındaki değişim (1979’a kıyasla, vergi sonrası gelir) – Kaynak: Kongre Bütçe Bürosu

 

 

 

İş sahibi ya da öğrenci olan Amerikalılar için reel maaşlarında ve mülk de- ğerlerindeki düşüş, geçim maliyetinde ve borçlardaki artış hayatları üzerinde da­yanılmayacak bir baskı yaratmaktadır. “We Are the 99 Percent” blogundaki kayıtlar insanların aileleri sosyal, iş ve zihinsel hayatları üzerindeki ekonomik zorluğa tanıklık etmektedir.12 Ekonomik zorlukların ve politik eşitsizliğin yarat­tığı öfke ve hayal kırıklığı orada görüşlerini ifade eden işçi ve öğrencilerin ortak ruh halidir. Bu ortaklık ve bağlantı bu toplumsal güçler arasında 1960 hareketin­den beri görülmemiş bir ilişkiyi ortaya koyar.

Kısacası, ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan dünya zenginliğinin yarısını üre­terek dünyanın en büyük ekonomisi olarak çıktı ve ABD kapitalizmi 25 yıldır bü­yümeye devam etti. 1945-1975 yılları arasında saat başı ücretler yüzde 250 arttı.13 İşçilerin hayat standartları büyük ölçüde iyileşti çünkü ABD işverenleri emekli­lik fonlarına, sigorta ve sağlık harcamalarına katkıda bulunabiliyordu. 1960 sene­sinde Amerikalıların yüzde 60’ı kendi evine sahipti, tüketim mallarının üretimi artmıştı ve işçiler buzdolabı, televizyon ve araba alabiliyor, çalışmadıkları süre­leri uzatabiliyordu. Bu maddi koşullar Vietnam Savaşı’na karşı olan ve sivil hak­lar için mücadele eden hareketlerin son derece güçlü ve etkili de olsalar kapitalizm karşıtı bir harekete doğru evrilmemesinin sebeplerini vermektedir; halkın artan öfkesi ve hareket arasındaki bağlantı ekonomik refah şartları içerisinde biçimlen­miş ve bu koşullar sebebiyle zayıflamıştı.14

40 yıl sonra neoliberalizm sıradan Amerikalıların hayatlarında büyük tahri­batlar yarattı ve ekonomik kriz 1960’larda var olan geniş toplumsal hareketler ve işçiler arasındaki iletişimsizliği büyük oranda yıktı. ABD işçileri hayat standart­larında daha büyük düşüşler yaşanmasın diye mücadele etmek zorunda kaldı. Şu an tanık olduğumuz mücadeledeki yükselişin sebebi de budur. Dahası sistemin gerçek doğası sadece kendi mücadeleleri sayesinde değil aynı zamanda antikapi- talist aktivistlerin fikirleri ve söylemleri sayesinde de açığa çıktı ve mücadele 1960’larda kuramadığı bağlantıyı kurarak etki alanını genişletti.

Farkındalığa Doğru Acı Bir Arayış

Pasif öfke ve hayal kırıklığından mücadeleye geçiş Scott Walker’in tasarruf önlemleri programına tepki olarak Mart 2011’de Wisconsin’de başladı. Mısır Dev- rimi’nden etkilenmiş Madison kamu sektörü çalışanları tarafından örgütlenmiş toplumsal ve açık talepleri olan bir mücadeleydi, sloganlardaki ve taleplerdeki a­çıklık ve doğrudanlık İşgal Et eylemlerinin dilinin belirleyicisi oldu. Wiscon- sin’deki protestolar hem krizi aşma konusunda yaratılmış olan konsensusu kıran ilk darbe oldu hem de Çay Partisi’nin bayat popülizminin arkasındaki gerçeği or­taya çıkardı.

Bu mücadele, ABD sınıf mücadelesi için inanılmaz önemliydi. İşçiler ege­men sınıf ideolojisinin altındaki gerçeği, sömürü gerçeğini kapitalizme karşı mü­cadele ederek ortaya çıkardı. Chris Harman’ın tariflediği gibi, işçiler “Burjuva ideolojisini çoğu zaman kabul eder. Fakat mücadele gözlerindeki perdeyi kaldı­rır ve toplumun zenginliğini kendilerinin ürettiğini farkederler. Sömürünün do­ğasını anlamaya başlar ve kapitalizmin gerçek karakterini görürler.15

Bu sürecin bir kısmı Obama’dan beklentilerin sonucu olarak ortaya çıktı. O­bama İşgal Et eylemcileri tarafından hissedilen ve ortaya konulan “öfkeyi” pay­laştığını dillendirdi fakat bu söylem Obama hükümetinin sıradan Amerikalılar pa­hasına krizi yaratanların yanında yer aldığı gerçeğini değiştiremezdi. Üç yıldır banka ve şirketlere yapılan yardımlar, JP Morgan Chase ve alt gelir mortgage pa­zarının yaratıcısı olan Goldman Sachs’ın yöneticilerinin primlerinin korunması milyonları kızdırdı. Kasım 2011’de oy verenlerin yüzde 60’ı Obama’nın ekono­mik idaresini onaylamadığını söyledi (kayıtlardaki en yüksek oran). Obama’yı destekleyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 43 idi.

“Wall Street’i İşgal Et” eylemlerini yayımlayan Adbusters dergisinden Kal- le Lasn 2008’de krizin başlangıcı ve Lehmann Brothers’ın çökmesinin neden bir mücadeleye yol açmadığı üzerine röportajında eylemcilerin umutları ve ihanete uğradıklarındaki ruh hallerini ifade ediyor:

Finansal kriz gerçekleştiğinde insanlarda “İşler değişecek. Obama bazı ka­nunlar geçirecek, farklı bir banka sistemimiz olacak ve bizler bu finansal sahte­karları adalet karşısına çıkaracağız.” şeklinde bir hissiyat vardı. Diğer genel eğilim de şöyle diyordu: “Hey işte tam da bunları gerçekleştirebilecek bir adama oy ver­dik”. Bir bakıma şu anki umutsuzluk yoktu. Genç insanlar çok pozitifti. Ve son­ra yavaş yavaş Obama’nın korkak olduğu fikri oluşmaya başladı ve şimdi yeniden umutsuzuz.”16

Obama’ya oy veren hareket bu umutsuzlukla birlikte Kasım 2010 seçimle­rinde gözünü açtı, Obama’nın farklı bir sistem üretememesi Cumhuriyetçilere ve Çay Partisi sağına alan açtı. Zenginlerle, bankalarla, tasarruf önlemlerini zorlayan Çay Partisi politikacılarıyla göz göre göre aynı safta yer alan Demokratik bir yö­netimin bu ikiz düşmanı, bazı işçilerde ve eylemcilerde krizin etkilerine karşı çık­manın tek yolu bireysel eylemdir hissinin artmasına sebep oldu. Bu his giderek büyümektedir. Mark Weisbrot’un söylediği gibi:

Başkan Obama’yı seçen, ufak katkılar yapan ve gönüllü olarak çalışan rekor sayıda insanı içeren bir kitle hareketiydi. Fakat bizler “inandığımız değişimi” gör­medik. OWS (Wall Street’i İşgal Et [Occupy Wall Street]) dalgası haklarından mahrum bırakılanları, çürük politik sistemimize politik katkı verme şansı olma­yan, yani sesini duyuramayan nüfusun yüzde 99’undan fazlasının hareketidir. On­lar Amerika’nın vicdanı, en büyük umududur.”17

Hükümetteki “entelektüel” egemen sınıfa serbest piyasa koşulları uygulama­sının alanını açan Cumhuriyetçilerin ve Çay Partisi’nin bankaları kurtarma poli­tikalarına karşı öfkeyle birlikte hükümet karşıtı gündem artık ABD’de Wall Street’i ve Washington’u kuşatan işçi sınıfı kurumlarına yönelmektedir ve bu iki güç arasındaki bağ kaçınılmaz olarak başka türlü alternatif talepler üretmektedir. Finansal işlemlere, kamusal işlere vergi talebi, eğitimdeki ve hizmetlerdeki kesintilere karşı duruş serbest piyasanın önceliklerini ve serbest piyasa koşullarının ya­rattığı tahribatı reddetmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu toplumsal güçler ara­sındaki bağ ve talepler, ABD’de kitle bilincinin niteliksel bir büyüme içerisinde olduğunu göstermektedir.

Mücadeleleri Birleştirmek

ABD politikasının dengesini değiştiren işçi sınıfı eylemliliği büyük öneme sa­hiptir. Wisconsin’de Şubat ayında patlak veren ve 100,000 kişilik güçlü miting­lere dönüşen kitle eylemleri ve birkaç hafta süren hükümet binası işgali kolektif toplantılarla ve tartışmalarla bütünleşmiş ve Scott Walker’ın önerdiği kesintilere ve sendikal hak saldırılarına karşı büyük bir dayanışma ağına dönüşmüştür. Madison mücadelesi kaybedilmiş ve tasarruf planı yürürlüğe konmuş da olsa, müca­delenin kendisi işçi sınıfını tekrar gündeme getirmiştir. Son aylarda Wisconsin’de gördüğümüz yaratıcılık, kendiliğindenlik ve örgütlü güç ABD toplumunda popü­list sağın bir alternatifinin var olduğunu göstermiştir.

İşgal Et hareketi aynı alandan büyüdü ve bu yeni hareket işçi sınıfının da dik­katini çekmeyi başararak işçiler arasındaki güvenin artmasını sağladı. Yüzde 99’un talepleri sendika websitelerinde ve afişlerinde görünmektedir. Ekim sonun­da yayımlanan bir AFL-CIO bildirisi sendikaların İşgal Et mesajını yüzde 99’un üyelerle işverenlerle ve oy verenlerle ilişkilerinde, eşitsizlikle ilgili olarak kullan­ması gerektiğine dair bir öneride bulundu. Stuart Appelbaum, Retail, Wholesale and Department Store Sendikası başkanı New York Times’da “İşgal Et hareketi sendikaları değiştirdi” diyor ve şöyle devam ediyor “Artık bildirilerinde, taleple­rinde ve eylemlerinde daha öfkeli sendikalar görüyoruz. Sokaklarda İşgal Et ha­reketinin enerjisiyle bağ kurmak isteyen daha fazla sendika göreceksiniz.”18

Dahası bu güven ve yeni eylem metodları somut zaferler de kazandırdı. Ka­sım ayında Ohio’da sendikalar ve Cincinnati İşgal Et eylemcileri sendika karşıtı bir senato önergesini geri çektirmeyi başardı ve toplu sözleşmelerin ve grev hak­kının kısıtlanması için bu kampanyayı yöneten Cumhuriyetçi John Kasich’in a­ğır bir yenilgi almasını sağladı. İşgal Et hareketi eylemcilerinden biri bu zaferi şöyle açıklıyor:

Biz Ohio’yuz (The We Are Ohio) koalisyonu ulusal sendikaların yatırımla­rı da dahil 30 milyon dolar harcadı. Sadece National Education Association (U­lusal Eğitim Derneği) 10 milyon dolar verdi, Ohio öğretmen sendikası kampanyaya yardım için ekstra aidat topladı. Üyeler kapı kapı dolaşarak veya te­lefonla bu mücadeleyi kazandı. AFSCME’nin (American Federation of State, Co- unty and Municipal Employees) binlerce üyesi, öğretmen sendikası, itfaiyeciler ve daha bir çok kamu ve özel sektör çalışanı bu kampanya için saatlerini harcadı.!9

Oakland 2 Kasım eylemleri limanı kapattı ve liman işçileriyle ve diğer işçi­lerle dayanıştı.12 Aralık’ta da İşgal Et aktivistleri ve işçiler liman işçilerinin EGT (uluslar arası bir tahıl ihracat şirketi) ile olan çatışması ve Teamsters’in Goldman Sach ile mücadelesi sebebiyle Batı Yakası limanlarını kapatmayı planlıyor. Bu ablukanın amacı Oakland’ı İşgal Et Batı Yakası Limanı Ablukasının da açıkladı­ğı gibi İşgal Et hareketinin devlet baskısına karşı mücadelesini işçilerin egemen sınıfa karşı mücadelesiyle birleştirmektir.

Bizler limanları işgal ediyoruz çünkü yüzde 1 ‘in işçi sınıfına ve sendikalara saldırısıyla karşı karşıyayız. Los Angeles’te liman kamyoncuları işten atılıyor, li­man işçisi sendikasının (ILWU) Longviwe, Washington’da EGT tarafından ilişi­ği kesiliyor. EGT 2,5 milyon dolarlık kar oranı olduğu ve Arjantin ile Brazilya’da yoksul insanları ekonomik olarak daha da yoksullaştırdığı bilinen Bunge Ltd şir­ketini de bünyesinde barındırmaktadır. SSA Goldman Sach’ın şirketidir ve liman kamyoncularını insani olmayan koşullarda çalıştırmakta ve inanılmaz bir sömü­rü gerçekleştirmektedir. EGT ve Goldman Sachs Waterfront’taki Wall Street’tir. Aynı zamanda bizler İşgal Et hareketinin karşı karşıya olduğu sistematik saldırı­dan dolayı da bu eylemi yapıyoruz. Polis şiddetine cevap olarak bu eylemi yapı­yoruz. Bu abluka bizim yüzde 1’e verdiğimiz cevaptır.20

New York’ta 1 Aralık’ta New York Labor Council (New York Emek Kon­seyi) tarafından organize edilen gösteriye 20,000 kişi katıldı. Bu çağrı “ülkedeki büyüyen ekonomik eşitsizliğe öfkeli ve endişeli” herkesin sokağa çıkıp seçilmiş yetkililerden sorumluluk talep etmesi gerektiği söylemiyle gerçekleştirildi. İşçi­lerin katılımı, eğitimcilerden elektrik işçilerine kadar, Kasım’daki eylemden çok daha fazlaydı. Ve eşitsizliği göstermek de son derece kolaydı; New York’ta Oba­ma tekrar seçilmesi için yapılan fon sağlama kampanyası bilet başına 35,000 do­lara yani ortalama bir Amerikalı’nın yıllık gelirinden daha fazla paraya yapıldı.

California’daki, New York’taki ve diğer bölgelerdeki sendikalar İşgal Et ha­reketini desteklemek için hep ön sıralarda oldu ve pratik bir çok katkıda bulundu; duşlar, yiyecek ve sağlık yardımlarını sendikalar temin etti. Antikapitalist hareket ile işçi sınıfının kurumsal yapısı arasındaki bu dayanışma ve böylesi bir destek ger­çek bir dönüm noktasını işaret ediyor ve heyecan verici olasılıkları barındırıyor. Fakat ABD’deki olumlu gelişmelere vurgu yapmak hareketin aşmak durumunda kalacağı zorlukları küçümsemek anlamına gelmemektedir. Uzun vadede sendika üyeliklerinin azalması böylesi zorluklardan biridir. Sendikalaşma oranı geçen yı­la göre yüzde 12.3 oranında düşmüştür ve şu an yüzde 11.9’dadır. Geçen on yıl­da yalnızca 17 grev oldu, bu sayı 1970 ve 1981 yılları arasında 269’du. 2010’da 1000′ den fazla işçinin katılımıyla yalnızca 11 iş durdurma eylemi oldu. Bu kayıt­lardaki 2009’dan sonraki ikinci en düşük sayıdır. 2009’da beş iş durdurma, 1947’de kayıtlar tutulmaya başlandığından beri görülen en düşük rekordu.21 2011 ‘deki grevler şimdiye kadar yüksek gibi görünüyor fakat bu eylemlerin işve­renlere karşı daha büyük ve etkili organize eylemlere dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek. Dahası, ABD sendika liderleri tarihsel olarak pasif ve muha­fazakar olmuştur ve bazı durumlarda yüzde 1 ‘le aynı yerde durmaktadır. Labor Notes’da yazıldığı gibi, sendika yetkililerinin kazandığı yıllık 100,000 dolar “ge­çen yılın kayıtlarına göre 2000-2008 yılları arasında üçe katlandı ve 150,000 do­lardan fazla kazanan sendika yetkililerinin geliri de üçe katlandı. 150,000 dolardan fazla kazanan bu sendika liderlikleri yüzde 5’lik en zengin dilime girdi. Sıradan bir sendika üyesi ise 2008’de yıllık 48,000 dolar kazandı, ortalama ABD geliri ise 40,000 dolardı.”22 Bir çok durumda sendika liderleri İşgal Et hareketi­nin kendiliğinden gelişen demokrasisine karşı dirençliydi. Örneğin ILWU üyele­rinin bir çoğu Batı Yakası limanının kapatılması taraftarı olduğu halde ILWU’nun resmi pozisyonu protestoya katılmadan önce kendi demokratik süreçlerinin işle­mesi gerektiği yönünde oldu.

Sendikalaşma oranları güneyde ve batıda sendikalaşmanın var olmadığı ger­çeğini maskelemektedir. Kriz de işverenlere olası bir grev durumunda tüm iş gü­cünü değiştirebilme olanağı verdi. Çağrı merkezlerinde, hastanelerde, et ürünleri endüstrisinde ve Walmart zincirindeki milyonlar sendikalı değil ve liderlikler bu bölgelerde kendilerini tanıtma ve üyelik kampanyası yapma konusunda başarılı değil. Fakat İşgal Et hareketi dinamizmi ve öfkesiyle sendikalı olmayan işçilerin dikkatini çekmeyi başarıyor. Denver’i İşgal Et bildirgesinde bu durum şöyle açık­lanmaktadır:

Biz her işgal et örgütlenmesinin yerel Wallmart merkezini işgal etmesi çağ­rısı yapıyoruz. Gözlerimiz Wallmart’ın üzerinde; sendika karşıtı tutumlarında, ör­gütlü işçi sınıfına saldırısında, adaletsizliklerinde, dünyamızı dolduran köle emeği ürünlerindedir. Bu dehşet yüzde 1 ‘lik kesim ve ABD hükümeti arasındaki işbir­liğiyle güçlenmektedir. Bu dehşet şirketler arasındaki rüşvetlerle, vergi kredileriy­le ve bastırılmış işçi sınıfının hakları söylemleriyle sürdürülmektedir. Walmart küçük bir kesimin karı uğruna bütün dünyayı metalaştırmakta ve köleleştirmektedir.23

Hareketin aşması gereken diğer bir zorluk ise bazı İşgal Et eylemcilerinin sendikalara güvenmiyor oluşudur. Bu durum bir yandan otonomi isteğini ve sen­dikalara kurumsal olarak güvenmeme hissini, diğer yandan da sendika liderlikle­rinin ve MoveOn.org gibi grupların hareketi Demokratların seçim kampanyasına eklemleme çabasına karşı durmayı temsil etmektedir. Washington DC’deki bir aktivistin açıkladığı gibi: “MoveOn çok çalışıyor. Hareketi seçimlere kadar evcil hayvana dönüştürüp sonra da nötralize etmek istiyor. Bizim sahip olduğumuz mo- mentum ya da kitle desteği onlarda yok.” Başka bir söylem de Tea Party hareke­tiyle paralelliklerin altını çiziyor: “Tea Parti bizim tam da kaçınmak istediğimiz hareket. Bizler Demokrat Parti’nin içine sürüklenmeyeceğiz.”24 ABD toplumsal hareketleri ile Demokrat Parti arasındaki oy ilişkisi, sivil haklardan savaş karşıtı harekete kadar bu durumun ciddi bir tehlike olduğunu göstermektedir. Fakat ha­reketin böylesi manipülasyonlara karşı direnci ve bağımsızlığını güçlendirme is­teği büyük oranda işçilerle daha derin ve geniş ilişkiler kurmasına ve işçilerin de muhafazakar etkiye ve liderliklerinin ağırlığına karşı çıkmak için hareketin hayal gücünü ve enerjisini kullanmasına bağlıdır.

İşgallerin daha büyük ve acil sorunu ise polis baskısı ve kampların yıkılma- sıdır. California Davis Üniversitesi’nde üniversite polisinin öğrencilerin yüzüne biber gazı sıktığı görüntüler bu polis vahşetini gösteren en bilinen fotoğraflardır. Fakat bu, harekete karşı Obama’nın kabul etmediği devlet saldırısının yalnızca bir parçasıdır. Bu olaydan sonra, 10,000 öğrenci UC Davis’te üniversitede polis istemedikleri talebiyle eylem yaptı ve polis eylemcileri durdurmada başarılı ola­madı. Glen Green Wald’ın yakın zamanda yazdığı gibi:

Meydan okuma, cesaret ve bilinç bulaşıcıdır… Uzun zamandır ilk defa, dev­letin güç kullanması beklediği sonucu elde edemiyor, yani aktivizmi engelleye­miyor hatta aksine eylemleri teşvik ediyor. Bu protestolara karşı devletin reaksiyonu gücün kötüye kullanımı şeklinde ve panzehiri de: ne kabul ne de to- lore ediyoruz.25

Fakat hareketin devlet baskısına karşı direnmeye devam etme gücü örgütlü işçi sınıfından aldığı desteğe ve aralarındaki ilişkinin büyümesine de bağlıdır. Çünkü bu ilişki kitle demokrasisini savunmak için hem iş yerlerinde hem sokak­larda politik direnişi büyütecektir.

Bugünkü durumun bütün problemlerine rağmen, bu hareketin yaratıcılık ile eylemcilerin insiyatifini işçi sınıfı mücadelesinde birleştirebilme potansiyeli var­dır. İşçi sınıfını hareketin merkezine koyarak tamamen başka bir sistem alterna­tifini ortaya koyma ve bu süreçte yeni bir sol politika yaratma potansiyeli vardır. Durum böyleyken bu hareket uzun yıllardır ABD’de görülmemiş en önemli po­litik gelişmedir.

Çeviren: Özlem Gitmez

Bu makalenin orijinali 9 Ocak 2012 tarihinde International Socialism Journal’da http://www.isj.org.uk/index.php4?id=775&issue=133 yayımlanmıştır.

 

 

Notlar

1          ABD politikasının son 12 aydaki inanılmaz değişiminin bir göstergesi de Time dergisinin “Yılın Kişisi” oylamasında kazananın “Eylemci” olmasıdır. www.time.com/time/person-of-the-year/2011/

2          Frank, 2012, s.167

3          Trudell, 2011

4          Weisbrot, 2011

5          Trudell, 2010

6          Congressional Budget Office, 2011

7          Mishel and Shierholz, 2010.

8          Costello, 2011

9          http://motherjones.com/mojo/2011/10/one-percent-income-inequality-OWS

10       www.guardian.co.uk/news/datablog/2011/nov/03/us-poverty-poorest

11       www.guardian.co.uk/business/economics-blog/2011/nov/04/true-picture-us-unemployment

12       www.economist.com/blogs/dailychart/2011/09/us-household-income

13       wearethe99percent.tumblr.com

14       Le Blanc, 1999, s. 108

15       Daha fazlası için Harman, 1988 ve Le Blanc, 1999.

16       Harman, 1982

17       Eifling, 2011

18       Weisbrot, 2011

19       Greenhouse, 2011

20       La Botz, 2011

21       http://westcoastportshutdown.org/content/press-release-support-grows-west-coast-port-shut- down

22       Yoshikane, 2011

23       Smith, 2011

24       http://westcoastportshutdown.org/content/1212-occupy-denver-walmart-port-shutdown-action

25       Whelan, 2011

26       Greenwald, 2011

 

Referanslar:

Congressional Budget Office, 2011, “Trends in the Distribution of Household Income Between 1979 and 2007” (October),http://cbo.gov/fpdocs/124xx/doc12485/10-25-HouseholdIncome.pdf Costello, Daniel, 2011, “The Drought Is Over (at Least for CEOs)”, New York Times (9 Ap- ril),www.nytimes.com/2011/04/10/business/10comp .html

Mishel, Lawrence, andHeidi Shierholz, 2010, “RecessionHits Workers’ Paychecks”, Economic Po- licy Institute Briefng Paper277 (August), www.epi.org/page/-/pdf/bp277.pdf Eifling, Sam, 2011, “The Magazine Editor Who Launched the Occupy Movement on ‘Soft Regi- me Change’ in America”, Minyanville website (3 November), www.minyanville.com/businessmar- kets/articles/kalle-lasn-adbusters-kalle-lasn-occupy/11/3/2011/id/37709

Frank, Thomas, 2012, Pity the Billionaire: The Hard Times Swindle and the Unlikely Comeback of the Right (Random House).

Greenhouse, Steven, 2011, “Occupy Movement Inspires Unions to Embrace Bold Tactics”, New York Times (8 November),www.nytimes.com/2011/11/09/business/occupy-movement-inspires-unions-to-embrace-bold-tactics.html

Greenwald, Glenn, “The Roots of the UC-Davis Pepper-Spraying”, Salon.com (20 November),www.salon.com/2011/11/20/the_roots_of_the_uc_davis_pepper_spraying/

Harman, Chris, 1983, “Philosophy and Revolution”, International Socialism 21 (autumn), www.marxists.org/archive/harman/1983/xx/phil-rev.html

Harman, Chris, 1988, The Fire Last Time: 1968 and Affter(Bookmarks).

La Botz, Dan, 2011, “Can Ohio Unions’ Rebuke To Republicans Be Sustained?”, Labor Notes (22 November), http://labomotes.org/2011/11/can-ohio-iunions-rebuke-republicans-be-sustained Le Blanc, Paul, 1999, A Short History of the US Working Class(Humanity). Smith, Sharon, 2011, “The Future in the Present: Marxism, Unions and the Class Struggle”, Inter­national Socialist Review178 (July-August).

Trudell, Megan, 2010, “From a Bang to a Whimper: Obama’s First Year”, International Socialism 125 (winter), www.isj.org.uk/?id=608

Trudell, Megan, 2011, “Mad as Hatters? The Tea Party Movement in the US”, International Soci­alism 129 (winter),www.isj.org.uk/?id=698

Weisbrot, Mark, 2011, “The Occupy Wall Street Movement: The Real Moral Majority”, CEPR website (1 December),www.cepr.net/index.php/op-eds-&-columns/op-eds-&-columns/protesters- reflect-vast-majority-on-99-percent-of-most-major-issues

Whelan, Aubrey, 2011, “Occupy DC wary of beinghijackedby unions, Democratic activists”, Was­hington Examiner (1December),http://washingtonexaminer.com/local/dc/2011/12/occupy-dc-wary- being-hijacked-unions-democratic-activists/1967056

Yoshikane, Akito, 2011, “Quiet on the Labor Front: 2010 Strikes and Lockouts Were Second Lo- west on Record”, In These Times (9 February)

 

Geri dön